Bismillahirrahmanirrahim
İKİNCİ MEVKIF
(Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. De ki: O Allah birdir. • O Allah'tır, Sameddir; her şey Ona muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. (İhlâs Sûresi: 1-2.))
Şu Mevkıfın Üç Maksadı var.
Birinci Maksad
Birinci Suâl: Zındıka lisâniyle diyor ki: "Ey ehl-i tevhid! Ben, kendi müvekkillerim nâmına bir şey bulamadım, mevcudâtta bir hisse çıkaramadım, mesleğimi ispat edemedim. Fakat, siz ne ile nihayetsiz bir kudret sahibi bir Vâhid-i Ehadi ispat ediyorsunuz? Neden Onun kudretiyle beraber başka eller karışmasını kâbil görmüyorsunuz?"
Elcevap: Yirmi İkinci Sözde katî ispat edilmiş ki, bütün mevcudât, bütün zerrât, bütün yıldızlar, herbiri Vâcibü'l-Vücudun ve Kadîr-i Mutlakın vücûb-u vücuduna birer bürhan-ı neyyirdir; bütün kâinattaki silsilelerin herbiri, Onun vahdâniyetine birer delil-i katîdir. Kur'ân-ı Hakîm, hadsiz bürhanlarında ispat ettiği gibi, umumun nazarına en zâhir bürhanları daha ziyâde zikreder.
Ezcümle,
And olsun ki, onlara "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan, elbette "Allah" derler. (Lokman Sûresi: 25.), Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. (Rum Sûresi: 22.)
gibi pekçok âyâtla, Kur'ân-ı Hakîm, hilkat-i arz ve semâvâtı, vahdâniyete bedâhet derecesinde bir bürhan gösteriyor ki, ister istemez zîşuur olan her adam, hilkat-i arz ve semâvâtta, bizzarûre Hâlık-ı Zülcelâlini tasdik etmeye mecburdur ki, der.
Birinci Mevkıfta, nasıl bir zerreden başladık, tâ yıldızlara ve semâvâta kadar sikke-i tevhidi gösterdik; Kur'ân-ı Hakîm şu nevi âyâtla, yıldızlardan ve semâvâttan tutup, tâ zerrelere kadar, şirki tard eder. Şöyle işaret eder ve mânen der:
Semâvât ve arzı böyle muntazam halk eden bir Kadîr-i Mutlakın, elbette devâir-i masnuâtından olan manzûme-i şemsiye, bilbedâhe Onun kabza-i tasarrufundadır. Mâdem o Kadîr-i Mutlak, şemsi seyyârâtıyla kabza-i tasarrufunda tutuyor ve tanzim ve teshîr ve tedvîr ediyor; elbette o manzûme-i şemsiyenin bir cüz'ü ve şems ile bağlanan küre-i arz dahi kabza-i tasarrufunda ve tedbîr ve tedvîrindedir. Mâdem küre-i arz, kabza-i tasarrufunda ve tedbîr ve tedvîrindedir; bilbedâhe arzın yüzünde yazılan ve icad edilen ve yerin meyveleri ve gâyâtı hükmünde olan masnuât dahi Onun kabza-i Rubûbiyetinde ve terbiyesindedir.
Mâdem bütün zeminin yüzüne serilen ve serpilen ve yüzünü yaldızlayan ve zînetlendiren ve her zaman tazelenen, gelip giden ve zemin onlarla dolup boşalan umum masnuât, kabza-i kudret ve ilmindedir ve adl ü hikmetinin mîzanıyla ölçülüp ve tanzim edilir; mâdem bütün enva Onun kabza-i kudretindedir; elbette o envaın muntazam ve mükemmel ferdleri ve âlemin küçük misâl-i musağğarları ve enva-ı kâinatın bilânçoları ve kitâb-ı âlemin küçücük fihristeleri hükmünde olan cüz'î ferdleri, bilbedâhe Onun kabza-i rubûbiyetinde ve icadındadır ve tedvîr ve terbiyesindedir.
Mâdem herbir zîhayat, kabza-i tedbîr ve terbiyesindedir; elbette o zîhayatın vücudunu teşkil eden hüceyrât ve küreyvât ve âzâ ve âsab, bilbedâhe onun kabza-i ilim ve kudretindedir. Mâdem herbir hüceyre ve kandaki herbir küreyvât Onun taht-ı emrindedir ve daire-i tasarrufundadır ve Onun kanunuyla hareket ederler; elbette bütün bunların madde-i esâsiyesi ve bütün onlardaki nakş-ı san'ata ve nesc-i nakşa mekikler ve yaylar hükmünde olan zerrât dahi bizzarûre Onun kabza-i kudretinde ve daire-i ilmindedir ve Onun emriyle, izniyle, kuvvetiyle muntazam hareket yapar, mükemmel vezâif görürler.
Mâdem herbir zerrenin hareketi ve vazife görmesi Onun kanunuyla, izniyle, emriyledir; elbette teşahhusât-ı vechiye ve herkesin yüzünde herkesten onu temyiz edecek birer alâmet-i fârika bulunması ve sîmâlar gibi, seslerde, dillerde ayrı ayrı farklar bulunması, bilbedâhe Onun ilim ve hikmetiyledir. İşte şu silsileye mebde' ve müntehâyı zikrederek işaret eden şu âyete bak:
Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. İlim sahipleri için elbette bunda deliller vardır. (Rum Sûresi: 22.)
(Sözler 32. Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ADL : Adâletli; Allah'ın isimlerinden.
ALÂMET-İ FÂRİKA : Farklılık belirtisi, işareti.
ÂSÂB : sinir, sinirler ve damarlar.
ÂZÂ : Üye; organ, bedenin her bir uzvu.
BEDÂHET : Açıklık. Belli, açık.
BİLBEDÂHE : Açıklıkla, açıktan, meydanda olarak, besbelli, ap açık bir şekilde.
BİZZARÛRE : Kesinlikle, zarûri olarak, mecburî olarak.
BİZZARÛRE : Kesinlikle, zarûri olarak, mecburî olarak.
BÜRHÂN-I NEYYİR : Parlak ve aydınlatan delil.
CÜZ'Î : Azdan olan, parçaya âit olan, pek az, kıymetsiz.
DELİL-İ KAT'Î : Kesin ve inandırıcı delil.
DEVÂİR-İ MASNÛÂT : San'atla yapılmış eserlerin dâireleri.
ENVÂ : Çeşitler, türler, cinsler, nevîler.
FERD : Tek, bir, yekta; kişi; eşsiz.
FİHRİSTE : Bir kitabın içinde bulunan şeyleri sıra ile gösteren liste.
GAYÂT : Gayeler, amaçlar, emeller.
HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah.
HİKMET : Felsefe, ilim; gayeli olma, faydalılık.
HİLKAT-İ ÂRZ : Ârzın, dünyanın yaratılışı.
HÜCEYRÂT : Hücreler.
İCAD : Yoktan yaratmak.
KABÎL : Gibi, benzer.
KABZA-İ TASARRUF : İdâre eli. Tasarrufu altında.
KABZA-İ TEDBÎR : Tedbir eli.
KADÎR-İ MUTLAK : Kudreti mutlak olan ve herşeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah.
KÜREYVÂT : Mikroskobik hayvanlar, hücreler.
KÜREYVÂT : Mikroskobik hayvanlar, hücreler.
MADDE-İ ESÂSİYE : Esas, temel madde.
MANZÛME-İ ŞEMSİYE : Güneş Sistemi.
MASNUAT : Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar.
MEKİK : Nakış dokumada kullanılan bir âlet.
MEVCUDÂT : Yaratılmış olan, mevcut olan şeyler; varlıklar.
MEVKIF : Kısım, bölüm, durak, istasyon.
MİSÂL-İ MUSAĞĞAR : Küçültülmüş örnek, nümûne; birşeyin bütün özelliklerini taşıyan, ondan daha küçük olan örneği.
MUNTAZAM : Düzene girmiş, intizamlı.
MÜVEKKİL : Vekil tâyin eden. Kendi işini başka birisine havale eden.
NAKŞ-I SANAT : Sanat nakşı, sanat süsü.
NESC-İ NAKŞ : Nakış dokuması. Süslemeli dokuma.
SEMÂVÂT : Gökler.
SEYYÂRÂT : Gezegenler. Bir yerde durmayıp yer değiştiren şeyler.
SİKKE-İ TEVHİD : Tevhid mührü.
SÎMÂ : Yüz, çehre.
ŞEMSÎ : Güneşe ait. Güneşle alâkalı.
ŞİRK : Allah'tan başka ilâh tanıma, Ona ortak koşma.
TANZİM : Düzene koyma, sıralama, düzenleme.
TARD : Kovma.
TASARRUF : Birşeyin sahibi olup, idâre etme, mülkünü istediği gibi kullanma.
TEDVÎR : Döndürme, çekip çevirme, idâre etme.
TEMYİZ : Birbirinden ayırma, seçme, fark etme.
TERBİYE : Beslemek, yetiştirmek, büyütmek.
TESHÎR : İtaat ettirmek, boyun eğdirmek, emir altına almak.
TEŞAHHUSÂT-I VECHİYE : Yüzün, sîmânın belirlenmesi.
TEŞKİL : Meydana getirme, ortaya koyma.
VÂCİBÜ'L-VÜCUD : Varlığı zarurî ve şart olan, varlığı gerekli olan ve yokluğu düşünülemeyen, varlığı zâtî, ezelî, ebedî olan; varlığı, vücud tabakalarının en sağlamı, en kuvvvetlisi, en esaslısı ve en mükemmeli olan.
VAHDÂNİYET : Allah'ın tek ve benzersiz olup, kusur ve noksanlardan uzak olması.
VÂHİD-İ EHAD : Bir olan ve birliği her bir şeyde tecellî eden Allah.
VEZÂİF : Vazifeler, işler.
YALDIZ : Cilâ, parlatmaya yarayan şey.
ZÂHİR : Görünen, açık, dış yüz.
ZINDIKA : Dinsizlik, inançsızlık.
ZÎHAYAT : Hayat sahibi, canlılar.
ZÎNET : Süs.
ZÎŞUUR : Akıl, şuur sâhibi.