Sihir veya büyü, insana yönelik olarak tabiatüstü güçlerin yardımını almak ve bunlarla belli bir amacı gerçekleştirmek için uygulanan ve etkili olduğu kabul edilen bir eylemdir. Tesirin tabiatüstü varlıklarda, ruhanilerde ve cinlerde olduğu inanılarak veya taşlara ve bir takım maddelere tesir vermek, onların tesirlerinin ve güçlerinin olduğunu vehmederek Allah’tan başka varlıklardan yardım isteme işidir.
Bu özelliğinden dolayı İslamiyet tesiri Allah’tan başka varlıklara veren ve tabiatçığı ve putperestliği çağrıştıran sihri yasaklayarak reddetmiştir. İnsanlar tevhit inancından uzaklaştıkça bu gibi şeylere değer vermeye ve tabiatta bulunan aciz varlıklara sığınarak onlardan yardım umar. Bazı uyanık ve göz açıklar da cahil insanları aldatarak menfaat teminine giderler.
Daha çok putperest milletlerde sihir çok önemlidir. Sihirbazlara büyük değer verilir. Onlar da toplumda statü kazanmak ve çıkarlarını korumak amacı ile çeşitli göz boyama usulleri ve sihirbazlıklarla bunu devam ettirirler. Firavun zamanında bir takım tabiat kanunlarını keşfeden ve cıva gibi bazı tabiat maddelerini kullanan sihirbazların insanların gözerini boyayarak kıvrılan kemerin açılması esnasında yılan gibi yürümesini takliden yılanları yürütmesini Hz. Musa’nın (as) mucizesi olan asası ile iptal edildiği Kur’ân-ı Kerimde sabittir. Aynı şekilde Mısır’da, Çin’de, Mezapotamya’da ve Hindistan’da sihre büyük önem verilmiştir.
Mecusilerin ateşin arkasına saklanarak konuşmalarının halk tarafından ateşin konuşması olarak algılanarak inanç haline getirildiği de bir vakıadır. İslam’ın sihirbazları ve kâhinleri kınayarak yalanlarını ortaya çıkarması insanları bu gibi yalancı ve uyanıkların şerrinden korumak, insanların akıllarını ve inançlarını korumak içindir. Çünkü sihir ilkel ve cahil insanları batıl düşünce ve his yanılmaları ile oyalayarak maddi ve manevi gelişimlerini engeller. İnsanları cahil bırakarak insanlık kabiliyetlerinin gelişmesini önler.
İslam bilginleri sihri ikiye ayırırlar. Birincisi, yıldızların etkisi olduğu inancına dayanan ve tılsım adı verilen Keldani’lerin yaptıkları sihirlerdir. Bu “Nücumperestlik” adı verilen Kur’ân-ı Kerimde “Sabiiler” olarak geçen putperestliktir. Hz. İbrahim (as) bunlarla mücadele ederek insanları tevhide davet etmiştir. Sabiiler yıldızların yeryüzünde temsilcileri olarak putlar yapıyor ve onlara tapıyorlardı. İkincisi, ispritizma ve manyetizma veya ruh çağırma yoluyla insanları etki altına almaya çalışarak bir çeşit hareketler, okumalar ve üflemelerle insanlara tesir etmeye çalışmaktır. Böylece halk arasında cincilik ve ruh çağırma olarak kendisini göstermektedir. Bir de illüzyon tarzında sihir vardır ki bunun inançla bir ilgisi yoktur. Yapan kimse de zaten “el çabukluğu marifet” şeklinde yapmakta ve eşyadan çok eşyanın özelliklerini bilerek kullanan kimsenin zekâsını ve el becerisini gösterir. Psikolojik olarak insanları etki altına almak da sihirden sayılmaz.
Sihirbazlık hayal mahsulü şeyleri gerçekmiş gibi göstermek suretiyle insanlar üzerinde aldatıcı bir tesir oluşturmaktan ibaret bir olaydır. Ancak meşhur sihir efsun, rukye ve düğmelere üflemekle yapılan çeşididir. Bunun gerçek yönü de vardır, aldatıcı yönü de vardır. Sihir ve büyünün bu kısmı, efsun, rukye ve düğümlerle yapılıp bedenlere, ruhlara ve kalplere tesir edip insanı hasta eden, öldüren, karı-koca arasını açan bir işlemdir. Bu gibi işlemlere ancak fâsıkın elinden çıkar.
Sihir ve büyünün varlığında icma vardır. İslam bilginleri sihir yapmanın haram olduğunda ittifak etmişler ve büyü yapmayı zındıklık olarak görmüşlerdir. “Sihir yapanın ve sihri iyi görenin tövbesi kabul olmaz” demişlerdir. Kehanet ve fala inanmayı ise küfür sayılmıştır.
Büyü tarihin her döneminde yapılmıştır. Antropoloji, sosyoloji, fenomonoloji, dinler tarihi, etnoloji, mitoloji gibi dallarla uğraşanlar büyünün nitelik ve özellikleri ile ilgili olarak geniş bir literatür oluşturmuşlardır. Hak mezhep imamları sihrin varlığına inanırlar. İslam bilginleri büyü ve sihri bozmak için öğrenmenin helal ve gerekli olduğunu söylemişlerdir. Bunu din kardeşine yardım etmek olarak ele almışlardır. İmam-ı Şafi “dinen şirki ve küfrü gerektiren bir durum olmadığı zaman büyü ve sihir yapmanın insanı küfre götürmez” demiştir. Kur’ân-ı Kerimde geçen Harut ile Marut kıssası sihrin gerçek olduğunu ispata kâfidir. (Bakara, 2:102)
Cahiliye döneminde cincilik, falcılık, kehanet ve sihir yaygındı. Karelere ve şekillere harfleri ve sayıları yerleştirerek, okuyarak ve üfleyerek, düğümler atarak sihir yaparlardı. Putperestlikle sihirbazlık beraber yürürdü. Felak Suresinde “düğümlere üfleyenlerin şerrinden Allah'a sığınılması istenmiştir.” (Felak Suresi, 113:4) Nitekim bir Yahudi olan Lebid b. Asam peygamberimize (sav) sihir yapmış, bir tarağa saçları sararak ve bir ipe 11 düğüm atarak sihir yapmış ve kör bir kuyuya atmıştır. Felak ve Nas Sureleri nazil olarak bu sihri iptal etmiştir.
Bakara Suresinde Babil kentinde Harut ve Marut isminde iki meleğin veya meliğin insanları imtihan için sihir öğrettikleri ve bunun bir imtihan olduğunu söyledikleri belirtilir. Meleklerin iyi niyetle öğrettikleri bu bilgileri insanlar kötü niyetle yapabilirler ve aleyhlerine çevirirler. Tabii ki bu dinen sakıncalı ve büyük günahtır. Bununla beraber Allah'ın izni olmadıkça kimse kimseye zarar veremez, büyü ve sihir de Allah'ın onlara tesir vermesi ve izni iledir. Buna inanıp inanmadıkları konusunda insanları imtihan için yüce Allah sihir ilmini insanlara öğretmiştir. Yahudiler de Hz. Süleyman’ın harika olan Allah’ın yardımını ve mucize olan Allah'ın kudretini Süleyman’a (as) vererek küfre düşmüşlerdir. Süleyman’a (as) da iftira etmişlerdir. (Bakara, 2:102) Çünkü cahiller tarafından eşyanın özelliklerinin ortaya koyduğu fen ve sanat sihir ve büyü olarak algılanmaktadır. Mesela, havanın ve sesin özelliklerini bilmeyen ve anlamayanlar radyo ve TV aracılığı ile seslerin ve suretlerin naklini sihir olarak kabul edebilirler.
Yine akla, kalbe ve hisse hitap eden güzel konuşmalar da sihir gibi insanı etkileyebilir. Bir gün peygamberimizin (sav) huzuruna iki kişi geldi. Bunlardan birisi yaptığı konuşma ile orada bulunan cemaati hayrete düşürdü. Peygamberimiz (sav) bunun üzerine “Beyanda sihir vardır, insanı büyüler” buyurdular. Aynı şekilde halife Ömer b. Abdülaziz’in huzuruna gelen birisi öyle güzel bir konuşma yaptı ki orada bulunanlar âdeta büyülendiler. Ömer b. Abdülaziz (ra) “Bu tip konuşmalar sihir gibidir; ancak helaldir” buyurdular.
Sihri Süleyman’a (as) isnat eden Yahudileri yalanlayan yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Süleyman asla sihir yapmadı” yerine “Süleyman asla kâfir olmadı” buyurarak onların davaların iptal ve sihrin sonunun küfür olduğunu ifade etmiştir. (Bakara, 2:102) Peygamberimiz (sav) sihri helak edici büyük günahlardan saymış “Bir düğüme üfüren sihir yapmış olur. Sihir yapan da şirke girer” (Nesai, Tahrimu’d-dem, 19) buyurmuşlardır. Yüce Allah Felak Suresinde “De ki; düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden Allah'a sığınırım” (Felak, 113:4) buyurarak sihrin var olduğunu ve zararından Allah'a sığınmakla kurulmak mümkün olduğunu belirtir. Bediüzzaman hazretleri bu ayetin tefsirini yaparken bu zamanda mikrofonun düğmelerine üfleyerek yeryüzünde fitne ve fesat çıkartan siyasileri de bu kategoride zikreder. (Şualar, 1994, s. 240)
Peygamberimiz (sav) “Her kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan bir şey sorar ve onu tasdik ederse küfre girer” (Tirmizi, Tahare, 102; İbn-i Mâce, Tahare, 122) buyrulmuştur. Hadisi izah eden İmam-ı Şafii (ra) sihirbazın sihrinden dolayı değil, mü’mine sihri yaparak ölümüne sebep olduğu için öldürülmesine hükmetmiştir. Bir kısım ulema ise “sihirbazlarla ilgili hükümler mürtetlerle ilgili hükümlere gibidir” demişlerdir.
Peygamberlerin gösterdikleri mucizeler inkârcılar tarafından genellikle “sihir” olarak algılanmış ve inkârlarına delil olarak “sihirdir” demişlerdir. Nitekim peygamberimizin (sav) mucizesi olan parmağının işareti ile ayın ikiye ayrılması müşrikler tarafından sihirdir diye inkâr etmelerini Kur’ân-ı kerim zikreder. (Kamer, 54:1-2)
Bediüzzaman Said Nursi (ra) Hz. Musa (as) zamanında sihrin yaygın olduğunu bunun için Hz. Musa’nın (as) asası ile sihirbazların sihirlerini iptal ettiğini belirtir. (Sözler, 2005, s.593) Bu zamanda da insanlığın ve cinnilerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra Kur’âna karşı muâraza vaziyeti alarak i’câz-ı Kur’âna karşı sihirleriyle muâraza ettiğini belirtir. (Sözler, 659) Ahir zamanda gelecek olan deccal ve süfyan da sihir derecesine gelen medeniyetin ve teknolojinin aletlerini kullanarak kendisini halka kabul ettirir ve onun bu istidracı, sihir ve manyetizma nevinden harikaları ile insanları aldatarak hak yoldan vaz geçirir ve kendisine tabi kılar. (Şualar, 1994, s.506) Hatta tabiatçılık ve maddeperestlik o derece yaygın hale gelir ki “insanlığın dini akıl ve ilimdir” denerek vahy-i semavi inkâr edilir. Deccal ve süfyan da aklın mahsulü olan ve sihir derecesine çıkan ilim, fen ve felsefeyi esas alarak dine karşı muaraza eder ve kendilerini tabii olanlarına kabul ettirirler.