Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı Dersleri-32: Biz Yalnız Değiliz!
Karanlık bir boşlukta, dehşetli ateş topları ve büyük gök cisimleri arasında müthiş bir hızla akıp giden dünyanın içindeki insan, “şu koca kâinatta ne yaptığını ve burada yapayalnız olup olmadığını” sorar. Gelin bu soruları bir de biz soralım. Bu yazımızda, altı adetlik bir yazı dizisiyle takdim edeceğimiz ve eğitim programımızın “İman Hazinesinin Varlığını Delillerle İspatlamak” isimli ikinci ana bölümünün “2.Hakikati” olan ve Yirmi Dokuzuncu Söz’ün işlendiği “Kâinatta Yalnız Mıyız” başlıklı dersin ilkiyle yolculuğumuza başlıyoruz. Sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için görsel destekli ders videosunun da https://youtu.be/oGzQJCqIOZM adresinden izlemenizi tavsiye ediyoruz.
Biz Yalnız Değiliz! (“Kâinatta Yalnız Mıyız” Giriş Metni)
İnsanın hakikat arayışındaki büyük yolculuğunda en evvel karşısına tarifi imkânsız büyüklükte ihtişamlı galaksiler ve 100 milyar kere 100 milyar gibi akıl almaz sayılarla adetleri ifade edilen parlak yıldızlar çıkar. Gözünün ve aklının alamayacağı bu azametli büyüklük karşısında ancak büyük bir hürmet hissiyle hayret etmekten başka bir şey yapamayan insan, kendi küçüklüğünü seyre dalar. Karanlık bir boşlukta, dehşetli ateş topları ve büyük gök cisimleri arasında müthiş bir hızla akıp giden dünyanın içindeki insan, şu koca kâinatta ne yaptığını ve burada yapayalnız olup olmadığını sorar. Bilimin zayıf mum ışığıyla önünü aydınlatmaya çaresizce çabalayan ve düşe kalka karanlıkta ilerlemeye çalışan o insanın aklına, bu büyük sorusuna câzip cevaplar aramak ve ebedî yalnızlığına kendince çareler bulmak gelir.
Hâlbuki henüz daha kâinatın görünen şeklinin ve dünyadaki hayatın ne kadar özel ve mucizevî olduğunun idrakinde değilken ve kendinin, bulunduğu yere rastgele atılmış ve gördüğü her şeyin de kendiliğinden oluşmuş olduğunu zannederken, başka yerlerde de kendisi gibi canlıların olduğunu veya olması gerektiğini hayal eder. Bu karşı koyulmaz derecede çekici fakat bencil isteğini, fikir suretinde ortaya koyar ve der ki: “Şu küçücük dünyada bu kadar canlılar bulunsun da, trilyonlarca yıldızın, milyarlarca galaksinin içinde hiç hayat olmasın! Evet, mutlaka vardır ve olmalıdır. Biz yalnız değiliz!”
Kanaatimizce ateist ve maddeci bir gözle bu kâinata bakan birinin, kâinatın devasa büyüklüğünden dem vurarak, bu kadar büyük bir kâinatta mutlaka başka birilerinin de olması gerektiğini iddia etmesi, mantıken geçerli görülmekten son derece uzak, sığ bir yaklaşımdır. Çünkü Tabiat Risalesi izah metinlerinde öğrendik ki, bütün kâinat işini bırakıp bir tek protein molekülünü üretmeye kalksa, yine de doğru neticeye isabet etmek için yeterli sayıda zaman ve madde parçacığı yoktur. Hayatın tesadüfe dayalı evrimsel mekanizmalarla oluştuğu iddiasında olan fakat nasıl olup da böyle imkânsız bir mucizenin gerçekleştiğini matematiksel olarak açıklayamayan birinin, kâinatın diğer yerlerinde de mutlaka dünya dışı akıllı hayatın bulunduğuna dair tezleri, dinlenmeye lâyık değildir.
Bize hayat imkânı verecek düzendeki bir kâinatın oluşma ihtimalinin ise akıl sınırlarını çok aşan bir sayı olan 10 üzeri 10 üzeri 123’te bir tek ihtimal olarak hesaplandığını hatırlayacak olursak, tesadüfe dayalı bir yaşam kurgusu içinde bulunanların, dünya üzerindeki hayatın aslında hiçbir zaman gerçekleşmemiş olması gerekecek düzeyde imkânsız bir mucize olduğunu gösteren ve inkârı mümkün olmayan tesadüfe dayalı matematiksel ihtimal hesaplamalarının imkânsız senaryolarının mevcut kâinatın çok dışına taştığını çaresizce görerek, oluşum ihtimallerini çoğaltma ve mümkün hale getirme çabasıyla 10 üzeri 500 sayıda çoklu evreni hayal edenlerin, gerçekçi davranarak şu itirafı yapmaları gereklidir: ”Her nasılsa kâinat içinde ve bulunduğumuz gezegen üzerinde böyle şaşırtıcı oluşumlar meydana gelmiş. Fakat bu kadar imkânsız görünen olayların, kâinatın muhtelif yerlerinde de mutlaka ve hatta çok sayıda gerçekleşmesi gerektiğini iddia etmek, gerçeğin ifadesi olamaz ve böyle bir iddianın, gerçek olmasını istediğimiz bir hayalden bahsetmekten öte bir anlamı yoktur.”
Buraya kadar kâinatı ve hayatı yaratan bir Allah’ı kabul etmeden, bildiğimiz hayat dışındaki muhtemel yaşam formlarıyla ilgili materyalist felsefenin söz söylemeye hakkı olan sınırlı çizgiyi ifade ettik. Şimdi diyoruz ki: Eğer dünya dışı bir yaşamın varlığından bahsedilecekse, en önce yaşamın ve kâinatın yaratıcısı olan Allah kabul edilecek ve daha sonra O’nun varlığının gerektirdiği hakikatlar noktasında meselemiz yeniden değerlendirilecek. Yani bir Allah’ın varlığı ışığında ve O’nun tarafından bakılarak “akıl ve şuur sahibi yabancı yaşam formları kavramı” tekrar incelenecek. Bu konuda ilahî bir bilgilendirme ve haber varsa ona itibar edilecek. Bilmediğimiz şuurlu yaşam formlarının var olup olmadığı ve varsa ne şekilde olduğu, bizzat hayatın sahibi ve yaratıcısından öğrenilecek. İşte meleklerin ve ruhanîlerin varlıklarını ispatlayan Yirmi Dokuzuncu Söz’ün mükemmelen yaptığı tam da budur.
Bu arada şöyle bir bilgiyi de verelim: Kur’ân ve hadis ile varlıkları kesin olarak ve detay verilerek bildirilen canlılar; sadece cinler, melekler ve ruhanîlerdir. Bunların dışında dünyada olduğu gibi diğer bir başka gezegende de yaşayan ve biz insanlara benzeyen akıllı yaşam formları hakkında verilen kesin bir bilgiye rastlanmamaktadır. Fakat bazı ifadelerden dünya dışı yaşamın muhtelif şekillerde var olabilirliği ihtimali de çıkartılabilmektedir. Örneğin Talak suresindeki bir ayette geçen “Allah’ın yedi kat göğü ve yerden de onların benzerini yarattığı” ifadesi, yerküremize benzeyen ve canlıların yaşadığı ve bilinen uzay içinde bulunan başka yedi yerkürenin varlığından bahsetmek olarak görülebilir ve bu paralelde mana veren İslam âlimleri de olmuştur fakat bunun bir kesinliği yoktur ve olsa olsa ayetin muhtemel yorumlarından biri olabilir. Yaşadığımız dünyanın dışında veya paralel bir âlemde yaşama uygun farklı gezegenler olsa bile, orada insan gibi mükellef ve sorumlu varlıkların yaşadığı konusunda kesinlik içeren bilgi veren bir ayet veya hadis yoktur. Eğer oralarda bize bildirilenlerin dışında başkaca bir yaşam türü olsaydı, böyle önemli bir olay mutlaka bildirilirdi denilebilir.
Buna rağmen böyle bir düşüncenin kendisi de kesinlik içermez. Belki Allah ve Resulü ilahî maksatların gerektirdiği ve bilmemiz gereken kadar bilgi vermişlerdir diye de düşünmemiz mümkündür.
Fakat her durumda şöyle önemli bir gerçek vardır ki, kâinatın tamamını kaplayan şuurlu yaşam formlarından zaten haber verilmiştir. Ayrıca Allah Kur’ân’ına “Âlemlerin Rabbi” diye başlamıştır. Yani melek, cin ve ruhanîler haricinde de başkaca dünyalar ve akıllı canlıların bulunması ilahî kudretin imkânı dâhilindedir. Bu dünyaların varlığını ilahî hikmeti gerektirmişse ve iradesi ile de hükmetmişse elbette yaratmıştır. Temellendirmemiz gereken asıl nokta budur.
Dünya dışı yaşam kavramının, ne din ile ne de bir yaratıcı düşüncesiyle çatışmadığını kesin olarak söyleyebiliriz. Çünkü ilahî vahiyde dünya dışı yaşam yoktur denilmiyor, aksine ilahî yaratımın çokluğuna ve kudretin sonsuzluğuna sürekli atıfta bulunuluyor. Diğer taraftan tespit edilmiş akıllı yaşam formu zaten yoktur. Bir gün bu ihtimal gerçekleşirse ne olacak sorusuna vereceğimiz cevap şu olacaktır: İşte o gün sadece ilahî kudretin harikalığına tekrar şahit olacağız, o kadar. Sizinle kaynağı çok kuvvetli olmayan ilginç bir rivayeti de burada paylaşacağız. Beyhaki’nin rivayet ettiğine göre İbn Abbas (tefsir âlimi) şöyle demiştir: “Yedi adet arz (dünya) vardır. O yerlerin (âlemlerin) her birisinde sizin peygamberiniz gibi bir peygamber, Âdem gibi bir Âdem, Nuh gibi bir Nuh, İbrahim gibi bir İbrahim ve İsa gibi bir İsa bulunmaktadır."
Tüm bunlar çok enteresan ifadeler de olsa kesin olarak bilmemiz gereken sadece iki şey vardır ve gerçek anlamda önemli olan da yalnızca bunlardır:
1-Biz kâinatta yalnız değiliz!
2-Yaratılış maksadımızı bildiren bir yaratıcımız var!