Cağaloğlu'nu öldürmek, entelektüel hayatı öldürmek demek
Bir zamanların Bâbıâlî'si: Cağaloğlu. Yaklaşık iki yüzyıldan bu yana, Türkiye'nin kültür hayatının, düşünce hayatının, matbuat hayatının kalbinin attığı yer.
Bu yazıyı, Tarih ve Düşünce dergisinin bürosunda/n yazıyorum. Tarih ve Düşünce dergisi, tarih yayıncılığına, medeniyet perspektifi ekseninde yeni bir soluk getirmişti. Derginin editörü Fatih Can Bey, inanılmaz çalışkan, üretken bir arkadaşımız: Kafasında proje üstüne proje uçuşan biri. Dergiyi zor şartlarda aksatmadan ve seviyesini, kalitesini düşürmeden 3-4 yıl çıkarttı; ama nitelikli yayıncılığın uğradığı kadere o da maruz kaldı: Kapandı. Fatih Bey, her şeye rağmen ofisi kapatmamak için direniyor. İlk fırsatta, dergiyi çıkarma hayalleri kuruyor. Umarım, pek çok tarih, düşünce ve medeniyet dergisine kaynaklık ve öncülük eden Tarih ve Düşünce dergisi yeniden yayın hayatına atılır.
Aslında Cağaloğlu'nu kötü günler bekliyor. Tıpkı Tarih ve Düşünce dergisinin kaderine benzer bir kader bekliyor Cağaloğlu'nu. Bu yazıyı burada yazmamın nedeni de Tarih ve Düşünce dergisinin kaderiyle Cağaloğlu'nun kaderinin, örtüşmesi, en azından bazı paralellikler arzetmesi.
Bina'nın karşısında Abdullah Cevdet'in İctihad dergisinin bürosu var: Kimler geçmedi ki oradan... Bu bölge, yayıncıların yoğunlaştığı bir bölge... Tanzimat'ın başladığı tarihlerden itibaren hem dergi ve gazete yayıncılığının, hem de kitap yayıncılığının merkezi, kalbi, atan yüreğiydi yaklaşık 150 yıl boyunca. Ahmet Mithat Efendi'lerden Muallim Naci'lere, Namık Kemal'lerden Peyami Safa'lara, Necip Fazıl'lardan Sezai Karakoç'lara kadar Türkiye'de modernleşme sürecinde düşünce ve sanat hayatına damgasını vuran bütün öncü kişilerin adeta resm-i geçit yaptıkları bir mekân Cağaloğlu. Türkiye'de benzeri olmayan bir yer. İstiklâl Caddesi, son çeyrek asırda Cağaloğlu'na "rakip" olarak çıktı; ama Cağaloğlu'nun canlılığı ve sıcaklığı, sadeliği ve derinliği, samimiyeti ve ruhu İstiklâl Caddesi'nde yok, ne yazık ki.
Düşünsenize... Mehmet Varış, Kitabevi'nde Türkiye'nin yazarlarının, düşünürlerinin pek çoğunu ağırlamış, derin sohbetlere dalınmış... Çaylar demlenmiş, yeniden demlenmiş... Bütün dünyanın entelektüel coğrafyalarında gezintiye çıkılmış. Yine İz'de İlhan Kutluer, Mehmet Kahraman, Türkiye'nin en seçkin yazarlarına, genç kuşaklarına yeni ufuklar çizmişler... Yeni kitaplarının haritalarını belirlemişler...
Yazarlar Birliği, fokur fokur kaynıyor... Her bir odada bir kurs... Bakın, Ali Ural, belli ki yazarlık atölyesinden çıkmış... Murat Çebi, genç sinema meraklılarına heyecanlı heyecanlı ders veriyor... Sinemadan, ebru'ya, müzik'ten çeşitli kurslara, konferanslara kadar Türkiye'nin kültürel ve entelektüel kalbine dönüşmüş Yazarlar Birliği... Durmadan atıyor kalp; çarpıyor yürek: Gençler bir odadan diğerine koşuşturup duruyorlar... Ve gelsin çaylar... Hemen Hüsamettin Arslan, Ekrem Ayyıldız'la bir köşede kaynatıyorlar sohbetin kazanını... Bir başka köşede Asım Gültekin'in Cafcaf ekibi yeni sayının hazırlıklarını yapıyorlar... Genç, parlak arkadaşlarla...
Biraz aşağıda Timaş'ta Leyla İpekçi, yeni kitabı Ateş ve Bahçe üzerine konuşacak. Yetişebilirsem orada almayı düşünüyorum soluğu...
Ankara Yokuşu'nda Beyan'da Ali Kemal Temizer, mutat Cumartesi çiğ köfte "partisi" eşliğinde koyu bir sohbetin közünü karıyor... Abdurrahman Arslan'dan Ali Bulaç'a kadar herkes orada...
Ve Üretmen Han... Üstad Sezai Karakoç, yüzünü görmek, fikirlerinden birkaç cümlecik de olsa bir şeyler kapmak için sırada bekleyen genç arkadaşlara gruplar hâlinde dünyanın ve bölgemizin entelektüel ve sanatsal haritasını çıkarıyor... Elleriyle çizdiği kavislere, sesi, herkesin pürdikkat kesildiği nefesi ve yüreği eşlik ediyor...
İşte bütün bunlar, artık tarih olmak üzere... İnanılır gibi değil... Türkiye'nin düşünce hayatının, sanat hayatının, kültür hayatının kalbi durmak üzere...
Kim, haklı evvel, hangi akla hizmetle ve hangi cesaretle Cağaloğlu'nu bitirebilir? Ama Cağaloğlu bitmek üzere... Yayınevlerinin, dergilerin ofislerini, binalarını tüccar kılıklı "pespaye turizmciler" işgal etmeye başladılar birer birer... Binalar satın alınıyor ve otel yapılıyor... Kime? Turistlere... Gerçekten inanılır gibi değil!
Cağaloğlu, İstanbul'un kültür parkı yapılmak yerine, otoparkların, turistik otellerin işgali altında şu ân... Kültür kaleleri birer birer yıkılıyor; hotel kuleleri dikiliyor...
Bu cinayete dur demek zorundayız... Bizim entelektüel hafızamızın, kültürel hafızamızın bu kadar pespaye gerekçelerle yerle bir edilmesine izin vermemeliyiz...
Kültür Bakanlığı, hükümet ve ilgili kurumlar bu cinayeti derhal durdurmalılar... Yoksa Türkiye'nin kalbi duracak...
Yeni Şafak