Çözülmeyen derin toplumsal sorunlar, sebep oldukları siyasi kavgalarla, bu kavgaları besleyen toplumsal kutuplaşmalarla, güvensizlik ve tedirginlik ortamıyla krizler üretirler.
Bu krizler gündemin içinden, somut sorunlardan doğmaz, sistemin dibindeki tortulardan, korkulardan ileri gelir ve gündemi bir anda kuşatır...
Tesettür sorunu, tesettürden, dindarlıktan, dinî hareketlerden kaynaklanmaz örneğin...
Güç kavgalarından ve bir kesimin sistem üzerindeki kültürel tekelini korumak çabasından, bu çerçevedeki kurmacalardan ileri gelir.
Bu ise derindeki bir modele, aşırı devletçi, toplum üzerinde tahakküm kuran bir yönetim anlayışına dek uzanır.
Bu anlayışın bugün toplumun özellikle İslami kimlikten Kürt ve Alevi kimliğine farklı aidiyetlerle ilgili kimi sorunlarını çözülmez hale getirdiği açıktır...
Türk siyasi sistemi tâbi olduğu, rejim krizleri üzerine oturan fasit daireyi bir türlü kıramıyorsa, bu, büyük ölçüde bu derin toplumsal sorunların varlığını devam ettirmesinden, devam ettirdikçe toplumsal ortak paydaları örselemesinden kaynaklanıyor...
Böyle oldukça, sorunlar çözümden uzak düştükçe önlem gerektirir, en nihayetinde yasaklar üretir...
Ama özgürlükler ne denli birleştiriciyse, yasaklar o denli bölücüdür.
Yok saymakla yok olmayan toplumsal taleplere, varoluşlara, özgürlüklere yönelik her yasak bir yenilgidir. Ve her yenilgi, yenen için de yenilen için de öfke, güvensizlik, daimi bunalım demektir.
Siyasi huzur işte bu yüzden bize hep uzak durmuştur…
Oysa huzura ulaşmanın yolu karmaşık değildir.
Toplumsal ortak paydaları ve toplumsal mutabakatları “demokrasi ve özgürlük ilkeleri” etrafında yenileyerek, pekiştirmekten geçer bu yol...
Bizim için doğal güzergâh ise açıktır:
Türkiye'nin huzura kavuşmak için toplumu kutuplara bölen, en azından toplumsal bütünleşmenin nihayete ermesine müsaade etmeyen laiklik, tesettür, Kürt meselesi gibi derin sorunlar konusunda siyaset eliyle artık yol alması, 'yeni toplumsal mutabakatlar'ı üretmesi lazım.
Aksi halde yakın gelecekte daimi ve manasız krizler yeni derin sorunlara yol açacaktır. Her aşama, her seçim, her makam, her hükümet “ters işlev” yerine getirmeyi; bir sorun merkezi, kriz aracı olmayı sürdürecektir.
Ülkedeki somut gündemle, somut sorunlarla ilgisi olmayan noktalardan, bütünleşmemiş toplumsal dokudan, kaba güçler dengesinden üreyen krizler, toplumuyla siyasetiyle yaşanan demokratik olgunlaşma sürecine sekte vurmaya devam edecektir.
Ve yukarıda vurguladığımız sistemin dibindeki tortulardan kaynaklanan güç kavgaları toplum üzerinde tahakküm kurmaya, istikrarı altüst etmeye devam edecektir...
Kaldı ki içinde bulunduğuz durum bu hali ağırlaştıracak unsurları taşıyor.
Çağın kaçınılmaz kıldığı toplumsal, kültürel ve siyasi değişimler Türkiye'yi açık bir toplum haline getirdikçe, toplum-siyaset, siyaset-devlet arasındaki mesafeleri azaltıp, bunları iç içe geçirdikçe “eski rejim”, diğer ifadeyle “aşırı merkeziyetçi vesayet düzeni” bu değişime ayak uyduramaz ve kendisini bu değişim çerçevesinde yeniden üretemez hale geldi.
Demokrasiye daha sıkı sarılmak zamanıdır…
Yeni Şafak