Risale Haber-Haber Merkezi
Kurban bayramında Fas’a giden Risale Haber okuyucularından Aslı Konur, bu ülke ile ilgili gözlemlerini kaleme aldı, ilginç ayrıntıları aktardı.
Mühür her yerde; görmek isteyene
Fas diye bildiğim ülkenin, Morocco olduğunu öğreniyorum ilk önce. “Niye Fas diyoruz” sorusuna ise “Osmanlı zamanında fes şehrinin başkent oluşu cevabını” veriyor.
Havalimanından Casablanca şehir merkezine trenle gidiyoruz. Yanımızdaki beyefendiye Marakeş’e giden tren saatini sorunca, elindeki telefonuyla internete bağlanarak hemen yardımcı oluyor bize. Sorduğumuz bütün sorulara gayet sabır ve nezaketle cevap veriyor.
Casablanca’dan ilk durak olarak planladığımız Marakeş’e gitmek için tekrar trene biniyoruz. İnanılmaz kalabalık. Artık ilerleyemeyeceğimizi anlayınca bekliyoruz ayakta. Bir sonraki durakta inecek olan teyze bize yer veriyor. Karşılıklı ikişer koltukları olan trende karşımızda berberi olduğunu düşündüğümüz, yılların yorgunluğunu ve verdiği olgunluğu her haliyle taşıyan, yöresel kıyafeti, çenesinde yeşil renkli nişanesiyle yaşlı bir teyze ve oğlu oturuyor. Biz meraklı gözlerle pencereden evleri, insanları, çevreyi izlerken yaşlı teyzeye güneşin vurduğunu biraz geç fark ediyoruz. Güneşliği hafif indirip kafamızı eğip tekrar izlerken, yaşlı teyze biz rahat rahat izleyelim diye güneşliği kaldırıp 3 saat o şekilde yolculuğa katlanıyor ve inerken “madam selam” diyerek ülke halkı için ilk olumlu intibayı veriyor.
Her şeyi toprak rengi olan Marakeş şehri, gayet güzel. Şehir merkezi ve düzenli yollarıyla karşılıyor bizi. İki gün içerisinde Berberi köyü, şelaleleriyle göz dolduran Ourika vadisi, Menara bahçesi, eski yerleşim yeri olan Medine’yi, Yahudi mahallesi ve en ilginç yeri olan, aynı zamanda dünyanın en hareketli meydanlarından biri olan Cema al Fena’yı (kıyamet meydanı) gezdikten sonra, Casablanca’ya geçiyoruz. Trafik lambalarının az, korna seslerinin çok, trafiğin yoğun olduğunu görüyoruz fakat buna rağmen kazasız ve kendi içinde düzenli.
Casablanca’da atlas okyanusunun hemen yanında olan Hassan Essani Camisinin değişik mimarisi, büyüklüğü ve ihtişamı büyülüyor bizi. Ne yazık ki namaz vakitleri dışında camilerin kapalı olduğu Fas’ta, 120 dirhem vererek içini gezebiliyoruz. Asıl okyanusun duruluğu, güzelliği, haşmeti alıp götürüyor bizi başka alemlere. Farklı ülkeleri gezmenin en güzel yanı Cenab-ı Hakk’ın mührünü, delillerini her yerde görmek yani tefekkürü en azami derecede hissettiriyor insana. Ne kadar küçük olduğumuzu, dünyanın sadece bizim etrafımızda dönmediğini anlıyoruz. Ağzımızdan çıkan tek cümle; “Elhamdülillahi ala nurul iman.”
Dördüncü gün başkent Rabat’a doğru yola çıkıyoruz. Başkent olması hasebiyle düzenin ve medeniyetin fazlasıyla hissedildiği güzel bir şehir. Her şehrinde olduğu gibi Rabat’ta da eski yerleşim yeri olan Medine’ye gidiyoruz. Dar sokaklarıyla beyaz ve maviyle boyanmış küçük sevimli, huzurlu evleri ile Oudaya Kasbah. Az ilerisinde muhteşem atlas okyanusu. Chellah antik şehri, kralın haşmetli mezarını ve Hassan kulesini geziyoruz. Beşinci günün sonunda fes şehrine doğru yol alıyoruz. Kurban bayramının birinci gününe denk gelmesinden dolayı, müzeler ve saraylar kapalı olduğundan eski yerleşim yerlerini geziyoruz.
Molla İdris türbesini ziyaret ettikten sonra bol bol kurban manzaralarıyla karşılaşıyoruz dar sokaklarda. Fas halkını kendimize yakın hissetmemizin sebeplerinden ilki tabii ki Müslüman olmaları. İkincisi ise Bediüzzaman Hazretlerinin Birinci Söz’de belirttiği hakikati birebir yaşamamız. En güzel alışkanlıklarından biri de alış veriş esnasında verilen parayı “Bismillah” deyip almaları, “Bismillah” deyip vermeleri. O paragraf canlanıyor her seferinde; “madem her şey manen Bismilah der, Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi, Bismillah demeliyiz. Allah namına vermeliyiz. Allah namına almalıyız. Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız…”
Sıcak, güleryüzlü, yardımsever, mütevazi, Fas’tan ayrılıyoruz yedinci günün en erken saatlerinde. Aklımızda ve kalbimizde güzellikler kalarak…