Askeri alanlara başımdaki örtüyle girince başım göğe mi erecek?
Namaz kılan genelkurmay başkanı mı istiyormuşuz yoksa başörtülü kadın subaylar mı?
Ülkeyi daha ne kadar ele geçirecekmişiz?
Bu ülkenin işsizlik, eğitim, terör gibi çok daha ciddi meseleleri varmış da biz nelerle uğraşıyormuşuz, derdimiz neymiş?
Daha doğrusu bilinçaltımızda neler varmış?
Meseleye boyun uzaması ya da kısalması şeklinde bakmak zaten bu ülkenin en temel yaklaşımlarından birisidir...
Bu sakat mantıktır ki, hiçbir meseleye çözüm sunmaz. Zaten böyle konuşmaya başladığınızda, bir mücadele içine girersiniz ki, bundan sonra artık her meseleyi “zor” yoluyla çözmeye çalışırsınız. Yani güçlü olan dilediğini yapar, bu da sürgit böyle devam eder. Ama bu süreçten pek adalet çıkmaz.
***
Bu ülkede adaleti ve sosyal barışı ayakta tutmak için yapılmalı ne yapılıyorsa, konuşulmalı ne konuşuluyorsa.
Yoksa ne başörtülü kadınlar askeri alanlara girince boyları uzayacak, ne de TSK milletin sesine kulak verdiğinde boyu kısalacak.
“Büyük Barış Öneriyorum” başlıklı yazıma çok farklı kesimlerden ilginç tepkiler aldım, büyük çoğunluğu olumlu olmasına rağmen “cesur öneri” olarak adlandırılması da tuhaf geldi. Bu milletin kırk yıldır aralarında söyleştiği şeylerdi bunlar.
Meseleyi erken cumhuriyete kadar götürüp tartışmaya açacak değilim.
Şimdi bir yeni dönemin önünde duruyoruz.
Genelkurmay da özeleştirisini yapmaya başladı. (Koşaner Paşa “sözlerimin arkasındayım” dedi.)
İşte bu süreçte dikkat çekmek istediğim husus şudur ki; teknik konulardaki hataları değil TSK ile bu milletin arasındaki sorun. Karakolların yetersizliği, donanımsızlığı, profesyonel askerlik meselesi falan... Tamam bunlar da tabi ki çok önemli.
Ama bu milletin yüreğini yakan çok daha büyük bir soruna dikkat çektim. İstediğiniz kadar TSK’yı mükemmel tahkim edelim, bir tek kayıp vermesinler, kusursuz bir orduya dönüşsün.
Ne yazık ki, mesele bu değil işte.
Bu millet onların hepsini bir dereceye kadar hoş görür, evladını gözünü kırpmadan bağışladığı gibi her türlü kusuru bağışlar.
Değil mi ki, “annelerinin bağırlarından çocuklarını alacak kadar “bizden” olan TSK’nın, o askerlerin anneleri, kardeşleri, eşleriyle aralarına ördüğü kalın ve aşılmaz duvar var, değil mi ki koca bir millet o duvarın arkasındadır, asıl mesele budur.
Haydi bir adım daha öteye geçiyorum:
Başörtülü anaların çocuklarını askere sorgusuz sualsiz alan, öldüğü zaman da sadece “üzülen” TSK’nın “askeri okullara” girmek isteyen gençlerin yedi ceddini araştırıp, okula giriş formlarına dahi “anaların başı açık fotoğraflarını” şart koşmasını da, ailesindeki dindarlıktan dolayı “tehlikeli” görüp Askeri Okullara alınmamasını hangi vicdanın kabul edeceğini merak ediyorum.
28 Şubat sürecinin hemen akabinde Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “iyice öğrensinler, sorun çıkmasın” diyerek kışlaların, lojmanların girişine astırdığı “tavşan kulağı modeli başörtüsü şekilli maketler ve özel çizdirilmiş resimleri” kim izah edebilir.
Bunların doğruluğunu savunacak birisi var mı?
Başörtülü kadınlar eğer isteselerdi, yapılan bu haksızlıklara karşı evlatlarını askere göndermemek gibi sivil itaatsizlik başlatabilir pekala da tahmin edilemeyecek kadar başarılı olurlardı. Fakat yaptıkları yanlışın bir gün farkına varacaklar diye hep sabırla hareket etti bu millet.
İşte “Büyük barış öneriyorum” derken, ben TSK ile milletin arasına örülen duvarların yıkılmasını istemiştim.
Okumadığım için, Bekir Coşkun “bu benim Genelkurmay başkanım değil” diye çiziktirmiş midir bilmiyorum. Orduevlerine nasıl girecek, arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacak diyenleri de, bu millete bidon kafa diyenleri de bir kenara koyuyorum.
Kafalarının içinde duvarlar örülü olanların beni anlamasını beklemiyorum ama Necdet Özel Paşa’nın anlayacağını umuyorum...
Berlin duvarı falan hikaye, asıl bu duvar yıkılınca neler olacağını bir görün!...
Star