(Kànûnî Kardeşimizin manzûmeye başlamasından önce kaleme alınmış ve neşri gecikmiş bir dâvet oldu.)
“Hâriçten gazel” dedik, maksat “dâhil”e çekmek;
Gel gör ki, bu mevzûda bize çıkmadı ekmek…
Kànûnî yaman biri, yaş tahtaya basmıyor,
Ben de denedim ama, asıl Cezerî’ye sor…
Onca dâvet yapılsa bana, hemen koşardım;
Alkışlara kapılır, gururlanır coşardım.
Böyle seyirci olsun dostlar başına dâim;
Şan-şöhret arzûsu yok, izzet-vakarla kàim…
Ne güreşte gözü var, ne şampiyon olmakta;
Ne iktidar, ne servet, ne mal, ne de toprakta!
“Allah’ın ni’metidir”, böyle mütevâzı’ zât;
Kenarda durmak zordur: çünki, yaşadım bizzât…
Doğruları yazıyor, “aydan ak” olsun yüzü;
Bizlere nasîhattır, aslâ dokunmaz sözü.
Mahlası yanlış almış, uygundu “şârîh” demek;
Dostların yazısına sarfeder onca emek…
Hayli şumûllü bir söz “Kànûnî”, mânâ derin;
Duralım üzerinde bâzı ihtimallerin.
Latin harfleri ile tam da anlaşılmıyor;
“Kânûn” mu? “Kànûn” mudur? Tahmîn etmek hayli zor!
Bir “ocak”a mı mensup; “kànûn” adamı mıdır?
Belki de “kànûn” denen sazın icrâcısıdır…
“Rûmî” takvimden iki ay olabilir, eski;
Hani: “Kânûn-i Evvel, Kânûn-i Sânî”, belki!
Yoksa şu son günlerin “muhteşem” dizisi mi?
Bu “mahlas”ın sâhibi o çeşit birisi mi?
Bu ihtimâl muhaldir, mânâda mümkin fakat;
Açıklasa hangi tez doğru, hangisi sakat!
Kendisi söylemezse bilmeyeceğiz bunu?
Haydi Kànûnî, artık boz şu suskunluğunu!