Bugünler Risale-i Nurun bayramıdır

Bediüzzaman’la defalarca görüşen Vanlı Selahattin Akyıl Risale Haber’e konuştu

Röportaj: Dursun Sivri-Nurettin Huyut / Risale Haber

2. BÖLÜM

TATVAN’DA BAŞIMA BERE TAKTIĞIM İÇİN TUTUKLANDIM

Van’a gelirken, Tatvan’da otobüsümüz mola vermişti. Ben de camiye namaz kılmak için gittim. Başımda bere vardı. Giderken polis beni görünce “bereyi çıkar” dedi. Çıkardım, hava çok soğuk, Şubat ayı, öylece camiye gittim namaz kıldım. Camide namaz kılarken bereyi gene takmıştım. Namaz kılıp dışarı çıktığımda bereyi unuttum başımdan çıkarmadım, gelince polis tekrar beni bereli gördü. “Neden tekrar bereyi taktın” diye sormaya başladı. Beni ifade almak için karakola götürdüler. İfademi aldılar. Bekliyorum. Bir şey de demiyorlar. İkindi namazı vakti gelmiş “namaz kılacağım” diyorum ama müsaade etmiyorlar. Sonra polisin biri merhamete geldi bir örtü yere serdi “gel kardeşim namazını burada kıl” dedi. Diğeri görüp itiraz edene kadar ben namazımı bitirdim. 

Sonra beni nezarete attılar o gece orada kaldım. İkinci gün öğlene kadar orada kaldım. Öğleden sonra mahkemeye çıkardılar. Müdafaamı yaparken Risale-i Nurdan bahis açıldı. Okuyup okumadığımı sordular ben de “var okuyorum” dedim. Bir de yanımda Menderes’in Meşhur “Konya Nutku” vardı. Onu da yanıma almıştım. Onu görünce onu da aldılar. O nutukdan dolayı bir şey yapmadılar ama bere için hakkımda dava açtılar. Hakim beni Van Asliye Ceza Mahkemesine sevk etti.  

Mahkemeye geldik orada müdafaamızı yaptık, bu defa orası bizi Bitlis Ağır ceza Mahkemesine sevk etti. İhtilal oldu benim mahkeme hala devam ediyor. O arada af çıktı. Benim mahkeme af kapsamına girdi ve öylece beraat ettim.  

RİSALE-İ NURLAR DEVREYE GİRİNCE KORKUP ÇEKİNDİLER

Bu arada ihtilalin henüz beşinci günü duydum ki bana iftira etmişler. Güya ben “Müslümanlar gitti, gavurlar iktidara geldi” demişim. Mahkemeden celp çıkmış. Bana getirdiler. “Yarım saat içinde mahkemeye geleceksin” dediler. Ben de “bu kadar acele niye biraz mühlet tanımanız gerekmez mi? Yarım saatte celp mi olur?” diye kendi kendime söyleniyorum. Bunları düşünürken komşular geldiler dediler, “Sen böyle böyle demişsin o nedenle seni şikayet etmişler, bizi de şahit göstermişler. Biz de şahitlik edeceğiz.” Onlara dedim, “Kardeşim ben ne zaman demişim, siz niye şahitlik yapacaksınız?” ama beni dinlemediler.  

Neyse gidip hakim önüne dizildik. Bir anda bu haber çarşıda yayıldı o nedenle duyanlar da gelince bayağı kalabalık oldu. Orada hakim sordu “sen böyle böyle demişsin doğru mu?” diye… Ben de, “haşa ben böyle bir şey söylememişim” dedim. “Peki!.. Bu adamın sana ne tür bir düşmanlığı var ki, demediğin halde ‘dedi’ diyor” şeklinde sorunca, “ne o adam beni tanır, ne de ben o adamı tanırım, herhalde ben Risale-i Nurları dükkan camına koyduğum ve sattığım için düşmanlığı oradan geliyor” deyince baktım o şahitler de vazgeçtiler. Onlar da “biz görmemişiz, bizim haberimiz yoktur” dediler. Risale-i Nurlar devreye girince korkup çekindiler. Şahitlik etmediler. Bu defa adam ortada kaldı. Savcı olayın böyle geliştiğini anlayınca döndü o şikayet edene verdi veriştirdi. Çokça hakaret etti.  

Sonra paşayı aradı “Paşam! Gönderdiğiniz memurlar vatandaşa böyle böyle iftira ediyor, ne yapalım” diye sordu. Paşa da “o adamı hemen bana gönderin, ben hallederim” dedi. Bizi şikayet edip paşanın huzuruna göndermek isterken kendisi gitti. Mahkemeden çıkınca baktım cipler peş peşe paşanın yanına gidiyorlar. Kim kime iftira ederse dört katı cezası var. Cenab-ı Hak ördükleri çorabı böylece onların başına sardı.  

Altmış ihtilalinden sonra da davalar başladı, sürekli dava açılıyordu. Benim dükkanın tabelasını dahi indirdiler. İki yıl mahkemem devam etmişti. Sonra tekrar gelip dükkanı açmıştım. Mesela Refet Kavukçu “Nur Ticarethanesi” şeklinde levha yazmıştı, çok da süslemişti. Tabelayı bahane ederek mahkemeye vermişlerdi. Bir yıl mahkemesi devam etmişti.  

Konya’da Mustafa Kırıkçı “Bediülbeyan” diye bir mecmua yayınlamış elli tane bize göndermiş. Arama yaptılar o mecmualardan dolayı da dava açtılar.  

AĞLASAK MI? GÜLSEK Mİ?

Yani, her şeyi bahane edip dava mı açıyorlardı? Mahkeme yol olmuştu size öyle mi? 

Evet, mesela savcının iddiası şöyle “kendisi içinse bir tane alsın neden elli tane almış?” diye dava açıyor. Yani, ağlasak mı? gülsek mi? Ne yapacağımızı şaşırıyorduk.  

Bir gün Özalp’te bir kahveci benden masa taşı istemişti, bende yoktu İstanbul’dan sipariş vermiştim. Bir de o ara İstanbul’dan üzerinde “Allah için isteyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız” yazan sac levhalar istemiştim, ayrıca yüz tane de “Risale-i Nur Sönmez” adlı kitaptan istemiştim. Levhalar ve kitaplar erken gelmişti. O günün imkanları ile sandıkta göndermişler. Keserle bir iki vurdum kapağını açamadım. Fakat sandıktaki gelen eşyayı masa taşlar sandım. “Bunları nasıl açacağım? Boş ver açmadan göndereyim nasılsa onlarındır” dedim kendi kendime ve öyle olduğu gibi Özalp’e kahveciye masa taşı diye gönderdim. Kahveci sandığı açınca bakıyor ki, kitaplar, levhalar falan… O anda orada bir Polis de var… Polis hemen işgüzarlık yaparak müdahale ediyor, “Bunlar yasak kitaplardır” diyor.  

Adam da ona, “ben namaz bile kılmıyorum, bu kitaplarla alakam yoktur, olsa olsa bu Ali Ateşli’ye gelmiş” diyor.

Ali Ateşli diye biri var orda bizimle alış veriş yapan. Onu alıp karakola götürüyorlar. Kitapları da beraber götürüyorlar. Onun da hiçbir şeyden haberi yok. O da karakolda “Yanlışlık olmuştur” diyor. Hatta biraz da tokatlıyorlar orada. Kitapları götüren şoförün de kaçak altınları mı ne varmış, aramada onlar da ortaya çıkıyor. Onu da içeri atıyorlar. Yani, ağlar mısın güler misin? 

RİSALE-İ NURUN VERDİĞİ İMAN ŞECAATİYLE HİÇ ÇEKİNMİYORDUK

Her neyse ikinci gün, Rahmi Erdem o zaman benim dükkanda duruyor. Sabah dükkanı açmış süpürürken, şoför gelip ona “siz benim evimi yıktınız, beni mahvettiniz, siz benimle Barzani’nin cephanesini göndermişsiniz meğer” diyor. Sitem ediyor. Rahmi Erdem önce şaşırıyor tabii… Daha sonra meseleyi öğrenince polislere “bunları ben gönderdim, diyerek suçu üzerine alıyor.” Allah razı olsun…  

Hal böyle olunca mahkeme de harp meydanı  gibi cereyan ediyor. Rahmi’yi içeri aldılar bir hafta kadar içeride hapis yattı.  

Yine Necati diye bir savcı var şiddetli bir şekilde o da bize muhalif... Bizim de komşumuz, evlerimiz bitişik, hanımı bizim hanıma demiş ki, “senin beyini içeri alacaklar, ama bizim bey engel oluyor.” Halbuki en çok hapse girmemizi de isteyen o… 

Ben de hanıma dedim ki “deseydin sizin beyi dövecekler bizim bey mani oluyor.” Yani, böyle bir mücadele içindeydik. Risale-i Nurun verdiği iman şecaatiyle hiç çekinmiyorduk. Hatta o savcıyı bir yerde sıkıştırıp biraz da korkutmuştum.  

Her neyse savcı Rahmi’yi çağırıp sıkıştırıyor. “Bu kitaplar ve levhalar neyin nesidir?” diye. Rahmi dediğim gibi üzerine alıyor, “Benimdir bunlar, yanlışlıkla oraya gitmiş” gibi cevaplar veriyor. Savcının aksine Ağır Ceza Reisi müspet bir insandı. Bir hafta sonra serbest bıraktılar.  

Savcılık bu defa Bitlis Mahkemesine suç duyurusunda bulunuyor. Oradan da müspet mütalaa gelince o bizim komşumuz savcı bayağı zor durumda kaldı. Adliyede de dışlanıyor. Yani, hatırladığım kadarıyla hayli zarar görmüştü. 

Daha sonra mevlitlerden dolayı mahkemelik olduk. O dediğim Necati ismindeki savcı gene bizim aleyhimizde dava açmıştı. Dava birkaç celse devam etti ama sonuçta bir şey çıkmadı. Beraat ettik. 

ÜSTADIN VAN HALKI ÜZERİNDE OLUMLU BİR ETKİSİ VAR

Risale-i Nurlar ilk defa yayılırken demek halktan muhalif insanlar varmış? Açıktan tavır alabiliyorlarmış. Oysa Van bir cihette Üstadın memleketi sayılır. Halkın bu tavrı nereden kaynaklanıyordu? Basının yalan yanlış haberleri ile aleyhteki propagandaların etkisinde kalarak mı bunları yapıyorlardı?  

Evet, halk basından fazlasıyla etkileniyordu, ama bu vesileyle Risale-i Nurları da öğrenmiş oluyorlardı. Zaten Üstadın Van halkı üzerinde olumlu bir etkisi vardı. Daha önce Van’da kaldığı için çok iyi bir şöhreti varmış, ama menfi insanlar çıkabiliyor. Basının da dediğiniz gibi menfi propagandasının etkisi de oluyordu haliyle… 

MEVLİT YAPTI DİYE 500 KİŞİNİN İFADESİNİ ALDILAR

Söz gelmişken biraz da isterseniz Van Mevlitlerinin nasıl başladığından ve mevlitler olurken neler cereyan ettiğinden bahseder misiniz?  

Van mevlitlerine ilk defa 1966’da başladık o gün İttihat Gazetesi vardı. Onda da mevlidin ilanını  vermiştik. Benim ismimle yayınlanmıştı. O sene bir sorun çıkmadı  1967’de yaptığımız mevlitte sorun çıktı. 

Babadağlı bir savcı vardı o da şiddetle aleyhimizdeydi. Bu defa o devredeydi, mevlidi takip etmiş. Mevlide her taraftan insanlar gelmiş, kalabalık. Mevlitte ders yapan veya konuşma yapanları tek tek toplamaya başladılar. Gültekin bey konuşma yapmıştı onu aldılar. Fethi Yücesoy isminde bir arkadaş Hizmet Rehberinin sonundaki mektubu ateşli ateşli okumuştu, onu almak istediler ama o kayboldu, kaçmıştı bulamamışlardı. Kimi tutuyorlarsa içeri alıyorlardı. Tahminen 500 kişiyi içeri almışlardı. Hepsinin tek tek ifadelerini almışlardı. 81 kişi asliye ceza Mahkemesine sevk ettiler. Biz yedi kişiyi de ağır cezaya verdiler. Bizi organize edenler olarak tespit etmişlerdi. Ben, Avukat Gültekin bey, Rahmi Erdem, Rahmetli Müştak, Kilis tarafından Öğretmen Mustafa Ateşmen, Erkan, bir de Trabzonlu Bahattin Gürsoy vardı. 

SANKİ ON KİŞİ ÖLDÜRMÜŞ GİBİ MUAMELE EDİYORLARDI

Onları dışarıdan gelmiş olmalarına rağmen organizasyonda nasıl göstermişlerdi? 

Zaten onlar için işlediğin fiil önemli değil. Bahane çok. Mesela birinin elinde teyp yakalamışlardı. Konuşmaları teybe alıyor diye suç işlemiş saydılar. Birinin elinde avukatın çantası var diye almışlardı. Mesela Müştak’ı öyle suçlamışlardı, organize içinde göstermişlerdi.  

Yani şimdi bir çanta taşıdı diye mi suçlanıyordu? 

Hem de ne suç! Sanki on kişi öldürmüş gibi muamele ediyorlardı. Biz şimdi rahat rahat anlatıyoruz. Ama öyle değil, hayli şiddet gösteriyorlardı. Sanki isyan eden bir çeteyi yakalamışlar gibi. Hatta, Çaycı Emin Abi, gelip bizleri ziyaret etmişti, o halimize hayli üzülmüştü. Hatta o savcılara ve emniyet elemanlarına “Allahım hidayet ver” diye dua etmişti. Allah rahmet etsin bizi ziyaretten bir iki gün sonra yanarak ölmüştü.  

Sadece emniyet değil mahkeme de çok şiddetli geçiyordu. Emniyet, savcılar ve mahkemenin bu şekilde şiddetli geçmesi nedeniyle arkadaşlar da hayli tedirgindi. Avukat Gültekin bey Muştak’a demiş “cemiyetçilikten 7 yıl yeriz, 5 yıl nurculuk propagandasından verirler, iki sene de sürgün verirler.”  

İÇERİ DÜŞTÜĞÜMÜZ BİR YANA BİR DE ARKADAŞLARA MORAL VERMEK DURUMUNDAYDIK

Yani ondört sene verirler diyor öyle mi? 

Evet, (gülüşmeler) büyük suç  işlemişiz ya!.. 

Biz fazla tedirgin değildik. Çünkü, daha önce Üstad zamanında yaşanmış Denizli Mahkemesini biliyoruz, Eskişehir mahkemesinde bile bu kadar ceza vermemişler, şimdi nasıl verecekler? Onlarla teselli buluyorduk. “Bir şey yapamazlar” diyorduk. Ama Müştak “siz avukattan iyi mi bileceksiniz? Avukat öyle demiyor” diye sitem etmişti.  

Daha sonra yemek geldi yemekte ben Gültekin beye “sen Müştak’a şu şu suçlardan ondört sene ceza verirler” demişsin doğru mu? 

Baktım ses çıkarmıyor. Dedim “var mısın on bin lirasına seninle iddiaya girelim?” “Nasıl” dedi. Dedim “senin dediğin gibi olmayacak, hiçbir şey yapmayacaklar, Burada noter de var onun huzurunda sözleşme yapalım” dedim. Bunun üzerine bizim Avukat, “hayır falan” dese de iddiaya girmeye cesaret edemedi. 

Onun üzerine Müştak’a dedim “hani ben bilmiyordum o biliyordu, bak işte iddiaya giremedi demek söyledikleri olmayacak.” Onun üzerine Müştak biraz rahatladı. Diğerlerinin de morali biraz düzeldi. Yani, bizim durumumuz daha zordu, içeri düştüğümüz bir yana bir de arkadaşlara moral vermek durumundaydık, kendimizi unutmuştuk onları düşünüyorduk. 

BEKİR BERK’TEN SAVCIYA BÜYÜK TEPKİ

Peki Mahkeme nasıl sonuçlandı? 

Biz oradayken bir de şehit vermiştik. Bizimle beraber hapiste bulunan Erol Kuralkan’ın abisi Rahmetli Hamit Kuralkan üzüntüden vefat etmişti. O da Van’ın eşrafından biri o nedenle millet bu defa bunu bu meseleden bildi ve mahkemeye kalabalık bir gurup gelmişti. “Erol Kuralkan’ı bırakın kardeşinin cenazense gitsin” diye adeta saldırıya geçmişlerdi.  

Bunun üzerine mahkeme sadece onu serbest bıraktı. Onu serbest bırakınca cemiyetçilik yıkılmış oldu (!) (Gülüşmeler) 

Ama dediğim gibi mahkeme çok şiddetli geçmişti. Savcı iddianamesinde “bunlar sakallı, cübbeli, laikliğe aykırı şeyler yapıyorlar” gibi ifadeler kullanınca, Rahmetli Bekir Berk kalktı o savcının yüzüne bakarak “Leninin p…leri, Leninin kitaplarını kütüphanelere doldurmuş gidip oradan onları toplayıp getirsene, bir İslam mütefekkirinin eserlerini okuyan bu masum insanları böyle ceviz kabuğunu doldurmayacak bahanelerle mahkemeye sevk etmek yerine git o vatan hainlerini topla getir” demişti.  

Bunun üzerine savcı çok bozuldu bıraktı mahkemeyi çıktı gitti. Daha sonra mübaşirler anlatıyor. Hakimler içeride onun o haline ve Bekir Berk abinin öyle alayvari ve hakaret içeren konuşmalarını birbirlerine anlatıp kahkaha ile gülmüşler. Ondan sonra da o savcı -ismi Ayhan idi- bir daha mahkemeye girmedi. 

Zaten bir hafta sonra da bizi bıraktılar. Yani, o ölüm olayı bizim o meseleyi rahatlıkla atlatmamızı  sağlamış oldu. O şiddetli saldırı bir anda kırıldı ve bizi tahliye ettiler.  

O sene öyle geçti. 1968’de gene mevlit verdik. Bu defa tekrar emniyetten geldiler. Dediler “geçen seneki gibi nahoş hadiseler olmasın” biz de onlara dedik “nahoş hadiseleri çıkaran biz değildik, siz çıkardınız”, “yok, biz geçen sene yoktuk” dediler. Biz de “tamam siz değildiniz ama arkadaşlarınızdı” öylece biraz karşılıklı tartışmamız oldu.  

BEDİÜZZAMAN PROPAGANDASI  YAPMASINLAR, NURCULUKTAN BAHSETMESİNLER

“Bediüzzaman propagandası  yapmasınlar, nurculuktan bahsetmesinler” dediler. Biz de “biz bu mevlidi Bediüzzaman için okutuyoruz, nasıl ondan bahsetmeyeceğiz” dedik. Onlara bir misal verdim dedim ki, “biz çocukken öğretmeler bize ders verdiğinde diyorlardı burun diyemezsin ağız diyemezsin.” “Neden diyemeyiz” diye sorduğumuzda “Padişahın ağzı var, burnu var ondan” bunun üzerine “yok ya! Biz öyle demeyiz” dediler.

“Peki o zaman biz de teybimizi koyalım siz de teybinizi koyun” dediler. “Olsun elbette koyabilirsiniz” dedik, hakikaten onlar da teyplerini koydular, biz teybimizi koyduk. Mevlitten sonra Yeni İstanbul gazetesi aleyhte bir haber yayınlamıştı. “Nurculuk propagandası yaptılar” diye. Bu defa tekrar dava açtılar. Mevlüt Polat’ın abisi vardı Rahmetli Ahmet abi -o zaman Van’da idi- emniyetin kaydettiği teypleri bir şekilde sildirtmişti. Hatta bu duruma Bekir abi de çok memnun olmuştu. Suç delili ortadan kalkınca 68 mevlidi ile ilgili açılan dava da bu şekilde düşmüş oldu. 

RAHMİ ERDEM’E ZÜBEYİR GÜNDÜZALP TAVSİYESİ

Rahmi Erdem’in o dönemde Kastamonu’ya tayini çıkmış giderken Ankara’da Zübeyir abiye söyleyince Zübeyir abi bir şey dememiş sadece “kardeşim paralananlar hep paralandılar” demiş. Bunun üzerine Rahmi abi bunu kendine bir mesaj kabul ederek istifa edip tekrar Van’a dönmüş ve onunla hayli hizmetleriniz olmuş biraz da ondan bahseder misiniz? 

Doğrudur, hatta ben kendisine “gitme memurluktan alacağın maaşı ben sana vereyim, dükkanda bana yardım et, hizmetine de hiçbir şekilde engel olmam istediğin zaman hizmet için gidebilirsin” demiştim. O da kabul etmişti, dükkanda kaldı daha sonra ben dükkanı ona terk ettim İstanbul’a gittim. Hakikaten büyük hizmetlere vesile oldu. 

MEVLİT İÇİN ARTIK GERİ DÖNEMEYİZ

Mevlitler 1980’e kadar devam etti ama seksen ihtilali ile birlikte durdu, tekrar geçen yıl yeniden başladı. Buna nasıl karar verdiniz? 

Evet, geçen yıla kadar sabrettik ama geçen yıl Van’a geldim arkadaşlara dedim, “mevlit için müracaat edeceğim ve bu geleneği yeniden başlatmak istiyorum.” Arkadaşların bir kısmı “hiç zahmet etme, kesinlikle müsaade etmezler” dediler. Hatta bazı arkadaşlar ta Konya’dan üç defa bana telefon açtılar “müsaade etmezler” diye beni engellemeye çalıştılar. Ama onlar engellemeye çalıştıklarında biz mevlidi gazetede ilan etmiştik. Dedim “artık geri dönemeyiz, gazeteye ilan vermişiz.” Öylece başladık daha sonra bana karşı çıkan arkadaşlar da geldiler. Yani, kararlıydık sonuç ne olursa olsun yapmak istiyorduk. Allah kolaylık ihsan etti, bir şey çıkmadı. 

Zaten biz bugüne kadar beklediysek PKK olayından dolayı bekliyorduk. Cemaate zarar vermesinler diye yapmıyorduk. Yollarda dışarıdan gelenlerin önlerini keserler zarar verirler diye. Şimdi artık o tehlike de kalmadı. O nedenle devam ederiz. 

BUGÜNLER RİSALE-İ NURUN BAYRAMIDIR

İzmir’e hicretiniz ne için ve ne zaman oldu?

Emniyet bizi o kadar fazla yakın takibe aldı ki her hareketimize müdahale eder oldu. Dükkanımıza bir levha asıyoruz suç sayılıyor. Aslında ben İstanbul’da bir iş kurmak istiyordum. İstanbul’da Kirazlı Mescit sokaktaki dersanede kalan bir ağabeyin kardeşi İzmir’de ortak bir iş kurmamızı tavsiye etti. İzmir’e gittim bir arsa aldım. Hemen bir inşaata başladık.

Evi İzmir’e taşımak için Van’a döndüğümde Sabahattin Aksakal ve Muhsin Demirel de o sıra Van’a gelmişlerdi. Gece geç saatlere kadar ders sohbet oldu. Yine polis baskını ile hepimiz içeri aldılar. Diyarbakır Sıkıyönetim’e götürdüler. Oradan tekrar Van’a gönderdiler. Bu tutuklama ve açılan dava ile Sabahattin Aksakal 33 gün, İshak diye bir arkadaşımız 130 gün ben ise tam 222 gün hapis yattım. Bu ara İzmir’de inşaat bitmiş dairlerin bir kısmı satılmış olduğundan çok şükür para sıkıntımız olmadı.

Nisan ayında başlayan tutukluluk Kasım ayında sona ermişti. 

Bugünkü  hizmetleri nasıl buluyorsunuz?

Bugünler Risale-i Nurun bayramıdır. Her şey serbest. Hizmet etmek isteyenler için her imkan var elhamdülillah. 

Birinci bölüm için TIKLAYINIZ

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Özel Haberleri