Biz ve yüzümüz

Ümit ŞİMŞEK

En değerli şeylerimizi sayacak olsak, belki ona servet listemizde yer dahi vermeyebiliriz. Belki de bu liste, dünya malı olarak sahip olduğumuz pek çok şeyi de içine alacaktır. (Televizyonundan vazgeçebilecek kaç kişi var?) Fakat, kaşımız ve gözümüz gibi yüzümüzde dahil bulunan organlarımız daha sözün başında tek tek hatırımıza geleceği halde, bir de yüzümüzün bulunduğunu düşünebildiğimiz zamanlar pek seyrek olur.

Neden? Gerçekten de yüzümüz, listenin gerilerine düşecek kadar az mı önemli bizim için?

Hayır, bunun tek bir sebebi var: Yüzümüz, bizim "sahip olduklarımız" arasında yer almıyor. O zaten biziz; varlığımız ve yüzümüz, birbirinden farklı şeyler değil. "Biz" neyi ifade ediyorsa, "yüz" de aynı şeyi anlatır bize ve muhataplarımıza. Aynaya baktığımızda biz yüzümüze değil, kendimize bakarız. Belki kaşımızı, gözümüzü inceleriz; ama yüzümüzü incelediğimizi pek düşünmeyiz. Çünkü o sırada biz yüzümüze değil, kendimize bakıyoruzdur.

Etrafımıza baktığımızda da biz yüzler görmeyiz. Bizim gibi başka insanlar görürüz. Ama herbiri farklı bir insandır onların. Kimiyle özel bir yakınlığımız vardır. Yakınlık duyduklarımızın da herbirine karşı farklı renkte veya farklı ölçüde duygular taşırız. Onları bize tanıtan da, bu duyguları harekete geçiren de, aslında onların yüzlerinden başka bir şey değildir. Yine de biz onların yüzünü değil, kendilerini görürüz ve kendilerini hatırlarız.

Kendileriyle dünyamızı paylaştığımız diğer canlılar da bu hükmün dışında değildir. Genel olarak da, özel olarak da onları bize yüzleri tanıtır. Bir serçeden söz ettiğimizde hayalimizde canlanan, hiçbir zaman onun kanadı yahut kuyruğu değil, sevimli yüzüdür. Kediyi bize hatırlatan yüzü olduğu gibi, kediler arasında bizim kendi kedimizi bize tanıtan da yine onun yüzüdür. Bir yunusun yüzündeki olağanüstü tatlılığı bir yana bırakacak olursak, geriye onu hatırlatacak ne kalır? Bir kaplanı ürkütücü kılan da, kaplanın yavrusuna sevimliliğini veren de yüzünden başka birşey değildir.

Ama yine tekrarlayalım: Biz bu canlılardan hiçbirinin yüzüne baktığımızı düşünmeyiz. Oysa baktığımız, gördüğümüz ve tanıdığımız yer, hepsinin de yüzüdür. Lâkin, baktığımız yerde biz bir yüz değil, bir varlık görürüz. Böylece, hangi canlı söz konusu olursa olsun, onun yüzü, ifade ettiği anlam itibarıyla, bizim için bir varlığın tâ kendisi olur, öylece karşımızda belirir.

Gariptir, canlıların dışına çıktığımızda, "yüz" dediğimiz kavramın biraz daha bilincine varır gibi oluruz. Bizim bildiğimiz ve âşinâ olduğumuz anlamda bir yüzü olmayan varlıkların, bu defa bakmışsınız, yüzlerinden söz etmeye başlamışızdır. Sözgelişi, çiçeklerin yüzleri bir bir beliriverir karşımızda. Hepsi bir arada, baharın yüzünü resmeder. Sonra karaların, denizlerin yüzlerini seyrederiz. Nihayet ayaklarımızın altında yeryüzü serilir, başımızın üstünde renk renk yıldızlarıyla gökyüzü bize gülümser. Kısacası, bakışımızı ne yana çevirsek, karşımızda bir yüz vardır. Böylece, canlı-cansız, sayısız "yüz"ler arasında hayatımız sürüp gider.

İşte, böylece, yüzü hayatın vazgeçilmez bir parçası yapan, hattâ bir anlamda hayatın tâ kendisi haline getiren bir sır, onu aynı zamanda dikkatimizden de kaçırıverir. Derya içinde deryadan habersiz yaşayan balıklar gibi, biz de varlık âleminin en esaslı ve en esrarlı gerçeklerinden biriyle her an yüz yüze, iç içe, ama neredeyse onun farkına bile varmadan yaşar, gideriz. Çünkü onun yokluğunu düşünmek aklımıza gelmez. Zaten aklımıza gelse de düşünemeyiz. Düşünsek de içinden çıkamayız. Zafer

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.