Çok sık sorulur;
Newton ya da Edison, yani tüm insanlığa faydası dokunan biri cennete gider mi?
Bu gibi kişilere nasıl bakmalıyız?
Gelin o kadar uzağa gitmeden, çevremize bakalım, sık karşılaştığımız başka bir sorunun ışığında bu sorunun cevabına bakalım.
Bir mü'minin tüm vasıflarını taşıyan, yalan söylemeyen, kimsenin hakkını yemeyen, fakiri kollayan, insanlara iyilik eden, hatta günahlardan sakınan, yani İslâmiyeti hayatında cismen yaşayan ama iman etmemiş birine nasıl bakmalıyız?
Gayri Mümin Müslim
Gelin biz biraz daha yakından bakalım, dah da içimizden daha cesur bir soru ile.
Birine sorduğunuzda iman ettiğini kabul eden, ancak namaz kılmayan (veya namaz kılıp aynı zamanda yalan söyleyen, kul hakkı yiyen) başını örtmeyen (ama kalbi temiz) oruç tutmayan (ya da tutan ama gıybet yapan) Kurân okumayan (Veya gazete gibi okuyup ilim edinmeyen) yani İslâmiyet cismen hayatında olmayan ama iman etmiş birine nasıl bakmalıyız...?
Gayri Müslim Mümin
Bir boyacı hayal edin, yani gelmiş size boyacı olduğunu iddia eden birini hayal edin, elinde fırçası yok, üstünde tulumu yok, önünde kovası yok, içinde boyası yok, fiyatlarını bilmiyor, teknik bilgi yok, referans olabilecek bir uygulama yok, yok da yok! Ama bir iddiası var (müslümanım) boyacıyım diye!
Bir de başkasını hayal edin şimdi, elinde fırçası var, üstünde tulumu var, önünde kovası içinde boyası var, fiyatları da biliyor tekniğini de, ancak boyacıyım diye bir iddiası yok, istihdam için açtığınız kontenjana başvurmuyor!
Büyük ihtimalle ilkini işe almazdınız, ikincisini de bulma imkanınız olmadığına göre ikisinin de işsiz kalması çok da beklenmeyen bir son olmazdı herhalde...
Dünyadaki hemen her meslek için, alaylı ve okullu gibi, teorik ve pratik olarak iki farklı yetişme şekli gözükse de, her pratik teoriğe, ve her teori pratiğe taşır kişiyi çıktığı yol da. Elbette içiçe olan bu iki daire birbirinden ayrı düşünülemez!
Bediüzzaman Hz. Bu iki kavramı (teori-iman, pratik-islamiyet) ayırmıyor, aksine birbirinden ayrılamaz olduğunu ispat ediyor... Buyrun ;
"İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz..." (Mektubat-Yirmi Sekizinci Mektup)
Gelin şimdi çok daha yakından bakalım, biraz cesur olup elimize bir ayna alıp enfusi dairede kendimize bir cevap arayalım ve mümin olduğumuzu söyleyip İslâmiyet hayatımızda hayat bulmazsa, ne olur ona bakalım mı?
Elbette başını örtmediği için kimse dinden çıkmaz, ancak kalbinin temizliği ona referans olmayacaktır da, elbette namaz kılmadığı için de kimse kafir olmaz, ancak namazı da kâfirler kılmaz! Elbette oruç tutmadığı için hatta faiz yediği, yalan söylediği, kul hakkı yediği, zina yaptığı, insanları dolandırdığı için kimse dinden çıkmaz, sadece GÜNAHKAR olur!
Ancak Bediüzzaman Hz. ifrat veya tefritin sınırında ve ihtimalin kıyısında gezmek olan bu halet hakkında dikkate şayan bir şekilde uyarıyor... Buyrun;
" Her günahta küfre gidecek bir yol vardır!" diyor ve bu yolun, şeritlerini ve tabelalarını ve âdeta yapı taşlarını tarif ediyor;
" Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.
Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor.
Hem meselâ, Cehennem azâbını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehdidâtını işittikçe istiğfarla ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennemin inkârına cesaret veriyor.... (Lemalar-İkinci Lema)
Şimdi sizce kaç kişi "ben bu tariflerden hangisiyim ...?" diyebilecek...