Arada sırada yürüyüşe çıktığım park biraz büyükçe. Altı-yedi girişi var. Giriş yaptığım kapıda durakladım. “Bismillah” deyip önce gayrı ihtiyari olarak sola meylettim. Çünkü sol taraf yokuş aşağı olduğundan, yol beni aşağı doğru çekiyordu. Sonra, “Sağdan gideyim, sünnettir” diyerek tırmanışa geçtim.
Yol boyunca, tersine kürek çeken kayıkçı gibi hissettim kendimi. Çünkü, herkes, kapıdan girer girmez, yürüyüşe solundan başlamış. Nefis bu, her zaman kolay olanı tercih etmeye meyilli. Bir şey kolay diyerek de her zaman tercih edilmemeli. Sonuçta, sağdan da soldan da gidilse, birkaç tur atıldığında, aynı yokuş yine tırmanılmış oluyor.
İyi şeyleri yapmak zahmetlidir, gayret gerektirir, duruma göre biraz zorlukları ve zahmetleri vardır. Elbette, “Zahmet olmadan rahmet olmaz” kaidesi, hayatın her safhasına hükmediyor. Bir şeyi yapmak için, bütün şartların uygun olması ve yerine getirilmesi gerekir. Ama yıkmak için bir bomba, yakmak için bir kibrit, cana kıymak için bir kurşun kâfidir.
Parkta yürüyüşe çıkan insanların bir kısmı, kulaklık taktıklarından, iç dünyalarına dalmışlar, bir kısmı da kendilerine bir sohbet arkadaşı bulmuşlar. Ellerinde süpürge, temizlik yapan işçiler var. Çoğu kimse, onların farkında bile değil, bir “kolay gelsin” demeden, bir Allah’ın selamını vermeden geçip gidiyorlar. Covit-19 insanların birbirleri ile olan iletişimlerini biraz sekteye uğratmış gibi görünüyor. “Selam verdim, borçlu çıktım” sözü, neredeyse “Selam verirsem virüslü çıkarım” manasına dönme eğiliminde.
“Selamı yaygınlaştırınız” hadis-i şerifine uyarak görevlilere selam verdim. Ayrıca, “Kolay gelsin” dedim. Memnun oldular. Selamımı alıp teşekkür ettiler. Onlar, bence bu selamı ve iltifatı fazlası ile hak ediyorlar.
Toplum olarak çevremizi kirletmekte üstümüze yok. Hâlbuki temizlik imandandır. Sağlık için yürüyüş yapıyoruz. Kâğıt mendille terimizi veya burnumuzu silip yerlere atıyoruz, kendimize sağlıksız bir çevre hazırlıyoruz. Çevreden kendimizi korumak için maske takıyoruz, işi bitince ayaklar altına atıp, çevremizin kirlerini ziyadeleştiriyoruz. Pet şişeler, poşetler vesaire de cabası.
Denizlerin dipleri, ormanların en ücra köşeleri, atmosferin katmanları, hatta uzayın derinlikleri feryat ediyor. Ama biz bu feryadı duymazdan geliyoruz. Bu ne zamana kadar böyle sürüp gidecek? Çevremiz ile böylesine bir alışveriş, böylesine bir vefasızlık ve vurdumduymazlık, hiç de âdil bir şey olmasa gerek. Zararını yine biz çekiyoruz, ne ekmişsek onu biçiyoruz.
Kâinat ve yeryüzü elbette İsm-i Kuddüs’ün tecellilerine mazhardır. Cenab-ı Hak tarafından harika bir şekilde temizleniyor. Ama insanların kendi elleriyle pislettikleri yerlerin temizliği yine insanları bekliyor.
Temizlik sağlıktır. Sağlığımızın kıymetini bilmek ve korumak istiyorsak, öncelikle pisletmemek ve koruyucu önlemler almak gerekiyor. “Nasıl olsa temizliyorlar” mantığı ile davranıp eline geleni yerlere atmak kabalıktır, ortamın sıhhatini bozmaktır. Bu, diğer insanlara ve temizlik görevlilerine karşı yapılan bir ayıp ve haksızlıktır. Çevremizin temizliği ve nezafeti için çalışan bu görevlilere sağlıkçı nazarıyla bakmak elbette yanlış olmaz.
Bir yandan dünyayı ebedi tevehhüm ediyoruz, diğer yandan da dünyayı kirleterek bindiğimiz gemiyi batırmaya çalışıyoruz. Burada bir terslik yok mu?
İnsanın nefsini terbiye eden, sınırlarını hatırlatan ve ahlakını güzelleştiren en güzel esaslar, Kur’an ve Sünnettedir. Toplumsal huzuru ve barışı sağlamak, Allah’ın emir ve yasaklarına, Peygamberin (asm) Sünnetlerine uymakla olur.
Sağdan yürümek Peygamber Efendimiz (asm)’ı taklid etmek, sıradan bir hareketi, ibadete çevirmektir. Dünyevi işleri ahiret hesabına kaydettirmektir.
Selam vermek ve tebessüm etmek, muhataba bir güven mesajı vermektir, dua etmektir ve iyi temennilerde bulunmaktır.
Özellikle sıkıntılı ve musibet zamanlarında dualaşmaya, iyilik ve güzellikleri artırmaya, iyiliklerin yoğunlaştırdığı manevi sinerjiye çok ihtiyacımız var.
Geçmişimizle her zaman öğünüyoruz. Ama onlardan tevarüs eden nezafet, nezaket, incelik gibi değerlerimizi de maalesef maziye gömmüş durumdayız. Öğünmeyi ve tertemiz bir hayatı hak edebilmemiz için, bütün bunları yeniden ihya etmemiz elzemdir.
Dünya bir misafirhane, biz ise misafiriz. Her şey, hane sahibinin emanetleridir. Emanetlere sahip çıkmak ve onları hane sahibinin izni dairesinde, en güzel bir surette kullanmak, her halde ahsen-i takvim suretinde yaratılan insana çok yakışacaktır.