Beni uykumdan uyandıran sancının dinmek için mühlet istediği bir gece vaktiydi. Sancı, yorgun bedenimi dinlendirmeme izin vermediği gibi, zihnimi toplayıp birşey okumama da fırsat vermiyordu.
Bu durumda yapılacak en kolay şeyi yaptım ve televizyonun düğmesine dokunup zihnimi uyutarak ağrı sinyali vermeye devam eden beynimi ‘kandırmaya’ niyetlendim.
Kanallar arasında dolaşırken, bir sinema kanalında bakışlarımı çelen bir film ile karşılaştım. Karşıma çıkan dekor, Eski Mısır’ı çağrıştırmıştı bana. Filmin adı, bu çağrışımı doğruluyordu: “On Emir.” O halde film, Hz. Musa ve zamanı ile ilgili olmalıydı.
Nitekim, filmle ilgili bilgi kutucuğunda, filmin ana konusunu Hz. Musa’ya gelen ‘on emir’in oluşturduğu, filmin bir müzikal olarak sahnelendiği ve 2006’da bu şekilde sahneden beyazperdeye aktarıldığı belirtiliyordu.
Gelin görün ki, filmin baş kısımlarını kaçırmıştım. Yanılmıyorsam, son kırk dakikasıydı izlediğim. Sarsıcı bir kırk dakikaydı ama. Filmde sözümona Hz. Musa’yı canlandıran kişinin beyaz tenli, sarışın bir Anglo-Sakson erkeği olmasından, Hz. Musa’nın hanımını sözümona canlandıran kişinin vücudunun açıkta kalan kısmının örtülü kısmından neredeyse daha fazla olmasına.. daha en başta şaşkınlıktan beter bir ruh hali yaşatmıştı bu film bana.
Kırk dakika sonra bir sonraki kanalı zap’ladığımda ise, orada aynı filmin yeni başlıyor olduğunu görecek, böylece son kırk dakikanın öncesini de izleme imkânı bulacaktım.
Böylece, ‘modern’ bir kafa dinî bir mesajı dahi nasıl sunar ve dönüştürür sorusunun ürkütücü cevabına ulaşmış olacaktım. Filmin son kısmında Hz. Musa’nın hanımına yakıştırılan kıyafetin bir benzeri, filmin baş kısmında Hz. Musa’nın ablasına yakıştırılıyordu nitekim. Sonrasında, Firavun’un sarayında gördüğümüz genç Musa, bir ‘aşık adam’dı aynı zamanda. Ve ilginç bir aşk sarmalı vardı. Hz. Musa’nın aşık olduğu saraylı genç kadın kalbiyle Musa’yı, aklıyla Firavun’un veliaht oğlunu seviyor; nitekim, Hz. Musa’ya aşk sözleri söylerken veliaht prensle evlenmeyi tercih ediyordu.
Böylece, Tevrat ile gelen ilahi mesajın en merkezî unsurunu oluşturan “On Emir”in dahi, Hollywood’un görünmez ‘on emriyle’ nasıl indirgendiğini; Hollywood’un dini dahi nasıl dönüştürdüğünü; nasıl her filmde işleyen ve nedense her filmde iş yapan ‘yarı kısmı elbisesiz ‘seyirlik’ kadınlar artı aşk artı entrika’ formülünün bir vahyin öyküsünü bile nasıl ayağa düşürdüğünü görebiliyordu insan.
Filmin karşıma çıkardığı bu manzara ruhumu derin acılara garkederken, bedenimin ağrısını bile unutmuştum. Garip, beni uykudan uyandıran derin ağrı dinmişti ama, şimdi ruhum acıyordu.
Bu acı öyle derin idi ki üstelik, yaklaşık bir ay iç dünyamı allak bullak etti; bırakın yazılar yazıp bitirmeyi, elime kalem alacak enerjiyi dahi kendimde bulamadım.
Sözümona “On Emir’i anlatma ‘kaygı’sıyla yola koyulup; ‘anlatılacak’ olan kitleyi merkeze alarak ‘anlatılacak’ olan hakikati bâtıl tasvirler ve kirli senaryolar ile lekeleyen bu filmi, İslâm’ı zamane ruhlara ‘anlatmayı’ gaye edinen herkes için bir ibret sahnesi olarak algıladım.
Ve İslâm’ı zamane ruhlara ‘anlatma’ gerekçesiyle girilebilen kılıklar ile üretilen kılıfları zihnimde birer ikişer sıralamaya başlayınca, seküler zihne ve yaşayışa teslim olmuş Hıristiyan dünyanın yaşadığı felâketten Müslüman dünyanın masun olmadığı kanaatine ulaştım.
Daha geniş kesimlere hakikati anlatmak, bilmeyene vahyi bildirmek, duymayana duyurmak ‘kaygısı’nda vurgu ‘hakikat’ten ‘kesimler’e doğru kayınca; din dahi âdeta bir özne gibi işlev görüp bize kendi emrini dayatan buyurgan ve baskın ‘popüler kültür’ün elinde bir nesneye dönüşebiliyor!
Bu filmin ruh dünyamı allak bullak edecek şekilde aşikar surette gösterdiği gerçek buydu.
Ve bu, bu kadar ‘göstere göstere’ olmasa da, başka kaç türlü surette bu topraklarda da vuku buluyor.
Demek ki, ‘İslâm’ı anlatma’ kaygısı bu indirgemeci popüler belâdan kurtulmak için yetmiyor dostlar. İslâm’ı, İslâm’ın anlatılmasını izin verdiği şekilde anlatmak gerekiyor.
Diğer bir deyişle ‘kemâlât’ için, ‘kem âlât’a bulaşmamak...
Amaçların doğruluğu kadar önemli bir hususun, araçların sahihliğini olduğunu zihnimize silinmemek üzere kazımak ya da...