Müşrikler toplanmış Resulullah’ı (asm) durdurmanın hesabını yapıyorlardı.
Zira haram aylar yaklaşmış bütün Arabistan’da, Mekke’ye doğru kafileler gelecektir.
Ve Muhammed (asm) durmayacaktır.
“Nasıl ki kendi gençlerini etkilemiş, bütün zorluklara rağmen taraftar toplamışsa bütün Arabistan’ı da etkisi altına alabilir, daha da güçlenebilir ve baş edilmez hale gelebilir.”
Öyle ise “bir çare!”
Uzun bir tartışmadan sonra içlerinde en yaşlısı ve belki de dahi derecesindeki en akıllısı olan Velit Bin Muğire son sözü söyler:
“En iyisi biz buna sihir diyelim.”
Ve işte bu laf üzerine her okuduğumda dehşete düştüğüm şu ayetler iner:
“Zira düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolsun, ne biçim ölçme biçme bu! Ardından yine kahrolsun, ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda arkasını dönüp gitti ve kibrine yenildi. 'Bu’ dedi, ‘olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir; bu bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir. Ben onu Sakar’a sokacağım…”(el Müddesir:11-26)
Evet bir insana ve o insanın bir sözüne Kahhar’ı Zülcelalin böylesine celallenmesini, Öfke-i Mukkaddesesine sebep olmasını tam anlayamıyordum.
Ta ki Alev Alatlı’nın bir röportajında şu bahsi okuyunca biraz anlar gibi oldum.
Alatlı; batının stratejilerinden söz ederken, toplumları ve devletleri liderlik unsurundan mahrum bırakıp savaşın vurdulu kırdılı kısımlarının ihalesinden dem vurup, çok daha önemli bir stratejiye sözü getiriyor.
Ve şöyle diyor:
“Ama ihale edilen daha başka bir şey de var. O da şu; savaş stratejilerin ihale edilmesi söz konusu. John Arguilla diye bir adam var. Profesör, savaş stratejisti, bir deha, 54 doğumlu, internet savaşlarını ortaya atan bir adam. RANT Corporation’da danışman. “Düşünce ve epistemoloji düzleminde bir savaş” olarak tanımlıyor anlattığını. Yani şunu söylemeye çalışıyorum:
“Ne biliyorsun o dediğinin doğru olduğunu? Nerden biliyorsun?” diye savaş açıyorsun.
Şimdi böyle açtığın zaman yenemeyeceğin toplum yoktur.
Mesela “Ne biliyorsun Peygamber efendimizin şunu yaptığını da bunu yapmadığını?"
Bütün inanç sistemlerini teker teker yıkar atarsınız.
Mesela "nerden biliyorsun ki Cumhurbaşkanının yurtsever olduğunu?"
Böyle bir şeyle girip arkadan bir fişek atıyorsunuz “ahan da şu vardı” gibi…
Yani mesele şu.
Yıkamayacağın veya yıkılamayacağını anladığın düşünceleri itibarsızlaştırmak. Küçümsemek. Tiye almak.
Ve bunun için algı oluşturmak.
Böylece liderini ve liderliğini zedeleyip itibarsızlaştırıp önce taraf toplamasını engelleyip daha sonra taraftarları arasında şüphe ve fitne koyup tamamen yıkarsın.
Dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ın Velit Bin Muğire'ye olan öfke-i Mukkaddesesinin sadece o zamanın Velit Bin Muğire'sine has olmadığını ta çağımızdaki Velit Bin Muğire'leri de içine aldığını anlayabiliyoruz.
Aslında Kur’an’ın bu öfkesinin çağımızda zirveye çıkan “iftira algılarına” olduğunu da söyleyebiliriz.
Veyl çağdaş Velit Bin Muğirelere…
“Sakar” bütün dehşetiyle onları bekliyor.
Şimdi şu gözlüğü takıp son zamanlarda Risale-i Nur cephesinde yaşananlara ve yazılanlara baktığımızda sizce nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?
Önce şu tespiti yapmakta fayda vardır.
Faruk Beşer’in yazısında geçen 60'lı yıllardaki araştırma aslında her şeyi anlatıyor.
Zamanın Türkiye Cumhuriyet devletinin bütün gücüyle, kurumlarıyla, algılarıyla bu milleti dinsizleştirme operasyonuna rağmen gençler dindarlığı seçiyorlar ve bu seçimi yüzde 80 oranında Risale-i Nur vasıtasıyla yapıyorlarsa Velit Bin Muğireler boş durur mu?
Tabi ki boş durmadılar.
Bir yandan içeriye adam sokarken,diğer yandan çeşitli algılar geliştirdiler.
“Efendim, Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretlerine lafımız yok lakin Nurcular hata ediyorlar.”
“Nurcular çok pasiftirler, hiç bir eyleme katılmazlar.”
"Bunlar pısırıktırlar. Bunların başı kırılmaz.”
Bu gibi sözlerle 70'li yılların o kaos ortamında Nurcularla siyasal islamın arasını bozdukları gibi, Nurcularla Ülkücülerin arasını da bozdular.
(Tabi ki Nurcuların tavrı ve özellikle siyasi tercihleri de bu algılara yardım ediyordu.)
Hele siyasal islamla adeta “kan davalılar” gibi sınırsız bir öfke ile aralar açıldı.
Hala Faruk Beşer gibi hocaların Risale-i Nur’u okumadan adeta içindeki öfkeyi kusarcasına yaptıkları eleştirilerin altında yatan gerçeklerden birisi de o zamandan kalan öfkedir.
(Eğer Faruk Beşer gibi hocalar Çağdaş Velit Bin Muğirelerin emirber neferi değilse yukardaki yorumum geçerlidir.)
Yani demem şu.
60'tan günümüze yapılan algı seyrine baktığımız zaman, Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretlerine fazla laf atma cüreti gösterilmeden Nur hizmetleri ve cemaat kötülenirken FETÖ’nün Risale-i Nur postuna bürünüp, Üstadı geçen asrın, kendisini de bu asrın müçtehidi olarak lanse etmesiyle, ardından bu millete 15 Temmuz'u yaşatınca Bediüzzaman Hazretlerinin şahsına saldırının yolunu da açmış oldu.
Bediüzzaman Hazretlerine saldırı başlayınca tabiki eserleri de nasibini alacaktı.
Şimdi.
Velit Bin Muğire'yi düşünün... Sonra onun için inen ayetleri düşünün...
Ardından çağımıza gelin, çağımızda Dünyayı idare eden güçleri düşünün...
Ve bu güçlerin dünyayı idare eden stratejilerini düşünün...
Sonra Rant Corporation'’u ve John Argoilla’yı düşünün.
Sonra gelin Faruk Beşer'in yazısını okuyun. (Güya hakperest ya...)
Önce iyi tarafını nazara verip sonra da Allah'tan korkmadan Risale-i Nur’un en büyük iddiası olan iman-itikat meselesinden 26 tane yanlışından bahsedip ortada olmayan bir şeyi varmış gibi göstermenin algısını görün...
Şimdi başınızı kaldırıp tekrar düşünün. Bu adamı hangi kategoriye koyalım?