Şehir, yüreğimde hep bir yara gibi sızlanıp durur. Ne zaman dokunsam o yaraya baştan ayağa akıp gider hayallerim. Yeniden o siyah beyaz filme takılır kalırım. İçine umutlarımı, acılarımı, sevinçlerimi akıttığım o karelerde eriyip giderim.
Bu şehir içimde cayır cayır yanıyor. Tek tek ateşe veriyorum bütün sokaklarını. Gecenin zifiri karanlığında benzin döktüğüm şehrin bütün caddelerini ateşliyorum. Bir aydınlık kaplıyor tüm karanlık günahları. Enselerinden tutup ışığa tutuyorum gece günahlarına bulaşan yüzleri. Şıpır şıpır gözyaşları içinde terk ediyorum bu şehri. Kire, pisliğe, günaha bulaşan bütün gömleklerimi ve maskelerimi çıkararak bu şehirden kaçıyorum. Artık karanlıkların görünmeyen kuytularında günahlarla boğuşan bu şehir yok!.. Aydınlığıyla yüreğime ayna olacak şehirlere kaçıyorum.
Terk ediyorum bu şehri… Bütün kapılarına kilit vurarak kaçıyorum bu şehirden. Çünkü Rilke’nin dediği gibi; “bu şehir çok büyük ve kıyılarına kadar acıyla dolu.” Her tarafından hüzün akıyor. Acı diz boyu. Yüzyıllardır yağmalanan bu şehir artık tat vermiyor aşklarıma. Bu şehirden kaçmak tek kurtuluş reçetemdir. Çünkü bu şehirden kaçış, bir hicrettir aydınlığa.
Bu şehrin gecelerinde hepten göçüyorum. Karanlıklar ürpertiyor ruhumu. Tek kişilik hücremde tir tir titriyor ruhum. İçim, sonsuz bir korkunun ardından büyük bir aydınlıkla doluyor. Hayallerimin kırıldığı bu şehir artık içime sığmıyor. Çünkü bu şehir sahih akidemi bozup yeni inanışlar peyda etti. Umutlarım berhava oldu bu şehirde. Sinirleri ve dişleri alınmış bir aslan gibi yaşamaktansa, kaçıp gidiyorum bu şehirden.
Artık kaçmak vakti geldi de geçti bu şehirden. Günahımı sırtlanıp sonsuza koşuyorum bu şehirden. Geride bütün acılarımı, sevinçlerimi aşklarımı, umutlarımı, hayallerimi… bırakarak uçuyorum bu şehirden. Sözde konfor ve lüksün hakim olduğu bu şehirde her gün aynı acıyı solumaktansa, yağmur gibi bombaların yağdığı özgürlükler ülkesinde yaşamayı tercih ediyorum bu şehri terk ederek.
Evet!... Bu korkunç şehirden kaçmak vakti gelmiştir sevgili Zarif Prens. Seni terk edişimin yıldönümünde bütün şehir acı soluyor. “Ya sen kuş olur gidersin bir trenle” diyorsun ya… Bir Haziran sıcağında göçüp gittin bir trenle bu şehirden. Bilirsin, “Haziran,da ölmek zor”dur. Bu nedenledir ki; her Haziran gelişinde senin yokluğun bu şehrin bütün cadde ve sokaklarını yaktırıyor bana. Seni yeniden içime sarmalayarak fişekliyorum bu şehirden.
Bu şehri terk ederken, yine sıcak bir Haziran ayında aramızdan göçüp giden üstad Cemil Meriç’i anmamak mümkün mü? 13 Haziran 1987’de içime bir kor ateş düştü sevgili Cemil Meriç’in bu şehirden ayrılış haberiyle. Çocuk ruhumla darmadağın olmuştum yokluğunu hissettiğimde. Ajanlardan duyduğum senin bu şehirden uğurlanışına yüreğim dayanamamış ve çareyi senin “bu ülke”’ne yumulmakta bulmuştum. Küçük bir kasabada içimde büyük fırtınalar kopmuştu ama kimin haberi ola ki!... Limanına sığınarak kanatlandım bu günlere. Aradan yıllar geçti ve köprüden altından epey sular aktı. Geriye dönüp baktığımda tıpkı Michel Foucault’un dediği gibi; “ne bu şehir eski şehirdi, ne de ben eski bendim.” Anlaşılan bir şeyler olmuştu bu şehre ve bana. Belki yenik düştü umutlarım bu şehre. Tüm hayallerim yıkıldı bu şehrin gürültülü tezgahında. İçimden bütün şehirleri terk ederek bir şövalye gibi atımı dört nala vuruyorum. Ta ki içinde umutlarımın ve hayallerimin boy attığı yeni şehirler inşa edinceye kadar.
“Sensiz ve sessiz yaşamak için terk ediyorum şehri”*
Yalnızlığımın gölgesinde kaçıyorum. İz sürüyor gölgem. Şehir ses vermiyor yalnızlığıma. Kendimden kaçıp yine kendime sığınıyorum. Terk ediyorum bütün yıkık metropol şehirleri. Sessizliğin ve sensizliğin girdabına takılıyor yüreğim. Denizlere dalıyorum bir Yunus balığı gibi, sonsuzluğa uçuyorum bir ebabil kuşu gibi… Nafile yine de olamıyorum sensiz ve sessiz… Terk etmiyor gölgem beni. Ah üstadım!....
“Dokunsa biri yüreğime ah, düşeceğim.”*
Velhasıl; bu şehir içimde kanarken : “Bu şehirde yaşamak acı veriyor insana. Acıysa mutluluğa akıyor. Mutluluk da içimize!...”** aynı nakaratıyla bağlayamıyorum. Çünkü bu şehirde yaşamak acı veriyor insana ancak acı, bir mutluluk olarak akmıyor içime. Bu nedenledir ki artık;
Bu Şehirden Kaçmak Vaktidir.***.
“Uzun bir geçmişimiz var
Hiç yorulmadan
En azından bir kere
Eğlenceli beşik
Ha biz varız
Ha biz maskeli balo
Saygıya durup üstün bir gecede
Bir sır payı katlayıp
Sade bir kahveden
Keyifsiz bir detayın hükmüyle
Ha biz yokuz
Ha biz seferde
Ya bu kez ölenleri görmeliysek
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Parka dolalım
Park bizi alır önce
Seyrimizden bir sabah kazanır
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şoförle
Sayısız rampaya katlanır
Ya güneşten daha zengin
Sofraya diz çökeriz
Ya sen kuş olur gidersin bir trenle
Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır”
* Sana Aşktan Soruyorlar - Mustafa ORAL
** İsyan Notaları - Yusuf TOSUN*
*** Cahit ZARİFOĞLU (1940-1987)