“...Her şey Cenâb-ı Hakkın namına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç "Bismillâh" der; hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.
Her bir bostan "Bismillâh" der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.
Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar "Bismillâh" der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzak namına en latîf, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar.
Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları "Bismillâh" der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. "Allah namına, Rahmân namına" der; her şey ona musahhar olur.”
Biz insanlara verilen nimetlerin her ne kadar yerden çıktığı görünüyorsa da aslında bir anlamda gökten geldiği söylenebilir.
Bunun maddi izahlarından biri, gıdaların yağmura bağlı olması ve yağmurun da gökten gelmesidir.
Manevi olarak da nimet oluşları, dolayısıyla Allah’ın rahmet hazinesinden gelmesi de diğer yönüyle semavi oluşunu gösterir.
İnek, deve, koyun keçi gibi bazı mübarek hayvanlar kendileri, manen "bismillah" der gibi, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi halinde biz insanlara Allah’ın Rezzak ismine dayanarak süt gibi çok latif, çok temiz bir gıdayı sunuyorlar.
Ve aynı zamanda; Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları "Bismillâh" der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. "Allah namına, Rahmân namına" der; herşey ona musahhar olur.”
Burada geçen nebat, ağaç, ot v.s.’de görünen nimet tecellileri, yerde (dünyada-toprakta) gözükmekte, ama (Allah’ın rahmet hazinesinden gelmesi yönüyle) semavi kaynaklıdır denebilir..
Bitkilerin kökleri yerin altındadır bilindiği gibi. Ama, yukarıdaki paragrafta, semavi olan yönlendirme ve emir altına girme söz konusu ediliyor.
“...kök ve damarlar: ipek gibi yumuşak, taş ve toprak: sert olan taş ve toprağı deler, geçer.” Burada, sanki bir tılsım var, o tılsımı söyleyince zatında sert olan taş ve kayalar, zatında yumuşak olan köklere musahhar oluyorlar. Ve yaratılış-zatilik özelliğine karşılık 'emir' gündeme gelmektedir. Aslında, ipek gibi yumuşaklık ve sertlik cisimlerin-eşyanın yaratılış özelliğidir. Yaratılışında, zatında, tabiatında bu özellikler vardır.
Bitkilerin taç yani, yeşil kısımları büyüklüğünde bir kök sistemi vardır. Bir anlamda, kök sistemi de sanki taç-yeşil sistem gibi kolaylıkla gelişir, bilen, her şeye gücü yeten birinin gözetiminde. Aynı havada dalların kolayca büyüyüp meyve vermesi gibi yer altında da kolayca büyüyüp meyve veriyorlar bazı bitkiler.
Konunun bu aşamasında, belki, “bu bitkilerin kök ve damarları, mağrur mu mütevazı mi, kendi başlarına mı hareket ediyorlar, yoksa bir emir tahtında mı?” diye bir düşünce insanın aklına geliyor. Ve işte burada, her birinin “bismillah” dediklerini görebilmek için. "yapa geldikleri" işlerin kendi tabiatlarından-yaratılışlarından kaynaklanıp kaynaklanmadığını görmemiz gerekiyor..
Konunun kilit noktası da burası aslında. Yani, nebat, ağaç, otlar ve kökleri, kendi başlarına mı yoksa bir emir tahtında mı hareket ediyorlar.
Eşyadaki, cisimlerdeki yumuşaklık, sertlik, ısı ve yakıcılık özelliklerinin zatından olduğunun tabiatçıların ve birçok insanın tabiatçı nefislerinin bilerek bilmeyerek kabul ettikleri en çok güvendikleri hususlardır.
Yukarıdaki ifadelerde Üstad, tabiatçıların en güvendiği sertlik ve hararet derken bunların kendilerinden olduğunu söylediklerini ifade ediyor herhalde?
Ama, bu tür düşünenler veya kabul içinde olanlar, bitkilerde ne kadar hassas bir denge olduğunu, pek fark etmeseler de, gerçek onların düşündüğü gibi değildir.
Yani ateşin her zaman yakacağına güvenmek...sert şeylerin her zaman sert olacağına güvenmek. Dolayısıyla bir nevi eşyanın zati özelliklerine ezeliyet vermek.
Mesela; köklere destek vermek için, yapraklar bir transprasyon faaliyeti düzenler.
Üstad ta, “...kök ve damarlar: ipek gibi yumuşak, taş ve toprak: sert olan taş ve toprağı deler, geçer.” diyerek, burada bunun hesabını yapıyor ve bu ön kabulü reddediyor, tashih ediyor.
Gerçekte, yukarıdaki ifadeyi gözden geçirdiğimizde, yer ve gök iki muti asker gibi Cenab-ı hakkın emirlerine bakıyor ve itaat ediyor.
Eserde, ilgili konudaki misalde geçen "ben filanca reisin ismiyle gezerim..." diyen seyyah gibi...kökler de sert taşlara karşı "bir saniye... ben Allah’ın adıyla geliyorum ve geçiyorum" diyor sanki.
Burada bir şey dikkatimizi çekmeli herhalde; “O ipek gibi yumuşak damarlar, birer asa-yı Musa (as) gibi, "fekul nadrib bi asakel hacer" emrine imtisal ederek taşları şak eder” diyor; yani ipek gibi yumuşak damarlar aldıkları emri yerine getiriyorlar.
Birçoğumuzun zihninde şöyle bir düşünce olabilirdi; taşlar emir alır, kökler ise müsaade alır mı? Yoksa, her ikisi de emir alır. Bu aynen suyun genişlemek için emir alması gibidir. Kökler de emir alır ve aldıkları emrin neticesinde taşların önüne çıkar ve onları şak edip yararlar. Tabi bu arada, taşlar da tabi şak olma emri almış oluyorlar.
Sanki bir bitkiye öyle bir yaşama azmi verilmiş ki, taşları kırıp, hayatını sürdürmesi gerekiyor gibi. Bitkilerin su sıkıntısında, bu görevlerini yapamadıklarında depresyona girdiklerinin söylendiğini de duymuştuk.
Etrafımıza baktığımızda, sanki her şey manen Bismillah diyor... Emir tahtında hareket ediyor, yani etrafımızdakiler kendi seçimleri-ihtiyarları haricinde, bir emir tahtında hareket ediyorlar ve Bismillah diyorlar, tabiatları yok, (yani, kendilerinden bir işlem yapmıyorlar, kendilerine ait bir şeyleri yok, tercih etme durumunda değiller, herşeyi emirle yapıyorlar gibi...) Bütün bunların arasında bulunan ihtiyar ve irade sahibi bir tek insan var gözüküyor. Demek insan da manen olmasa bile maddeten bismillah demek zorunda kalıyor.
Bütün eşyanın tabiatları emirlere uymak. Bu fotoğrafa uymak için insanın da bismillah demesi gerekiyor... Allah namına vermesi alması gerekiyor... yani emirlere uyması kendi tabiatını terk etmesi (daha doğrusu tabiatı olmadığını itiraf etmesi) gerekiyor ve Allah namına vermeyen gafil insanları bu fotoğrafın dışına itmesi - veya fotoğrafın içine girmeye yönlendirmesi gerekiyor. Yani, seçim hakkı-iradesi kendine bırakılan varlık olarak insanin kendi rıza, arzu ve bilinci ile bismillah demesi gerekiyor..
Peki, biz kimin namına hareket ediyor ve alışverişlerimizi nasıl yapıyoruz.