“Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Mu\'minun 115)
Gözlerimi açtım, etrafımda bir sürü kalabalık var. Anlam veremediğim bir şekilde ağlıyor insanlar. Annemin sesini duydum ilk önce. Hıçkırıkları kulaklarımı tırmalıyor. Anne ne olur ağlama böyle ağlama ne oldu, birine bir şey mi oldu diye soracak oluyorum, beni duymuyor. Herkes buraya gelmiş herkes birinin başında. Kime koşacağımı şaşırıyorum. Ablama mı köşeye büzülerek oturan kardeşime mi yoksa yeğenlerime mi? Ben de ağlamalı mıyım? İyi de niçin ağlayacağım. Hissettiğim tek şey korku.
Kime ne olduğunun bilinmezliği beni diğer odaya sürüklüyor. Bu odada erkekler var. Mahallemizin imamını görüyorum Kur’an okuyor. Eyvah biri ölmüş. Bir anda tüm sevdiklerimi görmek isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Garip bir şekilde seçim yapmak istiyorum içlerinden birini seçmek. Kimin ölümüne daha kolay katlanabilirim? Annem, ablam ya da kardeşim olamazdı, onları gördüm. Ağabeylerim ya da eşim de olamaz, onları da gördüm. Yavrularım! Onlar nerede? Hemen bir diğer odaya koşuyorum. 3 yaşındaki oğlum uyuyor. Çok şükür. Kızım onun başında bekliyor ama o da ağlıyor. Kızımın saçlarını okşayıp ona sarılmak istiyorum. Yavaşça eğilip oğlumu öpmek istiyorum. Allah’ım bu ne sıcaklık. Oğlum ateşler içinde. Onu kucağıma almaya çalışıyorum kolum kızımın ellerine değdiğinde onunda kardeşi gibi yanmakta olduğunu fark ediyorum. Ne olmuş çocuklarıma böyle.
Düşüncelerim ölüm kokan diğer odaya tekrar kayıyor. Bir an önce toparlanıp aileme destek olmalıyım. Annemin tam karşısına oturup ellerimle gözyaşlarını silmeye çalışıyorum. Nasıl teselli edeceğimi bilmemek ile acılarını yüreğimde hissedememek arasında derin bir yol alıyorum. Ben neden onlar gibi ağlayamıyorum? Beni neden görmüyorlar? Sesim bir türlü çıkmıyor. Kimse beni duymuyor. Ağır adımlarla kapısı kapalı diğer odaya geçiyorum. O da ne? Boylu boyunca uzanmış beyazlar içinde biri yatıyor yerde. Korkuya kapılarak eğilip yüzünü açıyorum. Allah’ım bu benim!
Dayanılmaz bir pişmanlığın pençesinde sessiz bir film izliyor gibiydim. Toprağın kokusunu almaya başlamıştım. İlginçtir ki o kadar rayiha arasında sadece toprağın kokusunu hissediyordum. Ümitsizce koku hafızamı yokladım; gonca gülün, denizdeki iyotun, fırından yeni çıkmış ekmeğin, her sabah kapıma bırakılan gazetenin, bahçedeki fesleğenin, yeni demlenmiş çayın, yemek sonrası içilen kahvenin ve yavrularımın kokusunu bir türlü hatırlayamıyordum.
Gözümü kapayıp tekrar açtım. Herkes yerli yerinde duruyordu. Kalkmak istedim duvara dayadığım elimin duvarı hissetmeyişi mor kesif bir suda yüzüyormuşum duygusuna dönüşüverdi. Baygındım ya da ölüydüm. Ölüydüm işte. Belli belirsiz yaklaşan, yaklaşırken de artan, uzaktan gelen uğultu kulaklarımda arka arkaya patlamaya başladı. Bütün gücümle dayanacak bir şey aradım… Nafile ortalık çoktan kararmıştı. Buraya -neresi olduğunu bilmiyorum- gelmem kolay olmadı. Lakin biliyorum ki bundan sonrası daha da güç olacak. Bir çıkışın sonundaki ve bir girişin başındaki boşlukta devinimi hisseden ruhumun yabancılığı zorlayacak bu yolculuğumu. Sabahı akşamı yok bu çıkışın. Saatleri takip edilemeyen bir yerdeyim artık.
Her şeyden önce söz vardı. Varlığım önce dile düştü. Gelişimin öyküsü sıcacık bir dudaktan döküldü. Hayatım bir sözden ibaretti. Söz bitti. En güzel şarkılar en güzel yerinde kesildi. Güneş doğmayacak artık üstüme, tenime, iliklerime. Yağmurda ıslanmak, karda yürürken çıkan sesleri dinlemek, gökyüzünde yıldızları saymak yok artık. Ne hüzünlü güz kaldı, ne cıvıldaşan bahar. Rüzgâr esmeyecek artık. Kuşlar ötmeyecek. Korku da bitti, ümit de. Kin de bitti, kardeşlik de. İyilik de bitti, kötülük de. Aşk da bitti, nefret de. Ateş yakmaz olur elimi. Yaram kanamaz, kan akmaz olur. Kesilen damardan akan sözler bitti. Sözlerde mana bitti. Manada usta, ustada maharet yok artık. Ne zeytinin rengi, ne suyun tadı kaldı. Yorgunluk sarmaz artık bedenimi, uyku bölmez hakikati. Her şey gölgeden ibaretmiş geç anladım. Ne halden anlayan bulunur ne de tutacak bir el. Annesiz, evlatsız, eşsiz, dostsuz, tatsız, renksiz kokusuz, ümitsiz kaldım. Beyazlar içindeyim şimdi, gölgesiz kaldım.
Uyanmak için ölmem mi gerek?