Bu gün sabah namazının farzını kılarken ilk rekâtında zamm-ı sure olarak Bürüc suresini okudum. Okurken manasını düşündüm, dikkatle baktım-aman Allahım- Bürûc suresi günümüzü anlatıyor, Ortadoğu ve İslam coğrafyasının başına gelenleri anlatıyor, dedim, aklıma ve tefekkür âlemime düşenleri okurlarımla paylaşmak için bilgisayarımın başına geçtim. Yazmaya başladım.
Bürûc suresinin günümüzü anlatması da gayet doğaldır. Çünkü Kur’an, Üstad-ı Muhterem’in tesbitiyle geçmiş ve geleceği, ezel ve ebedi şimdiki zaman gibi gören ve bilen Allah’ın kitabıdır.[1] Zamanın ve asırların geçmesi Kur’an’ı yaşlandıramaz. O daima genç ve tazedir.[2] Her asırda yeni nazil oluyor gibi tazeliğini ve gençliğini koruyor. İnsanların eserleri ve kanunları, beşer gibi yaşlanıyor; değişiyor.[3] Allah eskimez ve yaşlanmaz ki kelamı da eskisin ve yaşlansın.
Kur’an’ın yeni nazil oluyormuş gibi tazeliğini ve gençliğini gösteren delillerden biri de Kur’an’ın seksen beşinci suresi olan Bürûc suresi ve onun ayetleridir. Kur’an’ın kısa surelerinden biri olmasına rağmen, nerdeyse temas etmediği konu yoktur. Sanki Kur’an, Bürûc suresinde toplanmış ve özetlenmiştir ve sanki Kur’an, günümüzdeki olaylar üzerine nazil olmakta, onlara ışık tutmakta, kimi hangi kategoriye sokacağımızı bize göstermektedir.
Burûc suresi, inanan ve zulme maruz kalanlara teselli ve müjdeyi, inanmayan zalimlere de tehdit ve azap haberlerini içermektedir.
Buruc Suresinde Ashab-ı Uhdud’dan bahsedilir. Ashab-ı Uhdud, hendek veya çukur halkı anlamına gelmektedir.
Kimdir bu hendek ashabı? Ne yapmışlardır? Kur’an bunlardan niçin bahsetmektedir?
Şimdi bu soruların cevabını bulmaya çalışalım.
Ashab-ı uhdud hakkında tefsirlerde farklı rivayetler vardır. Bunlar arasında en meşhuru, Yemen/Necran hükümranlığını ele geçiren Zu Nuvas ile alakalı olandır. Zü Nüvas, dönemin zalim, ve diktatörlerinden biridir, bu zalim ve despot adam aynı zamanda bir Yahudi’dir.
Ebrehe, Kâbe'ye yönelik başarısız saldırısında Hıristiyanlık taassubu ve dürtüsüyle hareket ederken, Zü Nuvas da daha öncesinde Necran'da Hz. İsa’ya (a.s) inanmış olan müminlere yönelik vahşi bir katliam gerçekleştirmiştir. Dördüncü asırda Yemen’e hâkim olunca, uzanluğu 20, genişliği 12 metre olan hendekler kazdırmış, onların içinde ateş yaktırmış sonra da Necran ahalisine seslenmiş: “Ya Yahudiliği kabul edersiniz, ya da bu ateşte yanmayı. Başka seçeneğiniz yoktur!” demiştir.
Necran ahalisi, bu zorbalığa “hayır” deyip direnç gösterince Zü Nüvas, erkekleri ve kucaklarında çocuklarıyla beraber kadınları ateşle dolu o hendeklere attırmış, diri diri yaktırmıştır.
“Çeşitli rivayetlerin bildirdiğine göre, binlerce mümin bu hendeklere atılmış, fakat Allah Teâlâ müminlerin ruhunu, ateşe düşmeden önce kabzetmek suretiyle onları, ateşin azabından kurtarmıştır.”
Bu şekilde öldürülenlerin sayısı bir rivayete göre 20.000, bir rivayete göre de 70.000 kadar olduğu söylenir.
Halk ateş dolu hendeklerde yanarak can verirken, onlara o hendekleri kazan zalimler ve o zalimlerin destekçileri de hendeklerin çevresinde oturmuş büyük bir keyifle onları seyretmişlerdir.
Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, geçmiş devirlerin hendek kazıcılarına ve o hendeklerde diri diri insanları yakanlara nasıl muamele ettiğini bütün insanlığa duyurmak ve göstermek için bir sure indirmiştir. Onun adına Bürûc suresi demiş, bu surede günümüzün olduğu gibi, dünün ve yarının darbeci, katliamcı ve hendekçilerinin akıbetlerini bildirmiş, bu bildiri ile hendekçi ve katliamcıların ödünü koparmış, zulme maruz kalan masum ve mağdurları da cennetle tebşir eylemiştir.
Şimdi gelin, Bürûc Suresindeki ilgili ayetleri hep beraber okuyalım, o pencereden geçmişi, geleceği ve günümüzü seyredelim:
“Burçlarla, yıldızlarla süslü göğe, Geleceği va’d olunan kıyamet gününe, Şahid ile meşhuda, olayları görene ve görülen olaylara yemin ederim ki:
Göklerin ve yerin tek hâkimi, mutlak galip ve bütün övgülere layık olan Allah'a iman edenlere hendek kazanlar, hendekleri ateşle doldurup inananları diri diri bu hendeklere atıp öldürenler, sonra da o hendeğin çevresinde oturup yanan insanları seyredenler, bu zulmü kınamayıp sessiz kalanlar gebermişler ve lanetlenmişlerdir.
Bu lanetliklerin, müminlerden intikam almalarının sebebi, başka bir şey değil, sadece Allah'a inanıyor olmaları ve o iman ile gitmek istemeleriydi. O Allah ki Azizdir, kimse onun yücelik ve kuvvetine karşı gelemez, Hamid’dir, bütün hamd onundur, kimse onun karşısında hamd ve saygıya layık olamaz.
İnanmış erkeklerle, inanmış kadınları öldürüp de yaptıklarına tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve pek yakıcı bir azap vardır. Allah her şeye şahittir.
İman edip güzel işler ve güzel ibadetler yapanlara gelince, onlar için altından nehirler akan cennetler vardır. İşte bu çok büyük bir kurtuluştur. Bununla beraber Rabbinin zalimleri tutması ve yakalaması çok şiddetlidir.[4]
BU GÜN İSLAM COĞRAFYASINDA OLANLAR
Bu ayetlerde anlatılan insan figürlerinin hepsi, bu gün İslam coğrafyasında görülmektedir. Bu gün maalesef bu coğrafyada inancını dayatan Zü Nüvaslar var. Birbirinin hendeğini kazanlar var. Camilerde ve evlerde bulunan insanları türlü türlü ateşli silahlarla, kimyasal gazlarla diri diri yakanlar var. Kimyasal silahlarla insanları ve çocukları bağırta bağırta katleden zalimler, fasıklar, kâfirler, müfsitler, münafıklar var. Bütün bu olup bitenleri seyreden, darbeye darbe demeyen, katliama katliam demeyen, zalimlerin zulmüne engel olmayan zalimler, münkirler, müşrikler, müfsitler var. Bu ateşi söndürmek, masumları ve mazlumları zalimlerin elinden kurtarmak isteyen halis, muhlis müminler var, inançlarından dolayı şehid olmayı göze alan azimet erbabı var. Zilletle yaşamaktansa, izzetle ölmeyi tercih eden kahramanlar var. Bu dünyaya geliş gayemizin Allah’a ibadet ve Allah’ın dinine hizmet olduğuna kesinkes inananlar ve inançları doğrultusunda yaşamak isteyenler ve bu uğurda koşanlar, koşuşturanlar var.
Ayetlerin sonu ne güzel bitiyor: “Allah her şeye şahittir.” Allah her şeyi görmektedir. Zalimleri de, zalimlerin destekçilerini de. “Rabbinin zalimleri yakalaması çok şiddetlidir.”
Allah buyuruyor: “Ben mühlet veriyorum, ama ihmal etmeyeceğim. Sabrediyorum, asla unutmayacağım. Benim tuzağım metindir, kuvvetlidir, tuzağıma düşürdüğümü bir daha bırakmayacağım.”[5] “Zalimlerin hesabını, cezasını, belasını gözlerin apışıp kalacağı, şaşırıp kamaşacağı dehşetli bir güne mahşer gününe bırakıyorum.”[6]
[1]Bkz. Nursî, Said, Sözler, 397
[2] Bkz. Nursî, Mektubat, 181
[3] Bkz. Nursî, Sözler, 407
[4] Bkz. Bürûc, 85/1-12
[5] Bkz. Kalem, 68/45 tefsirî terceme ile.
[6] Bkz. İbrahim, 14/42; ayrıca bkz. Yıldırım, Suat, Açıklamalı Kur’an Meâli