Ergenekon davasının savcıları görevden alınsa ve yerlerine “Ergenekon da neymiş?” kuşkusu taşıyanlar savcı olarak atansa herhalde ciddi bir zemin kayması yaşanır; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yıllık toplantısından böyle bir sonuç çıkmasını bekleyenler var. Denilene göre, bazı üyeler kilitlenmiş, yalnızca Ergenekon davası savcılarının değil, askerle ilgili bütün davaların savcılarının yerlerini başkalarına bırakmasını zorluyormuş... Savcılarla da yetinmeyip aynı davaların yargıçlarından bazılarını da görevden almak niyetinde imişler...
Kulağa nâhoş geliyor, insan inanmak istemiyor, ama burası Türkiye, en inanılmayacak duyumlar bile bir biçimde gerçeklerle ilintili olabiliyor...
Neden böyle bir değişiklik isteniyor? Herhalde Ergenekon davası başta olmak üzere sürdürülen yargılamalardan duyulan rahatsızlık ortadan kalksın diye... Asker yıpranmasın, yanlış işlere bulaşanların neler yaptıkları anlaşılmasın diye... Türkiye'de mevcut yapı bozulmasın, devam etsin diye...
Oysa, savcılar ve yargıçları değiştirerek bu sonuçlara varmak mümkün olmaz: Kamuoyu “Bu işin içinde başka bir iş var” kuşkusu duyar ve Ergenekon örgütüyle ilgili zayıflayan kanaati yeniden pekişir, askerlerin yanlışlarının üzerinin örtülmek istendiğini düşünür, mevcut yapıya dönük eleştiriler dayanılmaz bir biçim alır...
Askere verilebilecek en büyük zarar, Ergenekon örgütüyle ilgili yargılama sürecini baltalamak, bu amaçla savcılar ve yargıçları kullanmaktır. Şu günlerde dillendirilen iddialar gerçekse ve yargıya atamalar yoluyla müdahale söz konusuysa, bunun doğrudan sonucu, asker-yargı işbirliğinin zihinlere çakılması ve her iki kurumun da bu süreçten yara alması olacaktır.
Hiç kimseye, hiçbir kuruma böyle bir işe soyunmayı tavsiye etmem...
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile yargı kurumunun Türkiye'nin bölgesel bir güç haline dönüşmesi ve sıkıntılarını demokrasi içinde çözmeyi öğrenmesi sürecinde eleştirilerden uzak kalmalarında yarar var. Bu dönüşümden her kurum etkilenecektir; TSK ve yargının da 'yeni Türkiye' içerisinde daha güçlü bir biçimde yer alabilmek için çaba göstermesi gerekiyor.
İnsanlık tarihinde dönüm noktaları vardır; onları yakalayabilenler ihya olur, ıskalayanları ise her türlü tehlike bekler. İçinden geçtiğimiz tarihî an öyle bir dönüm noktası teşkil ediyor ve bundan en fazla yararlanabilecek ülkelerin başında Türkiye geliyor. Anı yakaladık yakaladık, yakalayamazsak kaçırdığımız balık hayli büyük olacak.
Benzer bir durum imparatorlukların tasfiye edildiği, yerlerini ulus-devletlere bıraktığı dönemde yaşandı; Türkiye askeri ve siviliyle o dönemde fırsatı iyi değerlendirebildi: Kendimizi küçük bir toprak parçasına hapsettik belki, ama kendi bayrağımız altında bekamızı sürdürebildik. “Fırsatı fark etmemiş ve değerlendirmemiş olsaydık başımıza ne gelirdi?” sorusu bugün bile üzerinde düşünülmeyi hak ediyor.
Aynı soruyu bugün için de sorabiliriz: “Önümüze çıkan fırsatı değerlendiremezsek halimiz ne olur?” Kendi kendisiyle didişen, sorunlarını çözememiş, sürekli kan kaybeden, fakir ve yere bakan bir ülke olur Türkiye...
Herhalde hiçbirimiz böyle bir ülkede yaşamak istemeyiz.
Şu anda tanık olunan çekişmeler, bugünkü bozuk ve yanlış düzenden çıkarı bulunan ve böylesine hayati bir dönüm noktasında ülkeyi yanlış istikametlere sevk etmeye çalışanların eseri... Ne yaparlarsa yapsınlar başarılı olacaklarını sanmıyorum.
Yeni Şafak