Oruç aç kalmaktır ama mide yönüyle; ruh ve kalbimiz ise doyasıya mânevî sofralardan istifade eder. Maddî vücudumuz açlıkla kıvranırken, mânevî vücudumuzun keyfine diyecek yoktur. Sair zamanlarda pek yaşayamadığımız parlak duyguların tadına varırız; ebediyyet kokusunu ruhumuzun derinliklerine kadar çeker, dar kalıplardan kurtuluruz. Dünyanın fâni ve cüzî zevklerine gözünün ucuyla dahi bakmayan iştiyaklı bir ibadet makinesi olur çıkarız. Yüce hasletler mahiyetimizde karakter hâlini alır ve cennete namzet olduğumuzu ispat ederiz.
Ramazan-ı Şerifte İslâm Âlemi adeta büyük bir mescit hükmüne geçer; her köşesinde hafızlar ezeli hutbe Kur’an’ı aşk ve şevk ile tilâvet ederler. Vahiy atmosferinde âyetlerin manasını, özünü, esasını soluruz bir ay boyunca. Kur’an âyetleri hayatımıza yön verir; yönümüz sırat-ı müstakîmdir. Kur’an yalnız ölüler için okunan kitap olmaktan çıkar, dirilerin hayatını kabir olmaktan kurtarır. Kur’an’ın dünyasına girmemize mâni prangalarımızı kıran oruç sayesinde, Kur’anî istikamette tutarız kendimizi ve sorarız: Biz mi orucu tutuyoruz, oruç mu bizi tutuyor?
Sair zamanlara nispeten daha lâyık bir hâl ile huzura gireriz, namazımız miraç olur. Dünya, madde, maddî zevkler, nefsî arzular gibi kayıt ve kelepçelerimizden azad olup, mana âlemine kanat çırparız; muhabbetullah iksiriyle kendimizden geçeriz. Kainat sisteminde bir zerre kadar bile maddî hacme sahip olmadığımız hâlde, küllî kulluk mertebesine yükselir, Allah’a muhatap olmak gibi bir yüce rütbeye ulaşır, kullukta, fazilette büyüdükçe büyürüz. Namazın her hareketinde mânevî bir hazine bulur, ibadetin sırlarına ulaşırız. Her “Allahu Ekber” deyişimizde Allah’a yakınlığımız yakınlaşır, her secdede mesafeleri kısaltırız. Orucun kanatlarıyla çıktığımız yücelerde nefsin sesi soluğu duyulmaz, fânî ucuz zevklere tenezzül edilmez, günahın gölgesine dahi rastlanılmaz; çünkü o nurlu hudutları melekler, ruhâniler bekler. Bizim ayağımızı kaydırmayan, ruhumuz, kalbimiz ve bütün bedenimizle kulluk semasında tutan elbette oruçtur. Öyleyse lütfen cevap verin: Biz mi orucu tutuyoruz, oruç mu bizi tutuyor?
Birlik ve beraberlik, sevgi ve kardeşlik bambaşkadır Ramazan’da. İftar sofralarında buluşuruz muhabbetle, sahur sofralarına kalkarız ubudiyetle, Kur’an sofrasında ruhumuzu doyururuz sahabece, teravih sofrasında kâh kıyamda, kâh rükûda, kâh secdede aşkı yaşarız melekçe, paylaşma sofrasına koşarız cömertçe, yetimlerin sofrasına yüreğimizi koyarız samimiyetle, fukaranın sofrasına hurma, çorba, pilav, aş, ekmek dizeriz şefkatle… Tebessüm, yüzümüzün yaldızı; güzel söz, dilimizin tercümanı; hürmet, başımızın tacı; sevgi, yaradılışımızın mayası; güzel ahlâk, özümüz; birlik ve beraberlik, fıtrat çimentomuz; kardeşlik, ta ezelden andımız; paylaşma, en çok paylaştığımız şey; yardımlaşma, en çok yardımlaştığımız şey; dayanışma, birbirimizin ihtiyacına cevap verme, birlikte yaşama erdemine ulaşma şiarımız bizim. Ramazan ayında, oruç mevsiminde bu duygular şâha kalkar, zirveye kurulur ve biz, hakiki insan oluruz. Bizi insanlığın semasına yükselten, bizi biz yapan, bizi bizimle birlikte tutan oruç değil de nedir? Peki, biz mi orucu tutuyoruz, oruç mu bizi tutuyor?
Evet, oruç bizi tutuyor ama biz orucu tutarsak, hakiki oruca, mükemmel oruca ulaşırsak… Yarın sıratta da tutacak bizi, cehenneme düşmekten kurtaracak oruç, ama biz onu tutarsak.