Ağustos ayı, şükrümün ziyadeleştiği bir aydır benim için.
Hayır, hasat mevsimi olduğu için değil. Doğrudur, Ağustos ayı, bütün bir sene içinde belki en fazla mahsulün, en fazla meyvenin önümüze durduğu; Rabbimizin bizler için hazırladığı ayrı ayrı nimetlerin apayrı lezzet, koku ve görünümleriyle birbiri ardınca dizildiği bir bereket mevsimidir. Ki o meyvelerin içinde, en sevdiğim meyveler sıralamasının tartışmasız ilk ikisi, taze incir ve kavun da vardır.
Ama bu değildir, Ağustos’u şükrümün zirveye ulaştığı ay kılan. Bu ayı benim için apayrı ve özel kılan, bu ayda ve bütün aylarda tattığım maddî-manevî bütün nimetlerin benim için mukaddimesi ve esası olan şeyin gerçekleşmesidir. Bu ay, benim varoluşa gözümü açtığım, dünya sahnesinde göründüğüm aydır zira. Doğduğum, bu hayatta varoluş nimetini tattığım aydır.
Bu ay, sadece benim değil, eşimin de varoluş nimetini tattığı aydır üstelik. Şimdilerde ‘eş’ deyip geçtiğimiz o kelimenin Arapça aslı olan ‘zevc-zevce’ teriminin, tıpkı ayakkabının sağ veya sol teki gibi, biri birinin ‘eşiti’ olanı değil, biri diğeriyle tamamlananı tarif ediyor olduğunu düşünürsek, Rabbimin beni de, beni tamamlayan öteki yarımı da yarattığı ay olarak Ağustos, benim için elbette özellikle şükür ayıdır. Şükür ki, şükrettiğim yegâne ay değildir—bütün ayları ve günleriyle zamanı yaratan Rabbime hamd ü senalar olsun—ama kendimin ve ‘zevce’min bu dünyada varoluş sahnesine buyur edildiği ay olarak şükrün zirveye eriştiği aydır.
Kendimin, İnci’min ve incirin yaratıldığı ay olarak şükrümün zirveye ulaştığı ay olarak bugüne kadar yaşadığım Ağustos’lar içinde ise, bu yılın Ağustos’unun müstesna bir yeri var benim için. Şükrümün ziyadeleştiği ay olarak Ağustos’lar içinde, galiba en fazla bu Ağustos’ta şükrettim.
Bu, en başta, ömür ilerledikçe insanın nimet olduğunu farkettiği şeylerin daha da artmasıyla ilgili elbette. “Şükredin ki, nimetimi arttırayım” buyuruyor Rabb-ı Rahîm. Ama biz, bu ‘nimet artışı’nı maddî anlamda zenginleşmek, daha fazla mal ve paraya kavuşmak olarak anlıyoruz. Ama hayır; Efendimiz aleyhissalâtu vesselam, şükrün de zirvesiydi, ama ailesinin geçimi için aldığı borç karşılığı zırhını bir Yahudi tüccara rehin vermiş halde iken vefat etti. Demek ki, ‘şükredin ki, nimeti arttırayım,’ ille de daha fazla para, daha fazla servet anlamına gelmiyor. Bilakis, şükürle zaten varolan, zaten verilen, ama o güne kadar farkına varmadığımız nice nice ‘nimet’in farkına varıyoruz. Şükrettikçe, nimetlere dair farkındalığımız artıyor. Dahası farkındalığın da bir nimet olduğunu yine şükrettikçe anlıyoruz!
Dilerim, ömür dakikaları ilerledikçe, nimetlere dair farkındalığımızı ve farkında olmanın da bir nimet olduğu gerçeğine dair idrakimizi daha da arttırır Rabbimiz; ve gelen her ay, geçen her aydan daha fazla şükür meyvesi bırakır ömür sepetine.
Bu Ağustos’ta şükrümün daha da ziyade olmasının bir diğer sebebi ise, kendi doğum günüm ile eşimin doğum günü arasındaki günde, 10 Ağustos’ta yaşadığımız hadise. Ki, on gündür kendime sorduğum soru: Bu millet, en tepe yöneticisini en son hangi tarihte doğrudan ve bizzat seçti?
Milleti dar anlamıyla coğrafya ve etnisite üzerinden tarif etmiyorum çok şükür. Ama öyle tarif edenlerin bu soruya vereceği cevap, belli: Hiçbir zaman. Etnisite üzerinden konuşulursa ne ‘Türkler,’ coğrafya üzerinden konuşulursa ne ‘Türkiye toplumu,’ bugüne kadar doğrudan ve bizzat seçmedi en tepe yöneticisini. En tepe isim ya silah zoruyla, ya hanedan sistemi üzerinden veya vekillerin seçmesi ile başa geldi.
Milleti bir mü’minin anlaması gereken anlamıyla, ‘ümmet’ bütünü içinde tarif ettiğimizde ise, bugünden geriye, koskoca bir ‘saltanat’ silsilesi karşılıyor bizi. Bu ümmet, en tepe yöneticisini en son Efendimiz aleyhissalâtu vesselamın vefatından otuz sene sonra seçti. Kendi özgür iradesiyle, bir hanedan sistemine dayanmadan ve dayatılmadan ümmetin bizzat seçtiği son isimdi Hz. Hasan.
Sonrasında ise, hanedan sistemi içinden geldiği halde bu sistemle ancak ‘sultan’ olacağını düşünen, ‘halife’ olmak için ümmetin silah zoruyla değil, özgür iradesiyle biatını bekleyen bir Ömer b. Abdülaziz çıktı yalnızca. Adaletiyle çağrıştırdığı Hz. Ömer’e atıfla, nâm-ı diğer, ‘Ömer-i Sânî’ (II. Ömer) yani… (Bediüzzaman’a göre, Meşrutiyet’i yeniden ilan etmekle birlikte, Sultan II. Abdülhamid için de ‘Ömer-i Sânî’ olma imkânı vardı, ama yüz sene önce ümmete ümit olabilecek bir diğer ismi, III. Selim’i öldürten ‘silahlı güçler,’ burada da devreye girdi, bu imkânı bertaraf ettiler ve Abdülhamid’i devirerek ‘zümre istibdadı’na giden bir çığır ürettiler!)
Bu tarihsel perspektiften bakınca, 10 Ağustos’un benim gözümde apayrı bir yeri ve değeri var. Hanedana, soya, silaha, güç dengelerine, haricî unsurlara dayanmadan; aracılar araya girmeden, doğrudan ve bizzat en tepedeki yöneticimizi ‘nihayet’ seçebilmiş olmamızın sembolik değeri ve anlamı o kadar büyük ki… Umarım o değer ve anlam, ilerleyen zaman içinde ‘sembolik’ olmaktan öteye gider, bilfiil bir anlam, değer, güç ve tesir kazanır.
Ve yine aynı Ağustos’ta, bir sevinci ve şükrü daha yaşattı Rabbimiz bana ve bize. Hangi durumda ne der, yüreğinin götürdüğü yere mi, yüreksizlerin gösterdiği adrese mi yönelir diye tereddüt etmeyeceğimiz; yanlışını bile doğru bir niyetle yapacağına itimad ettiğimiz bir ismin bir basamak öne çıkmasını nasip etti. Son tahlilde hep ümmeti ikinci sıraya alan hesapçılara karşı, hasbîlik bir kere daha galip geldi. Umarım, bunun da hayırlı sonuçlarını gösterir Rabbim bize.
Bu yazı, şu günlerde yaşadığım ruh haline dair bir özet ve bu ruh haline eşlik eden ‘düşünceler’ için bir girizgâh.
Şükrettiğimiz bir aydayız. Şükrettiğimiz iki sonuç var karşımızda. Ümmetin ümidi olmuş bir ismin hemen arkasında, ümmete ümit veren bir isim daha var şimdi. Onlar için duacıyız, hep dua edeceğiz.
Diğer taraftan, ‘siyasete dair’ kendilerine diyeceklerimiz olacak. Dileriz söyleyeceklerimiz adresine ulaşır.
Sonrasında da, herşeyi siyasetten bekler hale geldiği tehlikeli bir noktada, ‘siyasetin çözemeyeceği meseleler’e dair ümmete, cemiyete, özelde de her gruptan hizmet ehline söyleyeceklerimiz olacak. Dileriz bu sözler de adresine ulaşır.
Bu, bir giriş yazısı. Devamı gelecek inşaallah.