“Hesbun-Allah veni’mel vekil” Yani “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir”. (Âl-i İmrân Sûresi: 173.) Ayeti Risale-i Nurlarda çok geçmektedir.
Hatta bu konuda “Hasbiye Risalesi” diye bir risale telif edilmiştir. Özellikle mahkeme salonlarında müdafaa ederken son söz olarak hep bu ayet zikredilmiştir.
“Allah ne güzel vekildir.” Bir diğer ifade ile “Allah en güzel vekildir.”
Burada –haşa- Allah’ı başkaları ile, yani fanilerle kıyaslamak değil elbet… Zira O hiçbir şeyle, hiçbir kimse ile kıyaslanmaya gelmez.
Ancak burada ifade edilmek istenen bilgimiz ve hayalimizin ulaşabileceği “en güzelin” mertebeleri arasında “en güzeli” demektir.
Üç kişiye vekâlet eden bir avukat düşünün bu avukat bu üç müvekkilinden ikisinin hakkını gerektiği şekilde alsa üçüncüsüne hiç bakmasa veya kaybetse bu avukata “çok iyi bir vekildir” denebilir mi?
Elbette denmez, yüzde 33 fire vermiş demektir.
Bir başka avukat düşünelim vekâlet ettiği tüm davaları kazanıyor. Müvekkillerinin tüm haklarını en ince detaylarına kadar alıyor. Böyle bir avukat harikadır, emsalsizdir. İşte böyle bir avukata yetişilmez.
İşte “Allah ne güzel vekildir” ifadesinde vekâlet vasfının zirvesinde bir Allah’tan bahsedilmektedir.
Yani, vekâletini aldığı insan, hayvan, melek ve ruhanilerin, bitkilerin ve cemadatın her türlü yaşam haklarını ve hayatlarını idame etmelerinde kendilerine lazım olan her şeyi, ama istisnasız her şeyi vaktinde, zamanında ihtiyaç olduğu nispette yaratıp veren bir vekil…
Zalimden mazlumun hakkını almaktan tutun ta boynuzlu bir keçiden boynuzsuz bir keçinin hakkını almaya kadar uzanan bir vekalet…
İnsan ölüp mezara girdiği zaman adeta sıfır noktasındadır. Yani her şeyini kaybetmiştir.
Hayat hakkını, yaşamak hakkını, gençlik hakkını, görme hakkını, işitme hakkını, yeme içme gezme tozma hakkını kaybetmiştir. Bu durumdaki bir insana vekalet edecek müvekkilin tüm bu hakları alıp kendisine iade etmesi lazımdır ki, güzel bir vekil olsun.
İşte bu noktada “Allah ne güzel vekildir” ifadesi bir güneş gibi parlıyor. Tüm dünyamızı aydınlatıyor. Derinden bir “ohhhh!..” çekmemize vesile oluyor.
Bu durumda şöyle bir durum ortaya çıkıveriyor. Yaratılmış olan her canlının en güzel vekili Allah’tır. O halde bir an-ı seyyale kadar kısa bir zamanda dünyaya gelen ve o kısacık süre içinde elde ettiği her şey artık o andan itibaren teminat altına alınmış demektir.
Bazen bir kelebek, bazen de bir çiçek, yaratılır dünyaya gelir ama çok kısa bir zaman sonra ölür gider.
Veya bir insan yavrusu hayata gözlerini açar sadece bir nefes alıp verir, ama arkası gelmez ve ölür gider.
İşte bu insanın vekili de Allah’tır. Onun yaşama hakkı artık o saniyenin binde biri kadar geçen zaman içinde de olsa kazanılan yaşama hakkı koruma altına alınmış demektir. Ve o çocuk cennette ebedi olarak “vildanun muhelledun” hitabına mazhar olmuş ve “Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar.” (Vâkıa Sûresi: 17.) arasına girme hakkını kazanmıştır.
Demek ki, önemli olan bir an bile olsa o hakkı elde etmektir. Gerisi hiç önemli değildir. Bu dünyada ha bir gün yaşamışsın ha bir sene ha bin sene hiç fark etmez… Adeta piyango gibi “yaşama bileti” sana çıktığından sen artık ebedisin, ebedi olarak yaşayacaksın demektir. Geçici olarak toprak altına girmenin hiçbir zararı yoktur. Sonuçta madem ebedi yaratılacaksın o halde üzülmeye değmez.
Çünkü sen, “Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir.” (Asay-ı Musa sh. 196) hakikatına mazhar olmuşsun…