Bosna-Hersek yaklaşık 52 bin kilometre kare yüzölçümüne sahip küçük bir ülke. Sırbistan, Hırvatistan ve Karadağ ile komşu. Adriyatik denizine açılan yirmi km kadar bir deniz kıyısı var. Genellikle dağlarla kaplı olan ülke, su kaynakları bakımından oldukça zengin ve küçük-büyük çok sayıda akarsu, ülkenin her tarafına yayılmış.
Ülkede 4,5 milyon civarında insan yaşıyor. Bosna Hersek'in yüzde 51’ini Müslüman Boşnaklar, yüzde 31’ini Ortodoks Sırplar ve yüzde 16’sını Katolik Hırvatlar oluşturmaktadır. Diğer etnik gruplardan da az oranda insan bu ülkede yaşamakta.
Bu bölgede Roma ve Bizans İmparatorluklarının yüzyıllar süren bir egemenlik dönemi yaşanmış. 1300’lü yılların sonlarında başlayan akın ve fetihler, Fatih Sultan Mehmet tarafından çok ileri bir seviyeye ulaştı ve Bosna-Hersek 1470’te çok büyük oranda Osmanlı topraklarına katılmış oldu.
Bosna, beş yüz yıla yaklaşan bir süre ile Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetinde kalan bir bölge. Bosna halkının da büyük bir çoğunluğu bu süre zarfında Osmanlının adil ve hoşgörülü yönetimi sayesinde kendi istekleri ile İslamiyet’i kabul ettiler.
Osmanlı yönetimi ile birlikte daha önceki dönemlerde halka kan kusturan baskılar büyük oranda ortadan kalktı. Bu durum tarım ve hayvancılık alanında çok önemli gelişmeleri de beraber getirdi. Bu dönemde koyun yetiştiriciliği çok gelişti ve önemli bir geçim kaynağı haline geldi. Bu huzur ve barış ortamı, İslamiyet’in yayılmasında çok önemli bir unsur oldu.
Bosna-Hersek halkının büyük bir çoğunlukla ve kendi istekleri ile İslamiyet’i seçmiş olmaları, Osmanlı Sultanlarının da buraya çok özel bir ilgi ve güven duymalarının kapısını açmıştır. Sokullu Mehmet Paşa başta olmak üzere, bu bölgeden çok sayıda Osmanlı sadrazamı ve vezir çıkmıştır.
1699 tarihinde imzalanan Karlofça Antlaşması ile bu bölgede bazı toprakların yavaş yavaş kaybedilmesi sürecine girildi. Bu yıllarda Bosna-Hersek’teki huzur ve sükûnet, bölgenin bazı yöreleri için yerini iç karışıklıklara bırakmaya başladı. Bu kargaşa ve karışıklıklar, iniş ve çıkışlarla birlikte bu ülkenin tamamen kaybedilmesine kadar sürdü.
Bosna-Hersek bölgesi, buralarda meydana gelen çalkantılar sonucu 1878 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun kontrolüne geçti ve Birinci Dünya Savaşının ardından, daha sonra Yugoslavya adını alacak olan Sırp, Sloven ve Hırvatlardan oluşan İmparatorluğa katıldı.
İkinci Dünya Savaşı’nın 1945 yılında sonra ermesinin ardından Yugoslavya komünizmle yönetilmeye başlandı ve 1980 yılında ölümüne kadar geçen bir süre ile ülkeyi Josip Broz Tito yönetti. Tito’nun ölümün ardından Yugoslavya zayıflamaya ve karışıklıklara sahne olmaya başladı.
Yugoslavya’yı oluşturan devletler bir bir ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etme yolunu tercih ettiler. Bosna-Hersek Cumhuriyet de 1992 yılının Şubat ayında bağımsızlığını ilan etti ve kısa bir süre sonra, 22 Mayıs 1992 tarihinde Birleşmiş Milletler bağımsız bir devlet olarak bu ülkenin üyelik başvurusunu kabul etti.
Sırplar, bu bağımsızlığı kabul etmeyince, tarihe çok kanlı ve soykırımlarla geçen ‘’Bosna Savaşı’’ başladı. ‘’Büyük Sırbistan’’ kurma hayali ile yanıp tutuşan Sırpların faşist lideri Slobodan Miloşeviç ve ona bağlı olarak savaşan gözü dönmüş militanlar, masum ve savunmasız insanlar da içinde olmak üzere, büyük bir etnik katliama başladılar.
1992-1995 yılları arasında meydana gelen bu katliam ve soykırımlarda, Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre 312 bin kişi hayatını kaybetti, 2 milyon kadar insan da yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Bu ölenlerin 200 binden fazlasının Boşnak olduğu tahmin ediliyor.
Saraybosna başta olmak üzere Boşnakların yaşadığı şehirler kuşatıldı. Modern savaş tarihinin en uzun kuşatması, 3,5 yıl kadar süren Saraybosna Kuşatması olarak kayıtlara geçti. Sadece Saraybosna kuşatmasında 10 bin insan öldürüldü ve 56 bin kişi yaralandı.
Bu süre zarfında Saraybosna binlerce kez bombalandı, keskin nişancılar tarafından hedef gözetilerek çok sayıda sivil katledildi. Bu şehirde binaların % 85’i bombardımandan etkilenerek zarar gördü. Binaların % 23’ü kullanılmayacak hale geldi. Bu katliamdan yaşlılar, çocuklar ve kadınlar da büyük oranda hedef alınarak katledildi.
Bu savaş esnasında tarihi olarak büyük öneme haiz olan Mostar Köprüsü de Hırvatların bombardımanı sonucu yıkıldı. Osmanlı döneminde Saraybosna’dan sonra en fazla önem verilen ve birçok İslami eseri bünyesinde barındıran Mostar’ın merkezinden akan Neretva nehri üzerinde bulunan Mostar Köprüsü, Mimar Sinan’ın yardımcılarından Mimar Hayreddin tarafından 1567 yılında yapılmıştır.
Neretva nehrinin en derin ve en dar yerine kurulan tek gözlü ve sivri kemerli kesme taşlardan inşa edilen köprü, Mostar şehri ile bütünleşti ve bu şehrin sembolü haline geldi. Mostar Köprüsünün ihtişamı, yüksekliği ve burada sergilenen büyük sanat, burayı ziyaret eden bütün seyyah ve sanatkârlar tarafından takdir ve hayretlerle ifade edilmiştir.
Osmanlılar döneminde başlayan ve adeta bir cesaret belirtisi haline gelen Mostar Köprüsünden nehre atlama gösterileri, daha sonraki yıllarda geleneksel spor faaliyetleri halinde icra edilmeye devam edildi.
Sırplarla birlikte Hırvatlar da, Osmanlının Balkanlarda yaptığı eserleri tamamen yıkıp, buradaki izlerini silmeyi amaç haline getirdiler. Bosna-Hersek’teki iç savaş, onlar için amaçlarını gerçekleştirmeye dönük tam bir fırsata dönüştü ve gerçek yüzlerini ortaya çıkardı. Bu zalimler sadece Müslüman Boşnakları öldürmekle yetinmediler. Aynı şekilde İslam’ı çağrıştıran ve akla getiren ne kadar eser ve yapı varsa, hepsini tahrip etmek için ellerinden geleni yaptılar.
1993 yılında Hırvat topçuları tarafından tamamen yıkılan köprü, bu zamana kadar 426 yıl boyunca hizmet etmiştir. UNESCO, Türkiye ve Bosna-Hersek Devleti’nin çalışmaları sonucunda bir Türk firması tarafından Mostar Köprüsü orijinal yapısına uygun bir şekilde yeniden inşa edilmiş ve 23 Temmuz 2004’te törenle hizmete açılmıştır.
Bosna Savaşı sırasında, toplama kamplarına alınan on binlerce Boşnak kadının ırzına geçildi. Aydınlar başta olmak üzere çok sayıda seçilmiş kişiler, akademisyenler ve sivil toplum önderleri toplama kamplarına götürülerek, bunların çoğunluğu infaz edildi. Bütün bu zulüm, katliam ve soykırımlar yaşanırken Batılı ülkeler uzun süre sessiz kalmayı ve olayları sadece seyretmeyi tercih etti.
Bosna’da devam edegelen savaş için Srebrenitsa Katliamı tam bir dönüm noktası olmuştur. Bu katliamın orta çıkması ile birlikte Batı kamuoyunda hükümetlere olan baskı artmış, hükümetler de bu baskılar sonucu harekete geçmek zorunda kalmışlardır. Ve bu çalışmalar neticesinde adil olmamakla birlikte savasın bitmesini ve bağımsız bir Bosna-Hersek Cumhuriyetinin tanınması ile sonuçlanan Dayton Antlaşması imzalanmıştır.
Dayton Antlaşması ile savaş sona erdirilmiş, ancak dünyanın en karmaşık bir siyasi yapılanmasının temeli atılmıştır. Bu antlaşma ile Bosna-Hersek topraklarında yaşayan Sırp-Hırvat ve Boşnakların eşit temsil ve söz sahibi olmalarına dayalı bir sistem üzerinde imzalar atılmış ancak yapılacak bütün düzenleme, yenileşme ve reformların yolu bu antlaşma ile adeta kapatılmıştır.
Bu antlaşmaya göre Bosna-Hersek Cumhuriyeti hemen hemen birbirine eşit iki ayrı bölgeden oluşmaktadır. Bölgelerin birinde Boşnak ve Hırvatlar, diğerinde ise çoğunlukla Sırplar yaşamaktadır. Bunların dışında Uluslararası denetime açık küçük bir bölge daha bulunmaktadır.
Ülkede üç etnik grubun katıldığı bir Başkanlık Konseyi bulunmakta ve yine sıra ile yapılan ve sekiz ay süren ‘’Dönüşümlü Başkanlık’’ sistemi uygulanmaktadır. Her Başkanın, diğer iki etnik gruptan birer yardımcısı bulunmaktadır. Başkanlık Konseyinin üyeleri, her dört yılda bir kendi toplumları tarafından seçilmektedir. Devlet Başkanlarının esas görevleri ise, dış ilişkilerle sınırlandırılmıştır.
Böyle bir sistem geçici olarak bir çözüm olarak ortaya çıkmış olsa bile, uzun vadede birçok problemi de bünyesinde taşımaktadır. Bu çerçevede Sırplar, yaşadıkları bölgede yüksek sesle bağımsızlık taleplerini dile getirmeye devam etmektedirler. Bu durumun, yapılacak bir referandum sonucunda çok uzun olmayan bir zaman diliminde gerçekleşmesi mümkün görünmektedir.
Aynı şekilde bağımsızlık taleplerinin, Mostar merkezli ayrı bir Cumhuriyet kurmak isteyen Hırvatlar tarafından da dile getirildiği görülmektedir. Böylesine karmaşık ve yeni problemlere gebe bir çözümün Bosna-Hersek Cumhuriyeti için uzun vadede bir çözüm olmayacağı sık sık ifade edilmektedir.
Bosna'da kalbî kırık ve gönlü buruk Boşnak bir nesilden söz etmek gerekir. Buradaki insanların tümü çocukluk veya gençliklerinde, 3,5 yıl süren iç savaş boyunca çok büyük acılarla birlikte, hayatları boyunca unutamayacakları çok büyük travmalar yaşadılar.
İstisnasız buralarda yaşayan her Boşnak ailenin ve her şahsın Bosna'daki bu soykırıma ve zulme kadar uzanan acıklı bir hikâyesi ve yürek yakan çok sayıda anıları vardır. Bu hikâyelerin her birisi, zaman zaman boğazlarda düğümlenen ve gözyaşlarına boğulan kelimeler eşliğinde anlatılmaya çalışılsa bile, yaşanan bu büyük dramı tam olarak anlatabilmek ve kelimelere dökebilmek mümkün değildir.
İnsan Bosna'nın şehir ve köylerini gezerken veya özellikle Saraybosna’nın sokaklarında dolaşırken bu büyük trajediyi hissediyor ve ruhunda bu büyük dramın yürek yakan çığlıklarını duyar gibi oluyor.
Temenni ediyoruz ki, çok büyük ıstıraplar yaşayan ve acıları hala taze olan bu insanların, bundan sonraki hayatlarını huzur ve güven içinde geçirmeleridir.