Hünkar kelimesini Cumhurbaşkanı’nı ifade ederken kullanmam bir şekilde yadırganabilir, ama o zaman devleti yönetenlere hünkar denirdi, şimdi onun mukabili cumhurbaşkanıdır, bunun başka bir anlamı yok. Bu topraklardan kimler geldi kimler geçti. Malazgirt savaşı olalı 1145 yıl geçmiş ama bizim bu topraklardaki mücadelemiz hala devam ediyor. O gün birileri yönetti şimdi başkaları yönetiyor. Önemli olan devletin bir şeklide temsil edilmesidir. Ulu caminin gölgesinde, Sultan Osman’ın ve Orhan’ın türbelerinin nazarı gaybisi, Timurtaş Baba gibi meşahiri şühedadın bir başka evliyanın nezaretinde bir meydanda Türk devletinin yeni temsilcileri Bursa halkının görücü nazarlarına çıktılar.
Cumhurbaşkanı Ulu Camii’de Cuma namazını kıldı, o kadim caminin içinde Yavuz Sultan Selim’in getirip emanet ettiği Kabe örtüsünün önünde hürmetamiz bir surette geçti. Zamanın kendisine dar geldiği bir büyük hükümdarın Memlük devletine son verip, Kabe örtüsünü alıp getirip manen memluklara ve Arapları artık örtünün mukaddes emanetlerin ve Müslümanları yönetmenin hakkı bizimdir demiş olması gibiydi. Erdoğan’ın zihninden neler geçti Allah bilir ama realite buydu.
Biz mensubu olduğumuz öğretinin bize verdiği kültürel, sanatsal ve dini konularda heyecan duyarız. Erdoğan bu milletin kültürüne ve dinine kendinden öncekilerden çok daha samimi olduğu kesindir. Cumhurbaşkanından önce konuşanlar onun vizyonu ile Türkiye’nin önünün açıldığını söylediler. Öncekiler devlete hakim güçlerin müsaade ettiği kadar Müslümandı. Başını örten çocukların yönettiği bir ilahi korosundan bire bir hortlak görmüş gibi rahatsız olanlar nerede? Çok zaman geçmedi.
Arınç hükümdarlar şehri dedi, Erdoğan ise Hünkarlar şehri dedi Bursa’ya. Medeniyetimizin başkentlerinden biriydi Bursa. Şehrin her tarafında hükümdarların manevi havası esiyor, büyük oranda bütün semt isimleri, yollar hükümdarların isimleri ile anılıyor. Nehrin adı Orhan gazinin eşi Nilüfer hatunun ismini almış. Erdoğan bu hükümdarların Osman Gazi, Orhan Gazi, Yıldırım, Murat Hüdavendigar’ın isimlerini anarak, onlara saygısını ifade ederek konuştu. Bursa Osmanlı sevgisinin tecessüm ve tecessüd ettiği bir yer. Orhan Gazi ve Osman Gazi’nin mezarları orda. Dolup dolup taşıyor, bir küçük çocukla babası Orhan gazinin mezarına giderken “nereye gidiyorsun“ dedim. Babası “Dedesini görmeye gidiyor“ dedi hazırcevapça. Erdoğan Bursa’yı alimler, hünkarlar ve evliyalar şehri olarak vasfetti.
Şeyh Edib Ali, Emir sultanın isimlerini zikretti. Öyle ya onlardan bahsetmeden onların manevi iznini almadan bu meydanı siyasete girilir miydi. Onların ahfadından bir uzun adam, eli uzun, fikri uzun, himmeti uzun, basireti kuşatıcı bir insan. Erdoğan ben büyük adamım demedi demez de ama kendinden önce büyük himmetleri ve hizmetleri geçmiş adamları anarken, “Atamız Fatih gemilerini karada yürüttü, biz de onun ahfadından olarak marmarayla yerin altından yürüttük arabaları. Yavuz İstanbul ile hilafet arasında köprüyü kurdu ve getirdi, biz de bir büyük köprü ile İstanbul insanına kıtalar arası gidiş geliş imkanı hazırladık“ dedi.
Bu topraklar bir medeniyetin dünyaya açılmak için hazırlık yapıldığı topraklar. Çok kısa sürede Anadolu, Asya ve Avrupa’da bir büyük medeniyeti taşıyan insanlar bu topraklardan çıktılar. Himmetleri ve ufukları büyük olduğundan bitmiş bir devlet topluluğunun ve çözülmüş insanlar topluluğunun üzerinde yeni bir dünya görüşü ve medeniyeti ortaya koydular. Erdoğan “bizim gayemiz Allah’ın rızası ile birlikte milletin memnuniyetidir” dedi ve Osman Gazi’nin oğluna dediği “oğlum milletini memnun etmek gayen olsun“ dediğini nakletti. Milleti memnun etmek onlara rahatı, huzuru, kazancı, hamiyeti tattırmanın en büyük gaye olduğunu vurguladı. “Her işimizde milleti gözettik, Van‘da da Mardin’de de. Toplumumuzu meydana getiren bütün etnik ve dini farklılıkları aynı samimiyetle kucakladık, fark gözetmedik, kimseyi tasnif etmedik, sınıflara ayırmadık, hepsine eşit uzaklıkta durduk, bizden önce horlananlara eşit mesafeli eşit imkanlı davrandık. Bana “cumhurbaşkanı meydanlarda siyaset yapıyor“ diyorlar. “Ben cumhurbaşkanlığı binasında evrak imzalamak ile mi geçireceğim bu gönleri“ dedi.
Tıpkı Napolyon gibi diyordu. Napolyon‘a sevgilisi sana bir kadın elbisesi giydirelim seni Amerika’ya kaçıralım demiş” o da “Napolyon’a yakışır mı. Tarih Napolyon bir kadın elbisesi ile kaçtı mı desinler” demiş. Erdoğan da “yine bu millete hizmet etmek ve yeni hedefler belirlemek için meydanlardayım. 400 milletvekili olursa el uzanır, millete hizmet artar, o kadar milletvekili ile çözüm süreci hızlanır, ben bu tezlerin dışında olamam ki” dedi.
Bursa bizim tarihimizin mutlu ve mutsuz günlerini yaşamış. Yunanlılar işgal etmiş, İstanbul’da kara bayrak serilmiş mekanlara. Ne zaman ki şehir kurtulmuş o kara bayrağın yerini halkın mütebessim yüzü almış. Evet Akif, Bursa işgal edilince ünlü Bülbül şiirini yazmış. “Bütün dünyaya küskündüm dün akşam çok bunalmıştım” şeklinde şehrin işgalinden duyduğu elemleri anlatır.
BÜLBÜL
-Basri Bey oğlumuza-
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)
(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız hususiyle Bursa'ya dair elîm haberler geliyordu; tetkikine de imkân yoktu.
Bu şiiri Akif yazarken Bursa’nın içinde olduğu kara güne üzülüyor ve milleti ile paylaşıyor, bu hükümdarlar şehrinde Osmanlı hükümdarlarına ve insanına yapılan zulümleri anlatıyordu. Bugün ise bir cumhurbaşkanı bütün bu kara günleri arkada bırakmış Bursa’ya büyük yenilikler getirdiklerini müjdeliyordu.