Hâl’ime Edip’in yazısı
Gözüm güneşe ilişti İbrahim misali. Gözümün gördüğüne yetmiyordu aklımın bildiği. Zaten gönlümün hissettiğine de denk gelmiyordu bu anlamsız bilgi birikimi. Yoksa siz, aklın alanına girmez mi zannediyorsunuz hisleri? Peki o zaman nasıl açıklarız şairin ‘deli gönül sevdasını ben bilirim’ deyişini, İbrahim’in batanların ilah olamayacağını anlayıp da onları sevmeyişini? Ama haklısınız… Büyükler bize yanlış öğrettiler. Aklı kalpten ayrı bildiler. Dini sadece kalbi bir his ve dildeki iki kelam olarak gördüler. Sırf bu yüzden, yıllardır Allah’ı an’makla mutmain olmuyor kalpler. Hâlbuki insan sevdiği kadar öğrenir-bilir, bildiği kadar sever. Bu iki olgu sürekli olarak birbirini takip eder ve destekler.
Eğer Allah’ı an’dığımda mutmain olmak istiyorsam ilk önce an’lamam gerek La ilahe’yi. Sonra an’lamlandırmalıyım Allah kelimesini. En son kalbime an’latmalıyım La ilahe illAllah cümlesini.
Evet, ne bir ön kabuldür ‘La ilahe illa Allah’, ne de bir taklidin simgesi. Aksine o, bilişsel öğrenme basamaklarından geçen bir araştırmanın sonucudur, bir tahkikin neticesi.
Gözüm güneşe ilişti İbrahim misali…
Güneş her gün doğuyor, dünya kendi ekseni etrafında 1600 km/saat hızla dönüyor, ay bu dönüş sırasında dünyaya eşlik ediyor, yeni doğan bir kuş hiç eğitime tabi olmaksızın uçabiliyor, insan midesi kendisine gelen besinlere göre salgı salgılayıp besini parçalayabiliyor, elektron çekirdeğin etrafında tespit edilemeyen bir hızla dönüyor… Güneşin, dünyanın, ayın, midenin, kuşun, elektronun, yaptıkları işi düşünüp organize edecek, düzenleyecek kabiliyetleri yok (La ilahe); onları düzenleyen, organize eden, ne yapacaklarını bildiren biri olmak zorunda (illa Rab). Çünkü onlar bu işi yapacak ilme de sahip değiller (La ilahe); bütün bu işleri yapan kişi, bu işler için gerekli ilme sahip olan kişidir (illa Âlim).
İçimdeki merhamet duygusundan dolayı muhtaç durumda olan kişilerin ihtiyaçlarını gideriyorum ama bakıyorum ki kendimin de kendi kendime gidermediğim bir takım ihtiyaçlarım var. O zaman ben mutlak ihtiyaç giderici olamam (La ilahe); benim ve başkalarının ihtiyacını gideren fakat kimseye ihtiyacı olmayan bir zat olmalı (illa Samed).
Bir çiçek dalından koparıldığında solup güzelliğini kaybediyor. Eğer güzelliğinin kaynağı kendisi olsaydı asla solmaması lazım gelirdi (La ilahe). Bu güzelliğin kaynağı her durum ve şartta güzelliğini muhafaza edebilen biridir (illa Cemil).
Kalbim çirkin bir adamın ipeksi sözlerine sevdalanıyor. Ama nehirlerce dil dökse de tatmin etmiyor gönlümü, yetmiyor sevdamın devam etmesine. Demek sevginin membaı ne kelimedir ne de çehre (La ilahe). Dilediği zaman dilediği şeyden ötürü sevgi hâsıl edebilendir asıl sevginin sahibi (illa Vedud).
Şu halde kâinat üzerindeki hiçbir varlık, üzerinde bulundurduğu özelliklerin (dönme, uçma, bilme, ihtiyaç giderme, güzellik, sevilme…) kaynağı değildir. Fakat bu özelliklerle var olduklarına göre hiç birisi kendi varlığının var edicisi olamaz. Başka bir deyişle; hiç birisi olamaz: La ilahe.
İlah diye bildiğim varlık Rab, Âlim, Samed, Cemil, Vedud diyebildiğim olmalıdır. Tüm bu isimleri üzerinde barındıran bir zat ancak ilah olabilir: illa Allah*².
O zaman; ‘La ilahe illAllah’.
*¹: Benjamin Bloom’un bilişsel öğrenmeyi aşamalı olarak sınıflandırıldığı kuram.
*²: Mutlak Varlık’ın bütün isim ve sıfatlarını ihtiva eden özel ismi.