Japonya’da “bo/bodhi” ağacı vardır; tuhaf ve bir o kadar da kutsal sayılan bir ağaç.
Guatam Buda’nın “bo” ağacının altında aydınlandığına inanılır. Böylelikle bu ağaç Japonya’da dillere destan olur ve kutsallığı ile de bilinir. Bu yüzdendir ki, Japonya’daki ağaçların çoğu “bo” ağacıdır.
Orada yüzlerce yılla ifade edilen yaşlı ve ancak on santim boyunda olan “bo” ağaçları vardır. Mesela; dört yüz yaşındaki bu ağaçlar cüce görünümündedirler. Yüz yaşındaki bir “bo” ağacını saksıda rahatlıkla görebilirsiniz. Ama doğal ortamında hızlı büyür, 30 metre kadar yükselebilir ve 3 metre gövde çapına ulaşabilir. Uzun ömürlü bir ağaçtır; ağacın tamamıyla büyümesi ise 100 ile 3000 yıl alır.
Efsanevi bir yönü olan “bo” ağacının aslında öyle bodur kalmasının hikâyesi de ilginçtir. Ağacı dibi açık bir saksıya dikerler. Kökleri aşağıya her sarktıkça keserler. Tekrarlanan bu kesme işiyle, kuvvet alamayan kökler gövdeyi bodur hale getirir. Yaşlansa bile bir türlü gökyüzüne dal budak salamaz. İşin başka ilginç yanı da Japonların bunu sanat adına yapmalarıdır. Göklerde arz-ı endam etmesi gereken bu “bo” ağacını odalarının bir köşesinde, minyatür ağaç gibi, saksının içinde, ailelerinin bir objesi, bir ferdi imiş gibi saklarlar; böylelikle ağaç sevgilerini tatmin etmiş olurlar.
“Bo” ağacı, bodurluğuyla birlikte yine de ağaçtır; bütün özelliklerini üzerinde taşımaktadır. Yalnızca bodur kalmıştır, büyüyememiştir; dal budak salmadan budanmıştır. Tüm ağaç olma potansiyelini özünde saklamak zorunda bırakılmıştır. Deyim yerindeyse büyük olma olgusu körelmiştir. Bir tür iğdiş edilmiştir. İnsanların bencil arzuları adına bir saksıya mahkûm edilmiştir.
Bir ağacın dal budak salarak gökyüzünde kollarını uzatması aslında kendine yaraşan yalvarışıdır, duasıdır; ağacın özgürlüğüdür. Köklerini keserken ve onu sürekli budarken insanların yaptığı bir tür baskıdır, dayatmadır, doğallığı yok saymaktır; fıtrata karşı gelmektir.
Ayni şeyi bir insana yaptığımızda ise, sonuçları çok daha vahim olarak karşımıza çıkar. Doğal büyümeye terk edilmeyen bu ağaçlara uygulanan bu işlemin ne kadar doğru olduğunu tartışmak bir tarafa, bundan alacağımız kimi derslerin olduğunu hesaba katmamız ise özellikle çocuk terbiyesinde önemlidir.
Ailelerde, fizyolojik olarak büyüyüp de psikolojik, ruhsal ve manevi olarak büyüyemeyen, bodur ve cılız kalan, hatta iğdiş olan nice çocuklarımız var. Fizyolojik büyüme kendiliğinden olan bir olgu. Ama çocuğun ruhsal büyümesinde ise özene ihtiyaç var. Onu ihmal ettiğimizde “bo” ağacına yapılanın yüz misli uygulanmış olur. “Bo” ağacının tam tersine, büyümüş ve koca bir gövdeye sahip olsa da, içinde taşıdığı öz ve manevi değer itibariyle ya tamamen silinmiş ya da başka olumsuzluklara kaynaklık edecek bir yapıya dönüşmüş olur.
Çocuk, ona fazla bir şey yapmasak da, er geç büyüyecektir. Ama ruhsal yapısının, manevi dünyasının ihtiyaçları, gıdaları öylesi gelişigüzel bir şekilde karşılanması ise mümkün değil.
Önce, çocuğu içten büyüten, yeteneklerine kıvraklık kazandıran, dış dünyasından daha büyük bir dünya ona bahşeden kökleri durumunda olan manevi ihtiyaçlarını tespit etmekle işe başlamamız gerekir. Sevgi, korku, ilgi, aşk, güven, ait olma, sığınma, manevi doyum gibi duyguların doyumsuz bırakılamayacağını ve onların asla kesilemeyeceğini bilmek çok önemlidir. “Bo” ağacının gövdesinin yalnızca büyüyememesinin karşısında, çocuğun iç dünyasının ihtiyaçlarının, ama olumlu ama olumsuz, bir şekilde karşılanmasının zorunluluğudur. “Bo” ağacı büyümez, dal budak salmaz; dünya da yıkılmaz. Ama çocuğun ruhsal hayatının fıtratı doğrultusunda doyuma ulaşamaması ya da başka olumsuzların hışmına uğramasıyla ailenin de, toplumun da, dünyanın da düzeni bozulabilir ve hatta dünya da yıkılabilir.
“Bo” ağacına uygulananın tersine, çocuğun beslendiği manevi köklerini kestiğimizde, fizyolojik yapısına değil belki, ama psikolojik yapısına çok büyük zarar vermiş oluruz; görülmeyen, fakat hayatımızın her alanında hissedeceğimiz bir zarardır, bir yıkımdır bu.