Günlük haftalık aylık yıllık serencamı okumak, sesini dinlemek, renklerin izini takip etmek; yeni yol haritasını çizmede yardımcı olduğu gibi, yoldan sapmaları da gösterir. Kendisiyle baş başa olduğundan olabildiğince dürüst, yapabildiğince hakperest davranır; öyle ya kimi kime karşı savunacak!
Bu bir cesaret işidir aynı zamanda. Kılıcı kendine çekmek kolay bir şey değil; gerçekte bunu yapan asıl kahraman!
Büyük insanlar önce kendini kılıçtan geçiren, iç savaşı kazanan, dâhilde sükûneti sağlayan, birliği dirliği sağlayan ve bunu sürekli kılanlardır. Bundan olsa gerek afakta galip gelmişlerdir.
Bahane üretmek, şikâyet çoğaltmak, zahirde asılı kalmak gibi takıntıları olmadıklarından kendileriyle meşgul olacak zamanları olmuş, bu zamanları önemli zamanlar olarak görmüşlerdir.
Her insan kendi gücünce mesuldür, önce kendi yükümlülüğünü yerine getirmekle memurdur. Had bilmek, hudut tanımak ne güzel bir edeptir.
Gücünün üzerinde söz söylemek, tavır takınmak da bir nevi tasannudur, kibirdir. Sahihlikten uzak kibirle salih amel işlenir mi?
Boşluğa kılıç çekmek kendini yormaktan, etrafını lüzumsuz meşgul etmekten başka nedir? Sohbeti sükûtla süslemek, edeple çerçevelemek ne güzel bir ameldir; hakikatin renkleri görülür, hikmetin sesleri duyulur o mecliste.
Yeni boya ile çıkılır o meclisten öğrendikleriyle bilmediklerinin çokluğunu, amelinin eksikliğini fark eder; bir haftayı çıkarır mı bu meclis?
Hayalen böyle meclis olur mu? Hayali kuvvetli olana olur!
Nice boş hayallerde gezeceğine böylesi meclisin kapı eşiğinde beklemek sanki daha gerçekçi; hakikatin renkleri ve sesleri arasında kendi rengini ve sesini kaybetmek…
Buz “ene” bunu sevmez, buzdan kılıçlarla kendi varlığını savunmaya çalışır, güneşe görünmekten kaçar; ne ki kaçmanın sonu gelir bir gün.
Geçen hafta güneşe ne kadar yakın, ne kadar uzaktık; bu hafta nasıl olmayı hedefliyoruz?