Bundan yıllar önce tıp fakültesini yeni bitirmiş ve vatani vazife için askere gitmiştim. Pratisyen olduğum için beni bir askeri birliğin revirine vermişlerdi. İlk günlerimde beni yumuşak huylu bulan askerler, faaliyetlerden kaçmak için sürekli revire çıkıyorlardı.
Günler geçtikçe revire çıkan asker sayısı katlanarak artıyordu. İki üç hafta geçtikten sonra çalıştıracak asker bulamayan bölük komutanı o gün küplere binmişti. Beni arayarak ‘‘nasıl olur da birliğin üçte biri revire çıkar’’ diyerek iyice azarladı. “Doktor sen geldin, çalıştırmak için asker bulamıyoruz, herkes revire adını yazdırıyor, birkaç kişiye temaruz yaz, kimse gelmesin” dedi. Temaruz, bir kazanç uğruna hekimi kandırmak, yanıltmak anlamına gelir. Askeriyede birine temaruz yazdığınızda onu direk disiplin koğuşunaa yani hapis gibi bir yere birkaç haftalığına gönderiyorlar.
O gün sabah gelen bütün askerleri sıraya dizdim. Yaklaşık otuz kişi vardı. Diğer askerlere gözdağı vermek için aralarından bir kurban seçecektim. Fakat kimi seçeceğimi bilemiyordum. Sırayla hangi şikayetlerinin olduğu ve ne zamandan beri olduğunu sordum. Her biri bir şeyler söyledi. Sıra Ömer adında bir askere gelince ayaklarının ağrıdığını söyledi. Ne zamandan beri ağrıdığını sorunca, ‘‘iki yıldır ağrıyor’’ dedi. Hiç doktora gittin mi diye sordum. Hayır gitmedim dedi. Temaruz yazacağım askeri bulmuştum. ‘‘İki yıldır ayakları ağrıyorsa ve bu şikayeti için hiç doktora gitmemişse, şimdide gelmemeliydi’’ diye düşündüm ve emrimdeki askere temaruz yaz dedim. Ertesi gün sayı dört beşe indi ve olayı duyan bütün erler zorunlu olmadıkça artık revire gelmemeye başladılar.
Ömer’e temaruz yazdığım için vicdan azabı çekiyordum, fakat yapacak başka bir şey de yoktu. Ramazan bayramında Ömer’i hapse yolladılar. Bayramı orada geçirdi. Hapisten çıktıktan sonra arkadaşları Ömer’i revire getirdi. Ömer’i askeri birliğin için bir yerlerde tiner çekerken görüp getirmişlerdi. Konuşurken geveleyerek konuşuyordu. Onun madde kullandığını öğrenmiştik. Psikiyatriye yollamıştık, fakat çok bir şey değişmemişti.
Gözetimim altında olsun diye onu revire yanıma aldım. Hem böylelikle vicdan azabından da kurtulacaktım. Bazı günler maddenin yoksunluk krizlerine giriyor, kafasını duvarlara vuruyordu. Üç ay yanımızda rahat bir şekilde askerliğini geçirdi. Ona alışmıştık, efendi ve saygılı biriydi. Ona ufak tefek işleri yaptırıyorduk. Sürekli elinde bir defter vardı ve kayıt tutuyordu. Ne yazdığını bilmiyorduk. Babasının öldüğünü, annesinin başka biriyle evlendiğini, annesine olan özlemini yazdığını söylüyordu. Sürekli kendinden önce gelen askerlere ‘‘sizden önce askerliğimi bitireceğim’’ diyordu, biz bir anlam veremiyorduk. Ta ki kurban bayramına kadar.
Kurban bayramında Ömer izin alarak memleketine gitti ve bir daha dönmedi. Gelen resmi bir yazıyla hepimiz sarsıldık. Ömer ninesiyle yaşadığı evde intihar etmişti. Odasındaki eşyalarına el konuldu. Yazdığı hatıra defterinde bayramlarının hep hüzünlü geçtiğini, hiç kimsenin kendisini aramadığını, herkesin anne ve babasıyla mutlu olduğunu, kendisinin kimsesiz olduğunu, bayramda intihar edeceğini yazmıştı.
Ramazan bayramında hapiste olduğu için intihar edememişti. Bu yüzden kurban bayramını seçmişti. Onun için ağlayanlar vardı. Gelen başka bir telefonla daha da üzüldük. Arayan hiç bahsetmediği evli ablasıydı. Neden intihar ettiği ile ilgili askeriyeden bilgi istiyordu. Erler babasının öldüğü, annesinin başka biriyle evlendiği Ömer’in kendisini yalnız hissettiği ile ilgili bilgi verince karşıdaki bayan "babamız ölmedi ki onlar yıllar önce boşandı" dedi. Anladık ki Ömer onu kalbinde öldürmüştü. Zira hiç aramamış, sormamıştı. Ömer ilgisizlikten ve kimsesizlikten maddeye alıştırılmıştı.
Askerlere anlattığına göre anne ve babası dokuz–on yaşlarında iken geçimsizlik nedeniyle boşanmışlar. Sonra ikisi de başka birileriyle evlenmişler. Birkaç gidip gelmeden sonra iki tarafın eşi de çocukları kabul etmemişti.
Ömer annesine çok düşkünmüş. 11-12 yaşlarında iken şehre gidip gizliden annesini uzaktan takip ediyormuş. Ona olan özlemini bu şekilde gideriyormuş. Bazı günler parklarda kağıtların üzerinde yatarak sabahladığını arkadaşlarına söylemiş. İşte o zamanlar kendisi gibi olan bazı çocuklar onu maddeye alıştırmışlar. O zamandan beri sorunlarını unutmak için içiyormuş. Zamanla müptela olunca bırakamamış.
Toplumumuzda Ömer gibi binlerce çocuk boşanmalar sonucu ihmal edilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre son yıllarda evlenme sayılarının oldukça azaldığı boşanma sayılarının da oldukça arttığı bildirilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre 2020 yıl içinde 135.022 kişi boşanmış ve bir önceki yıla göre evliliklerin sayısı da oldukça azalmıştır. (Yüzde 10)
TUİK verilerine göre boşanma sebepleri çoktan aza doğru; geçimsizlik, zina, terk, haysiyetsizlik, akıl hastalığı, cana kast olarak sıralanmıştır.
"Anlaşamıyoruz, geçinemiyoruz o yüzden boşanıyoruz" gibi basit nedenlerden dolayı ayrılanların, çocukları varsa oturup bir daha bu durumu düşünmeleri ve geçinmek için yeni yollar aramaları gerekir.
Hasbelkader boşanmışsa öncelik çocuklarının huzuru olmalıdır. Nefsi ve şehveti için çocuklarını ateşe atmamalıdır.
Peygamber Efendimiz'in (sav) bu konu ile ilgili çok güzel müjdeler içeren bir hadisi vardır.
“Dul kalıp da asil ve güzel olduğu halde evlenmeyerek, yetimleri ev bark sahibi oluncaya ya da ölünceye kadar kendisini onlara adayan ve bu uğurda iki yanağı çökmüş olan kadınla ben, kıyamet günü -şu iki parmağım gibi- birbirimize yakın olacağız.” (Ebu Davud, Edeb, 120-121)
Boşanmayı kabullenemeyen bazı erkekler çocuklarını annelerinden esirgeyerek onlara acı çektirmeye çalışmaktadırlar. Unutmayalım ki en büyük acıyı çocuklar yaşayacaktır. Çünkü çocuğun o yaşlarda en çok ihtiyacı annesidir.
‘‘Kim anneyi yavrusundan ayırırsa, Allah da kıyamet günü onu sevdiklerinden ayırır.” (Tirmizi, Bûyû’, 52)