Son günlerde kamuoyunda gündem oluşturan ‘iki dil’ tartışmaları, sorunun hakiki kökenini ele almaktan kaçındığımızı gösteriyor.
BDP dil üzerinden yaptığı etnik siyasetle, Kürt sorununu üreten zihniyeti harekete geçirip ona hayat veriyor. Bir süredir siyaset arenasından biraz olsun çekilmek durumunda kalmış asker, ‘çift dil’ tartışmaları üzerinden siyasete ayar veriyorsa sebebi budur.
Genelkurmay Başkanlığı bunu; “Son günlerde ‘dilimiz’ üzerinde kamuoyunun gündeminde yer alan birtakım tartışmaların, cumhuriyetimizin temel kuruluş felsefesini kökten değiştirecek bir noktaya doğru hızla götürülmeye çalışıldığı endişeyle izlenmektedir” diyerek yaptı. Hâlbuki siyasi partilerin muhatabı siyasi partilerdir, asker değil.
Şunu görmek lâzım, farklı ırkların kendi dillerini konuşması toplumu bölmez, insanların doğuştan gelen kendi dilleriyle konuşma hakkını yasaklamak aslında toplumu böler. Türkiye’de Kürt sorununun temelinde inkâr edilen ve yasaklanan Kürtçe vardır zaten.
Arapça konuşan Araplar, 22 devlete bölünmüşlerdir. Türkçe konuşan devletler de bölünmüş durumdalar. Ortak dil onları birleştirmeye yetmemiştir. Ancak 40 küsür dili konuşan Hindistan bir bütündür. Birçok farklı dil konuşan Malezya bir bütündür. İngiltere’ye bakınız, durum değişmez.
Efendim, dil her şeyden önce bir araçtır. İnsanların tasavvur dünyaları arasında kelime ve cümlelerle köprü kuran mucizevî bir araç. Konuşurken kullanılan kelimeler ve cümlelerin kapısını araladığı dünya görüşü var ya, işte o insanları ya böler ya da birleştirir.
Bu yüzdendir ki, Kürt ve Türk ulusalcıların konuştuğu dil ister Türkçe, ister Kürtçe olsun fark etmez, bölmektedir. Abdullah Öcalan Türkçe konuşmakta, bütün mesajlarını Türkçe vermektedir, değil mi? Ama kendisine “bölücü başı” denmektedir. Neden acaba?
Hatırlıyorum, Öcalan’ın Suriye’de olduğu son dönemlerdi. PKK’nın Avrupa’dan yayın yapan tv kanalı MED TV, görüşlerini açıklamak üzere canlı yayında Öcalan’a bağlanmıştı. Kendisine Türkçe’yi işgalcilerin dili gördüğü hâlde neden hâlâ Kürtçe değil de Türkçe konuştuğu sorulduğunda, ‘Nelson Mandela da beyaz ırkçıların dili İngilizceyi konuşarak ülkesinin bağımsızlığını sağladı’, mealinde cevap vermişti.
Öcalan saatlerce yaptığı konuşmada Türkçe konuşmasına rağmen Türkler ve Kürtleri bölen bir dil kullanmıştı. Hatta Sünni ve Alevileri de bölen bir dil kullanmış; Alevilik için İslâm’ın ilerici yorumu, Sünnilik için ise İslâm’ın gerici yorumu demişti.
Hakikat aslında çok basittir. Öcalan Türkçe konuşur ama onun konuştuğu Türkçe bölmektedir. Türk ulusalcıları da Türkçe konuşmaktadır, onların Türkçe’si de bölmektedir. Bugün yarın Öcalan Kürtçe konuşsa onun dili yine bölecektir. Türk ulusalcıları da Kürtçe yahut İngilizce konuşsalar durum değişmeyecek, konuştukları dil yine bölecektir.
Lâkin Bediüzzaman Said Nursi merhumun hem Türkçe’si hem de Kürtçe’si ülke sınırlarını aşan ölçekte hep birleştirmiştir. Kur’an ister Türkçe mealinden ister Kürtçe mealinden okunsun, birleştirmektedir. Çünkü vahyin inşa ettiği zihin, farklı diller üzerinden de olsa aynı anlam dünyasına açılır.
Dil, birleştiren ortak tarihe, ortak kültüre, ortak inanç dünyasına yaslanmazsa bölmekten başka bir işe yaramaz. Ulusalcı dilin yapamadığı da, yapmak istemediği de budur işte.
Sorun dilde değil, anahtar hükmünde olan dilin kapısını araladığı dünya algısındadır.
Yeni Akit