Geçenlerde, şu dünya hayatının dünyevî açıdan nasıl en verimli şekilde yaşanacağı üzerine kafa yoran ve bilvesile şu dünya hayatının uhrevî açıdan nasıl en verimli şekilde yaşanacağını düşünen bizlerin de tatbik edebileceği fıtrî tesbitlere ulaşan bir kişiden anlamlı bir ders edindim.
Bu ders, şöyle: Batı dünyasında çok üzerinde durulan bir konu olarak zamanın verimli kullanımı hakkında düzenlenen kurslardan birinde, öğretmen, her biri birer meslek erbabı olan öğrencilerine pratik bir ders vermeyi düşünür ve masanın üzerine kocaman bir kavanoz koyar. Sonra, bir torbadan irice kaya parçaları çıkarır, dikkatlice üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirir. Kavanozda taş parçaları için yer kalmayınca, sınıfa sorar: “Kavanoz doldu mu?” Sınıftaki herkes, “Evet, doldu” cevabını verir.
“Demek doldu” der öğretmen. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkarıp kavanozun tepesine boşaltır. Sonra kavanozu eline alıp sallar. Böylece, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşirler…
Öğretmen, yeniden sorar: “Kavanoz doldu mu?” İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan ögrenciler, bu kez, “Hayır” cevabını verirler. “Hayır, tam da dolmuş sayılmaz.” Zamanı verimli kullanma dersi veren öğretmen, “Doğru”diye tasdik eder onları. Sonra da, masanın altından bir kova dolusu kum çıkarır. Kumu, kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar döker. Ve yeniden sınıfa yönelir: “Kavanoz doldu mu?” Yine, “Hayır, dolmadı” cevabını alır.
Tekrar, “Doğru” diyerek onları tasdik eder ve bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlar. Kavanoz artık dolmuş ve iş ‘kıssadan hisse’ye kalmıştır.
Öğretmenin “Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?” sorusuna, atılgan bir öğrenci, hemencecik şu karşılığı verir: “şu dersi çıkardık: Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz.” Bu, yabana atılır bir ders değildir. Ama, öğretmenin vermek istediği ‘asıl ders’ bu değildir.
Öğrenciye “Hayır” dedikten sonra, şunu şöyler: “Çıkarılması gereken asıl ders şudur: Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız, daha sonra asla koyamazsınız.”
Bu muazzam hayat dersinden sonra da, öğrencilerinden bir sorgulama talep eder: “Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri? Onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?”
Bir vesileyle haberdar olduğum bu tecrübenin, gönlü her daim iman ve ubudiyetten ve de iman hizmetinden yana olan, fakat buna yeterli bir zaman ayıramayan, hatta hiç zaman bulamayan şu zamanın çok insanı için de, içine düştükleri şeytan düğümünü çözer bir mahiyet arzettiğini düşündüm.
Öyle görünüyor ki, biz hayatımızı iman ve ubudiyet yolunda yaşamaya ve de iman hizmetinde bulunmaya karar verince, her hayırlı işin engeli olan mel’un şeytan ‘vazifedarlık’ desisesini kullanarak karşımıza çıkıyor.
Zaman kavanozumuzu, büyük taşlar hükmündeki imanî vazifelere bedel, küçük taşlar, kumlar, hatta su mesabesindeki daha küçük meseleler ile dolduruyor. En baştan kavanozumuza büyük taşları koyamadığımız için de, kalben ne kadar istersek isteyelim, fiiliyatta küçük taşlar ve kumlarla meşguliyetten büyük taşlar için zaman harcamaya vakit bulamıyoruz.
Bu bakımdan, gerçekten iman hizmetinin hadimlerinden olmak, hakikaten ümmet-i Muhammed’i sahil-i selamete çıkaran bir gemide çalışan hademeler olarak bulunmak istiyor isek, işe baştan başlayalım:
Zaman kavanozumuzu elden geçirelim ve ilk iş olarak, büyük taşları yerli yerine koyalım ve asla onları kavanozun dışında bırakmayalım. “Ya küçük taşlar, kumlar ve sular ne olacak?” derseniz, tecrübenin anlattığı üzere, böylesi iş-güç için zaman ve zemin zaten kalıyor!