Bugün günlerden aşk Barla...

Mustafa ORAL

a-

Bu gün günlerden aşkBarlacazım. Ay az önce gece vardiyasından çıktı.Güneş merhametli bir erkek gibi hayat arkadaşı olan Ay’ı alnından öperek uğurladı. Güneş sadece Ay’ı öptü. Ama gelene geçene, kaçana göçene selam vere vere boy attı ufuklarda. Pencereme uzanıp, benim de yanaklarımdan öptü. Ben de öptüm kalbimi. Ve sana doğru doğan bir güneş olabilmek için yüzümü ve sözümü döndürdüm sana. Ben yüzün, ben sözün oldum senin. Ben günün, ben güneşin oldum senin.

Bu sabah buralarda güneş menekşe menekşe açsa da, az sonra yağmur yine gelecek. Belki akşama doğru bahar başka çiçeklerle de getirir; bilemem. Ama ben her seferinde denizleri yırta yırta geldim kapına. Rüyalardan atlarım, dualardan tüfeklerim vardı. Şiirlerden bıçaklarım, şarkılardan kılıçlarım... Kendimle öyle çok savaştım ki, her tarafım yara bere içinde. Denizlerden dağlara çıkıp haykırdım bir zaman: Hey Barla! Senin de benim gibi yaraların var mı?

Yaralarla geldim ben sana. Belki yağmur sağaltır yaralarımı, diye kanayan yanlarımı yağmuruna tutmaya geldim. ‘Bir yağmur; eğer seher vakti gelirse; oturur denize, dayanır dağa; sana dönerim ben’ deyip, sana döndüm.

Bu gün günlerden aşk. Ben güne, güneşe, sana döndümBarlacazım.

 

b-

Bu gün günlerden aşk.

Dün bütün gece rüyamda seni gördüm. Ne çok soğuk terler attım. Ne çok sarsıntılar yaşadım. Kah güldüm, kah ağladım. Kah sustum, kah naralar attım. Neden sonra uyandım da aşk uykusundan; her yanım ağrıyor, her yanım ağlıyor.

Rüyanın köprüsünden geçerek bir yol ayrımına vardım. Yollar bir iken bin oldu. Yürek bir iken, bin parça. Ben biliyordum bu yerleri. Bu sapak Sezai Karakoç’a çıkar, şu yol aşka, şu menzil duru bir yağmura, şu medrese-i Nuriye de bana. Sapaklardan yollara, menzillerden medrese-i nuriyelere vardım. Şiirlerden aşka, senden bana vardım. Vardığım her yerde yeni bir rüya gördüm. Rüyalardan rüyalara vardım. Bütün gece o sapak senin, bu yol benim, o menzil senin, bu medrese-i nuriye benim, o rüya senin, bu rüya benim gezdim durdum.

 

Rüyalarımda ağrılar öre öre sabahın olmasını bekledim. Rüya göre göre sana doğru yürümenin, türküler söyleye söyleye düğün evine gitmek gibi bir şey olduğunu bilmekteydim. Gece senin düşünle, hayalinle, rüyanla demlendim. Bir süt denizi oldu da tenim; şiirlerden, şarkılardan maya çaldım kendime. Gün doğumuna yakın kıvama erdim ve yazmaya koyuldum yola koyulur gibi. ‘Ellerin öper geçer her yerimi’ deyip durdum mektuba bu aşk namazında:  Niyet ettim rızası için Allah’a, artık vakti gelen şu aşk mektubuna...

Söze nereden başlayacağımı bilemediğim için tekrar tekrar selam verip niyetimi yeniledim. Kaç defa yazdım, kaç defa yırttım yazdıklarımı. Kaç defa bozdum namazı. Kaç defa bozuldu kalbim. Kaç defa meleklerin katından döndü yazdıklarım. Kaç defa meleklerin katına varamadan yoruldu kalbim. Kaç defa yağmur gibi kesildi söz yağmur meleği.

 

c-

Bu gün günlerden aşkBarlacazım.

Yağmur meleği... “Yağmur Meleği” desem de sana, benim için kalbin bir yangın yeri sanki. Aşk buğu buğu teninde tütüyor. Sana bakarken kendimi ateş aramaya çıkmış biri sanıyorum. Nerene baksam ateş alıyorum. Nerene dokunsam oran rüyama giriyor.Nereni düşünsem oran kalemime giriyor. Nereni görsem orası bana göz oluyor.

Gözlerin kalem kalem, rüya rüya ateşler gibi bir yolculuğa çıkarıyor beni. Gözlerin bir çıra oluyor, bazen yakıyor, bazen yıkıyor beni. Bazen tenimi ısıtıyor, bazen yolumu ışıtıyor. Gözlerin yangından bir yol. Bir uçuruma varılıyor gözlerinden. Kaşların bir sıradağ gibi deniz gözlerini yerinde tutuyor. Uçuruma çıkan o gözlerini bir sığınak yapıyorum kendime gözlerinin yangınında. Sığınıyor, yalnızlığı seçiyorum. Belki bir yağmur gelir, bulur beni, diyorum.

Aslında gözlerine bakmaktan utanıyorum. Kabe karası kaşlarının bir sur gibi çevirdiği Medine mavisi gözlerine... Gözlerin.... Gözlerin dokunup geçiyor her yerime. Dokunur gibi kilimin bir yeri dokuyor, dokuyor, dokuyor, okuyor içimi. Belki okursun diye rüyalarımı en güzel şiirlerimi asıyorum her sabah kirpiklerinin balkonuna. Gözlerin gönlüme bir kapı ya... Sözlerin kalbime bir pencere ya... Sözlerinden bakarım ya gönlüme. Gözlerinden girerim ya kalbine.  Belki açarsın kapılarını, pencerelerini de, girerim kalbine. Belki kalbim ağlamasını keser. 

Kalbim sızım sızım ağlarken gecenin koynunda, ellerin gözlerimi öpen bir karanfil oluyor. Değil mi ki, her sabah çiçeklere su vermek gibidir gözlerini öperek uyandırmak seni... Ellerin gözlerinle kardeş. Ellerin gözlerinle aynı cinsten, aynı çiçekten. Ellerin ve gözlerin karanfil...

 

d-

Bu gün günlerden aşkBarlacazım.

Güneş gülüyor herkese. Kuşlar çocukların pencerelerine kadar gelip, onları kahvaltıya çağırıyor. Yağmur yağmur bahar yağmış buralara. Karanfil karanfil rüya ağmış uykulardan. Uyan... Uyan... Bu gün günlerden aşk. Belki beni görmüşsündür rüyalarında. Belki bir baharımdır da, yağmura saklanmışımdır. Belki bir yağmurumdur da, seni saklıyorumdur içimde. Uyan...

Şimdi bahar günüdür. Şimdi yağmur zamanıdır. Şimdi yağmur yağıyor. Uyan. Kalk da seni bulmam için, rüyalarına girmem için dua et. Çünkü yağmur yağarken yapılan dua kabule yakındır, derdi annem. Şimdi dualarımın içinden geçiyor bir yağmur. Şimdi bir yağmurun içinden geçiyor dualarım. Uyan. Uyan da beni dualarından geçir.

Biliyor musun dün burada Barla denizi yağmur duasına çıkmış. Yağmur da masmavi denizler ekmiş buralara. Bir de bahar görücüye çıkmış. Yağmur da yüz görümlüğü olarak yemyeşil bir şal atmış baharın boynuna. Emirgan’da deniz bahara kavuşmuş. Emirgan baharı Emirdağ sanıp, kucaklamış. Ellerine güneş değmiş denizin, gözlerine güneş ağmış yağmurun... Buralara hep deniz ekilmiş, bahar dökülmüş, güneş ağmış.

 

Yağmur biraz dindi şimdi. Güneş de açtı. Nereden çıktın karşıma bir güneş gibi sanki. Nasıl çıkartabilirim bir yağmur gibi hayatımdan şimdi seni. Düşlerin basmışken hayallerimi dalga dalga, şerha şerha böyle... Deniz yağmur duasına çıkmış, ben de bu gün senden gelen bu dalga dalga aşk yağmurunun kesilmesi için duaya mı çıksam acaba? Hoş yağmur kesilse, güneş açıyor ya. Neyse.

Hatırlar mısın? Sen konuşurken, damla damla değil, dalga dalga yağmur yağardı İstanbul’a. İstanbul’un yedi tepesi kurşuni bir kubbe olurdu. Sen susarken kirazlar utancından kızarırdı. Sen yürürken güneş zamandan yelkovanını çekerdi. Sen gülerken gökyüzünde yıldızlar yanıp sönerdi. Sen ağlarken denize yağmur yağardı. Sen bana bakarken, yağmur kokusu sarardı Kız Kulesi’ni.

Şimdi denize yağmur yağıyor. Denizin yüzünü kanatıyorum, kanından tadıyorum. Aşk değiyor bana. Acı çekmek değiyor bu yaptıklarıma. Tutuyorum da mavi ellerinden denizin, yağmurlarla dağlara çıkıyorum. Dağlardan soruyorum aşkı. “Belki yok olurum bir dağın kınında” diyorum. Belki bir denize dönerim aşkın iksiriyle. Daha fazla yaralanırım. Belki daha fazla sevebilirim seni. Belki bir bahar olurum. Gelir sende sürgün veririm. Belki bir yağmur olurum. Seninle avuturum kendimi.

Duru bir yağmur ol da, uyanBarlacazım! Bir bahar ol da, uyan Barlacazım! Bir yağmur ol, bahar bahar aç. Bir bahar ol, yağmur yağmur yağ.

 

e-

Bu gün günlerden aşk.

Denize yağmur yağıyor. Ben bir denizim kendime. Denize yağmur yağıyor. Yani sen yağıyorsun. Ne acayip denize yağmurun yağması. Şaşkınım. Öpüp duruyorum kendimi. Bakıp duruyorum yağmura. İnanır mısın, denizi öpmekten tuzlanmış dudaklarım, yağmura bakmaktan ağarmış gözlerim. Ağzımın tadı, gözlerimin feriyok. Bunun için ben kalbimi onarıyorum şarkılarla. Kalbimi şarkılarla...

Kalbimi şarkılarla onarırken gözlerimin feri biraz artıyor. Daha bir güzel görüyorum dünyayı. Her herde gözlerine rastlıyorum. Ruhumu yoruyor bakışlarındaki buğu. Bir de buğu baharı sürgün veriyor. Kanımda bin bir yara açılıyor. Ateşleyip hastalıkları, azdırıyor çiçek açtırır gibi ağrıları. Artık yağmurlu bir bahar gününde Barla’da seninle yan yana yürümek dinlendirebilir ancak beni.Yada deniz gözlerinde bir kıyı olmak belki. Ama sen bana bir kıyı vermedin. Bir adanı bir gözüm eylemedin. Şimdi bu gözümdeki ağrı senden. Bu deniz gözyaşları senden.

 

Bu gözyaşları içinde adı sen olan bir karanfil yetiştirdim yıllarca. Belki bir teselli olur, belki bir gün bir meyve verir, besler bir zaman beni, diye. Belki bir gölge, dayandığımda ardına bir gönül verir, diye.O beni biraz besledi. Şimdi bu sırtımdaki sancı senden. Ama aşk gün geçtikçe bende daha da büyüyor. Bir gün kabuk atacağım. Şu sırtımdaki yara iyileşecek. Sen o gün, orada beni sadece “aşk” olarak göreceksin. Ben yağmurdan öğrendim yukarıdan aşağıya meleğimsi bir bakışla bakınca her şeyin ne kadar da anlamlı olduğunu. Sen bahardan öğreneceksin benim seni ne kadar çok sevdiğimi. Biliyorum; seni sevmekten dolayı ne kadar acı çektiğimi, sen de benim gibi sevmeye başladığın zaman anlayacaksın. Ben yağmurdan ve o karanfilden öğrendim aşkı. Sense benim senin risaleciklerine ektiğim bahardan öğreneceksin. Bu karanfil bende bu gün dal budak saldığı gibi, bir gün o baharda sürgün verecek sende.

Sen benim ruhumun karanfilisin ve aşk meyvesini ben sende verdim.Nasıl ki çiçek açmış bir ağaç, güzel yazılmış bir şiirdir. Sen de aşkımın üzerinde karanfil açtığı bir ağaçsın. Bir ağaç sandım seni gölgesine sığınılacak. Sınayacağım sandım sende kendimi. Eskiler nasıl söyler: ‘Ağaç yaş iken eğilir.’ Eğemedim seni. Boyun eğdim. Başım önüme düştü. Elden ayaktan düştüm.

Öyle dalgalıyım ki şimdi. Öyle bir met-cezir yaşıyorum ki içimde. Aşk ile kırgınlıklar arasında gidip geliyorum. Söylediklerim birbirini tutmuyor. Zira aklım başka konuşuyor, kalbim başka. Bu sefer kırgınlık galip geldi galiba. Kusura bakma.

 

f-

Bu gün günlerden aşk.

Benim bedbahtlığım yüzünden ne talihim oldu seninle ilgili, ne de köklü bir tarihim.Şimdilerde beni en iyi Emirgan anlıyor. Emirgan mezarlığına gidiyorum haftada bir gün. Cuma günleri ikindileyin senin için yaptığım küçücük mezarın başına varıyorum. Günbatımına dek bekliyorum başında. Sana bir gün ulaşamamak endişesi deli ediyor beni. Ben bu deliliği veliliğe çevirmek için gidiyorum zaten oraya. Her ihtimale karşı yokluğuna alışmaya çalışıyorum. Hikmetli sözler söyleyip, kalbime bu muhtemel durumu kabul ettirmeye çalışıyorum. Mezardan aldığım toprağı ufalarken avucumda, o toprağı kendime bir kum saati yapıyorum. Ne yaparsan yap, saatinin içindeki kumun daha hızlı akmasını sağlayamazsın ya, yine de ben zamanı çabucak eritip sana ulaşmak arzusundayım. Zaman geçer de, ben onun yokluğuna alışmadan o gelir beni bulur, diyorum.

 

İnsan bir şeyi aramadan bulduğunda çok fazla sevinmiyor değil mi? En fazla kesede bir mangır bulmuş kadar seviniyor. Ama aradığını bulamadığında ne kadar çok üzülüyor. Bir kese altını kaybetmiş gibi...Öyle de; insan sebepsiz sevdiğinde sevdiğini terk etmesi kolay oluyor.Sebepli sevince o sebeplerin varlığı seven için anlam ifade ettiği müddetçe sevgi sürüyor. Ben seni niçin bu kadar çok sevdim de, şimdi söküp atamıyorum bir ağaç gibi içimden seni, bunu bilmiyorum. Bu halim kökünden köklenilmeye çalışılan bir ağaç dinginliği yaşatıyor bana: Bunca öptükten sonra göğü, ayrılıvermek dünyadan öyle mi? Bunca meyve verdikten sonra kesilip atılmak öyle mi?

Oysa ben bir keman ağacıyım senin için. Aşkın keman gibi tenime gerilmiş. Nereye dokunsam senin şarkın çalıyor. Senin hayalinle baş başa kalmamak için, bir yerlerime dokunmamak için namazları uzatmaya başladım son günlerde. Yıllardır görmediğim yüzün düşünce hatırıma, dayanamayıp teybe koşuyorum. Teybe ve tevbeye... Derya Köroğlu’nu dinliyor, dakikalarca içli içli ağlıyorum. Bu da yetmeyince kemanı elime alıyor, senin için yaptığım şarkıları fısıldıyorum İstanbul’a. Aşkın bende soğumaya yüz tutacak diye, seni bir an da olsa unutacağım, diye senin için yazdığım şiirleri okumaya başlıyorum:  Sevmediysem deliler gibi seni / haydi koparsınlar bir çiçek gibi senden beni.

Namazdan Derya Köroğlu’na, Derya Köroğlu’ndan namaza gidip geliyorum. Ne seninle yapabiliyorum, ne de sensiz.

Neyse... Sesimi düzeltmeliyim artık, ağladığım duyulmasın. Yüzümü yıkamalıyım şimdi, gözyaşım kurumasın.

 

g-

Bu gün günlerden aşk.

Yağmur meleği, kurşun ki yuva yapmıştır göğsüme. Her karanfil beni vurur. Baharı soluyan bir yağmur gelir, beni bulur. Karanfil baharı, yağmuru, en çok da beni vurur. Bir zamanlar ülkenin birinde karanfillere vurgun bir padişah yaşarmış. Ülkesinin herhangi bir yerine gittiğinde, halkı ona karanfil atarmış. Senin bir gün İstanbul’a bana dönmeni bekliyorum. O padişahın adı Karanfil idi. Ben, yani Mustafa, karanfillerin efendisinin(aleyhissalatu vesselam)adını taşıyorum. O gün geldiğinde İstanbul’u karanfil bahçesine çevireceğim.

Şimdi ben sanki başımı omuzlarına koyuyorum. Saçlarıma senin Lahikalarından bahar gelmiş.Gözlerini bırakmışsın da gökyüzüne, yağıyor gözlerinin göğünden yağmur. Bir karanfilin koynunda birikiyor ruhumuz...

 

h-

Bu gün günlerden aşk.

Dün gece Mevlid Kandiliydi. Senin için mevlid okudum. En güzel yanlarınla bana doğman ve dönmen için dua ettim. Sonra aşkla ben Mevlid Kandilinde birbirimize sarılıp,dua ede ede uyuduk. Uyandığımda ikimizin kızı olarak sen dünyaya gelmiştin.

Sanki beni bir bahar bağlamıştı. Bir yağmur tutmuştu. Bunun üzerine ‘yalnız bir kalbin arkasından git / yalnız bir gönlün arzusuna teslim ol” diye kendimi tenbih ettim.

Dinmedi ağrılarım. Geçmedi yalnızlığım. Bu defa da “Artık giyindiğim şu yalnızlıkları çıkarmalıyım bir bir üzerimden. Kokunun sindiği her şeyimi bir kenara koymalıyım.” dedim.

 

ı-

Bu gün günlerden aşk.

Sana anlatmadım. Yedi yıl önce bir rüya gördüm. Sen içinde onlarca gemiyi barındıran bir limandın. Dışardan bakılınca çok berrak, çok duru görünüyordun. Zeytin gözlerimle geceleri Ege dağlarından Yunan adalarına bakarken denizde rastladığım durgunluğun izlerini görüyordum üzerinde. Sanki her şeyinle bana ifşa olmuştun. En derin yerlerini görüyordum. En ince sırlarına nüfuz edebiliyordum. O an hatırıma bir şey düştü. Hani sen bazen rüyalardabana “tam da aklımdan geçenleri söylüyorsun” derdin ya. Bu gün anlıyorum ki, senin hakkında bildiğim her şey o rüyadan ibaretmiş. O gün her şeyinle seni görmüşüm. Ve o gün sana aşık olmuşum.Demek seninle konuşurken senin o an düşündüğün şeyleri söylemem ve senin ruh durumuna uygun şeyler söylemem, o gece senin derinliklerinden topladığım sesleri sana sunmaktan başka bir şey değilmiş.Evet ben aslında sesinin bir yankısıymışım. Sen öyle derinlerde yaşıyormuşsun ki ve sesin öyle bir dağda yankılanıyormuş ki, o ses çalkalana çalkalana denizin ortasına atılan karanfilin daireler oluşturarak kıyıya vurması gibi benim ruhumun kıyılarından tekrar senin ruhuna vuruyormuş. Sesinin yakamozları bana vuruyormuş ve sen bana katılıyormuşsun. Ama sen bunun farkında değildin. Çünkü benimle konuşurken, konuştuğunu sandığın kişi ben değildim. Benim tenime giren yani benim sesimin ve tenimin suretine giren sendin. Ben senin ruhunu giymiştim. Bende gördüğün sendin. Ben senim, ben sen oldum. Ama sen henüz ben değilsin. Benim olacağın, ‘ben’ olacağın günü özlemle ve umutla bekliyorum.

 

i-

Bu gün günlerden aşk.

Yağmur meleği, artık günün de, mektubun da sonuna geldim. Bahar sürüldü. Yağmur kesildi. Yine de, ağır aksak da olsa bu yürekte hala sana karşı aşk sürüyor. Fakat ne kadar bu halde gider bilemiyorum. Artık rüyalar görme, dualar etme, şiirler söyleme, mektuplar ve lahikalar yazma sırası sende.

Bu gün günlerden aşk. Yarın aşkertesi. Ama sen sakın erteleme aşkı. Zira erteleyenler helak oluyor.

Hoşça kal Emirdağ…

Hoşça kal Emirgan...

Hoşça kal Barla…

Hoşça kal Barlacazım.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.