"İnsanlar intihar etmek yerine işe dalıyorlar." Thomas Bernhard, Düzelti'den...
Pişmanlık bir ateştir ki 'onunla yananı Allah cehennemde bir daha yakmaz' diye ümit edilir. Yoksa insan yanmaya gelmiş âleme. Olduğundan başka birşey olmaya gelmiş. Nurlanmaya gelmiş. Kundakçı filminde denildiği gibi 'Ateş sudan daha fazla şeyi temizliyor' bazen. Suyla yıkadığınızda tozlar gider şekiller kalır. Ateşle yaktığınızda şekiller de akar gider. Sadece aslın üzerindeki arızîlikler değil aslı da yokolur. Yıkanan yine tozlanır da yanan bir daha eskisi gibi olmaz.
Akıl ki, koşturandır şuurun koridorlarında. Duygular tutunmanı sağlayanlardır. Koşarken birşeyleri tutmaya gayret eder insan. Durmak, oyalanmak, doymak ister. Hiç değilse yanında onlar da koşsun ister. Olamaz. Tutundukları ellerinde kalamaz. Koşmamak elinde değildir. Yine de tutmaya çalışır. Bu sürtünmenin şiddetinden bir hararet oluşur. Dokunanı yakan cümleler kurmaya başlarsın. Senle de tutuşanlar olur. Bu da bir nevi ateş salmaktır âleme. Fakat nârı görünmez. Allah, belki, ayyüzlü güzelleri de birer kibrit olarak atmıştır. Mecnunlar yanmasını öğrensin diye. Çalıyla tutuşan gözünü ormana diksin diye. 'Leyla' diyen, diye diye, 'Mevla' demesini öğrensin diye.
Yazmak suya atılan taş gibi. Yazmak unutulmuş bir piknik ateşi. İnsan yanacak. Ya aşkla yanacak, ya aczle yahut da pişmanlıkla. Mutlaka yanacak. Çünkü dönüşecek. Cennete layık birşeye dönüşecek. Tırtılı kelebek olacak. Bu yüzden yanmayı arıyor. Yakacak şeyler arıyor. Nasıl kaçacaktık ki? İsmi ne olmuş ne farkeder? Bir şekilde uğruna kül olacağı bir ateş buluyor insan. Boğulmaya korktuğumuz denizlerden kaçmak için boğulmayı seveceğimiz denizler arıyoruz. Çektiğimiz acılardan dolayı ne kadar bahtımıza kızarsak kızalım, şunu biliyoruz: Eğer onlar karşımıza çıkmasa, yine başımızı belaya sokar, bir yenisini bulurduk uğruna kahrolacakların. Varlığını birşeylerin varlığına feda etmek insanın kanında var.
Var delilim. Hem de çocukluğumdan: Bir çocuğun başının belaya girmemesi mümkün mü? Hele o merakla. Merak bizzat bela çeker bir mıknatıstır. Çünkü seni etkilenmeye açar. Etkileneceklerinin sayısını arttırır. Gelmesi de değil, hatta, senin üzerine üzerine gitmendir. İnsana merak verilmiş. Demek bela verilmiş. Etkilenmenin yolu açılmış. Hayretinin şiddeti mutlaka korkuya çalınır. "Nevide celalidir, fertte cemalidir." Merakken memnun olup, öteki tarafında 'bela' yazınca gücenmek niye? Güzeli bilmenin bedelidir yokluğundan acı çekmek.
Hem gücenmezsen diyeceğim ki: İnsan bu, kalbinin tavafı, gaye-yi hayalinin etrafında dönmektir. Ve bu haccın rükünleri de değişiktir. Tezatlarının içinde de say yapar. Hayretinin meydanında toplanır. Sen, onları bazı nefis, bazı vicdan diye işitiyorsun. Tepeden tepeye koşup duruyorsun. Tepe içeride, koşan dışarıda; koşan içeride, tepe dışarıda. Sen kalbini içinde mi sanıyorsun? Belki de sen kalbinin içindesin? Dalgınlığını düşün mesela; yahut birşeye (belki hayrete) gark olduğun anları, daldığında nereye dalıyorsun? İnsan kendinden küçük birşeyin içine dalabilir mi?
"Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti, yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür."
Sen bana gel diye değil. Mümkünse ben geleceğim. İçindeki kendim'e korkmadan değeceğim. İnsandan insana bir yoldur fıtratı. Kendimize dürüst olduğumuzda ötekimize de ulaşabilir oluruz. Bir vahdet sikkesi vurulmuş üstümüze. Ben biraz sensem, sen biraz bensin, biz biraz onlarız. Yoksa nasıl anlaşırdık kelimeler hakkında? Aynı kelimeleri bu kadar önemseyişimiz de bence bundan. Hatta ne kadar çok aynı kelimeleri önemsiyorsak, o kadar canız, canânız, candanız, kardeşiz birbirimize. "Müminler ancak kardeştir." Çünkü aynı kelimelere değer verirler. Aynı kelimelere aynı anlamları yüklerler. Aynı tanımlara inanırlar. Bu kelimeler yokolduğunda biz de yokoluruz. Kur'an bu kelimeleri saklar sayfalarında bizler için. Unuttuğumuzda dönüp onları bulabilmemiz için.
Gezsen bütün İslam diyarlarını; hatta cümle müminlerin evlerini; duvarlarda aynı, dillerde aynı, kalplerde aynı, bahtlarda aynı ne çok cümleler işiteceksin. Melekler bizi seslerimizden ayırıyor. İsrafil bizi bir sesle öldürüyor, bir sesle uyandırıyor. Yağmur geleceğini hepimize bir sesle haber veriyor. Bu aynılık ne hoş birşey! İnsanın yalnızlığını alıyor. Yalnızlık isteyen içine düşkün olur. Yalnızlıktan korkan dışına. Bazımız içimizden korkuyoruz dışımıza dalıyoruz. Bazımız dışımızdan korkuyoruz içimize batıyoruz. Korkunun en tatlısı kendimizden korkup Allahın rahmetine sığınmaktır. 'Allah'tan en çok âlimler korkar.' Çünkü bilirler Ondan korkmanın kârını. Şanı 'sığınanı incitmemek' olandan korkmak ne güzeldir!