Yusuf Nurin'in yazısı
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun partisi olan Likud'un seçimlerdeki zaferinin ABD-İsrail ilişkilerini nasıl etkileyeceği son günlerin en hararetli tartışma konularından biri şüphesiz. Taraflar şimdiden birçok konuda derinden derine şiddetli bir ihtilafa düşmüş görünüyor. Özellikle Tahran’la yapılan nükleer müzakereler ve sürekli aksatılan barış görüşmeleri gibi çok mühim konulardaki fikir ayrılıkları, iki ülke arasındaki gerginliği tamiri mümkün olmayacak seviyelere tırmandırıyor.
Peki bu gayr-ı meşru ilişkinin neticesi ne olacak? Netanyahu’nun genel seçimleri kazanması elbette Likud Partisi için önemli bir zafer oldu. Fakat ABD-İsrail ilişkileri öyle gözüküyor ki eskisi gibi değil artık, başka bir suret ve siret almaya başlamış.
Ortadoğu barış sürecinde uzun süredir ilerleme kaydedilememesi, Netanyahu’nun Amerikan Kongresi’nde İran’la anlaşmaya karşı olduğunu dile getirmesi ve seçimlerden hemen önce başbakan olduğu süre boyunca Filistin Devleti kurulmasına kesinlikle izin vermeyeceğini söylemesi, Washington'un İsrail hipnozundan uyanmasına çok önemli katkılarda bulundu.
Hatırlandığı gibi Netanyahu, ”Filistin'de devlet kurulmasına izin vermek ya da işgal edilen toprakları terk etmek, İsrail’i hedef alan radikal 'İslamcı' terör ataklarına izin vermek manasına gelir” şeklinde konuşmuştu.
Bunu müteakiben Washington, İsrail’deki seçimler sırasında seçim sonucu ne olursa olsun İsrail’le işbirliğine devam edeceğini bildirilmiş, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Psaki vasıtasıyla, yeni İsrail Hükümeti'yle işbirliği yapmayı sabırsızlıkla beklediklerini, Ortadoğu’da barış ve güvenliğin sağlanmasının, ortak arzuları olduğunu tüm dünyaya deklare etmişti.
Bu manzara aslında şunu gösteriyor, Washington ve Kudüs'ün hâl-i hazırdaki mevcut gerginliğinin en büyük sebebi siyasi anlaşmazlıklar gibi gözükse de, derinden derine Washingonton'u ve bilhassa Beyaz Saray ve İslamiyet'i araştıran ehemmiyetli cemiyetleri rahatsız eden çok daha kritik ve derin başka konu başlıkları var. İster İran, ister Filistin, isterse de Suriye ya da daha kapsamlı küresel sorunlar olsun, bu konulara ilişkin görüş ayrılıklarının temel sebebi siyasetin çok daha ötesinde bir durum; Pekala tahmin edileceği gibi Siyonizm'in yerküre üzerinde uzun yıllardır süregelen kan emici ve had safhada bir şiddetle devam eden nefret politikası artık Amerika'nın henüz tefessüh etmemiş kalbini ve hakikati arayan ehemmiyetli cemiyetleri ve bir kısım Beyaz Saray'daki üst düzey yöneticileri ciddi şekilde rahatsız etmektedir.
Siyonizmin güdümünden çıkamayan Netanyahu’nun yönetimindeki İsrail ve onun şahsi ilişkileri ve kendine özgü tarzı ile felakete sürüklenen Yahudi Toplumu'nun dünya üzerindeki her türlü menfi faaliyeti, öyle gözüküyor ki Amerika'nın ittifakını tamamen sona erdirmesi ile önümüzdeki günlerde İsrail'i tüm dünyada yalnızlaştıracak ve şimdiye dek işlemiş oldukları insani ve vicdani zulümlerle dünyanın gözleri önünde başbaşa ortada bırakacak.. belki de 11 Eylül gibi dehşetli hadiseleri Amerika bizatihi kendisi ifşa ederek İsrail'in gerçek yüzünü tüm dünyaya gösterip Avrupa ve Asya'yı da arkasına alarak bir ihbar-ı nebevî olan, "Sizler Yahûdîlerle muhakkak savaşacaksınız! Harp o kadar şiddetli olacaktır ki, hattâ taş: ‘Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahûdî’dir! Gel de onu öldür!’ diyecektir.”(Müslim, Fiten, 80) hadisinin tahakkuk etmesine vesile olacaktır.
Önümüzdeki günlerde yeni kabineyi kuracak olan Netanyahu, belki de İsrail'in son hükumetlerinden birini daha kurarak görev başına geçecek ve mevcut tutumuyla İsrail'in sonunu yine kendi elleriyle getirmiş olacak. Elbette en doğrusunu Allah bilir. Bakalım önümüzdeki günler bize neler gösterecek. Sabırla bekliyoruz.