Ahmet Bilgi'nin haberi:
RİSALE HABER-Risale-i Nur Enstitüsü "Çağımız Sorunlarına Çözüm Arayışları ve Said Nursi Modeli" konulu 5. Ulusal Risale-i Nur kongresi düzenliyor.
Enstitü Sekreteri Şener Boztaş'ın Risale Haber'e verdiği bilgiye göre gazeteci, ilim adamları ve uzmanların katıldığı masa çalışmalarında tebliğler sunuldu. Risale-i Nur'dan ilgili bölümlerin müzakere edildiği masalarda sonuç bildirileri oluşturuldı.
Geçtiğimiz hafta sonu yapılan masa çalışmaları 28 Mart'ta Haliç Kongre Merkezinde düzenlenecek bir panelle kamuoyuna duyurulacak.
İşte masa çalışmalarından çıkan özet sonuçlar:
I. MASA
Din ve Siyaset
1- Din, toplumun siyasetler üstü ortak değeridir, belli bir siyasî görüşün tekeline alınamayacağı gibi siyaset de dinsizliğe âlet edilemez. Bediüzzaman, siyasetin dinî hak ve hürriyetlerin önünü açacak bir anlayışla yürütülmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
2- Devletin dinle ilişkisi, bütün inanç grupları için din ve vicdan hürriyetini sağlayıcı bir laiklik anlayışı üzerine bina edilmelidir.
3- Devlet dine hiçbir şekilde müdahale etmemelidir, din adına devleti yönetme talebi olmamalıdır.
4- Laik- anti laik çatışmalarının çözümü, Bediüzzaman’ın “hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet” tarifiyle ortaya koyduğu prensiptedir.
5- Kendisini dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlayan Bediüzzaman, belli bir devlet modeli önermemiş, insanlığın gelişim süreci içerisinde ortaya koyduğu değerlerle örtüşen, AB kriterlerinde ifadesini bulan hukukun üstünlüğü, adalet, hak ve hürriyetler, hizmetkâr devlet gibi temel ilkeleri vurgulamıştır.
6- Cumhuriyeti adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet olarak tanımlayan Bediüzzaman’a göre, demokratik cumhuriyet dinin prensipleriyle çelişmez, din demokratik devlet için bir tehdit oluşturmaz.
7- İnsanların manevî ihtiyaçlarına cevap vermek üzere ortaya çıkan cemaatler, aslî hizmet ve meşguliyet alanlarının dışına çekilerek siyasî ve ideolojik tartışmalara konu edilmemelidir.
8- Bediüzzaman’a göre din kâinatın üzerinde, görünen ve görünmeyen bütün âlemleri ve bütün zamanları kuşatıcı bir hakikat olarak yeryüzündeki geçici siyasî ve ideolojik cereyanlara tabi kılınıp alet edilmez.
9- İnsanın bu dünyadaki aslî vazifesini iman ve ubudiyet olarak niteleyen Bediüzzaman, siyasetin dikkatleri bu hedeften uzaklaştırıp insanları yozlaştırma tehlikesine dikkat çekmektedir.
10- Din ve siyaset ilişkilerindeki gerilimlerin aşılıp sağlıklı ve doğru sonuçlara ulaşılabilmesi için aydınların toplumun tarihî ve kültürel değerlerini ve tecrübelerini dikkate alan bir yaklaşımla kendi gerçeklerimiz ışığında çözümler üretmelerine ihtiyaç vardır.
II. MASA
Demokrasi ve İnsan Hakları
1. Türkiye’de cumhuriyet ve demokrasi üzerindeki kavram kargaşasına son verilmeli; bu kavramlar, evrensel standartlar esas alınarak kabul görmeli; kişiye, kuruma, konjonktüre göre farklı mânâlar yüklenilerek kullanılmamalıdır.
2. Demokratik bir ülkede, kişi veya kişilere dayalı bir hukuk anlayışı kabul edilemez. Hukuk düzenlemeleri evrensel ilkelere ve objektif kurallara dayalı olmalı, keyfiliğe fırsat vermemelidir. Bu çerçevede tartışılamaz, değiştirilemez bir resmî ideoloji kabul edilmemelidir.
3. Demokrasi sadece çoğunluğun hakimiyeti olarak görülmemelidir. Azınlıkların ve fertlerin temel hak ve hürriyetlerinin garanti altına alınması, demokrasinin en önemli ilkesidir. Temel hak ve hürriyetler, hiçbir şekilde tartışma konusu olamaz, referanduma ve oylamaya tabi kılınamaz. Keyfi gerekçelerle tahdit edilemez, askıya alınamaz.
4. Demokrasinin sağlıklı bir şekilde işletilebilmesi için sivil ve asker bürokratik yapı olması gereken sınırlar içine çekilmelidir. Sivil, adlî ve askerî bürokrasi marifetiyle yürütülen vesayetçi sistem, tasfiye edilerek demokratik sistem tahkim edilmelidir.
5. Türkiye askerî darbelerle anılan bir ülke olmaktan uzaklaştırılmalı; askerin yeri ve konumu, sivil otoritenin üstünlüğü ilkesi çerçevesinde kanunlarda net olarak ifade edilmelidir.
6. Din ve vicdan hürriyeti, fikir ve ifade özgürlüğü en temel insan haklarındandır. Laiklik her şeyden önce din ve vicdan hürriyetini teminat altına almaktır. Bu ise siyasî iktidarın dinî alana müdahale etmemesini gerektirir. Din ve inanç, sivil ve kamusal alanda serbestçe yaşanabilmeli ve ifade edilebilmelidir. Dinî eğitime ilişkin devlet tekeline son verilmelidir. Bu çerçevede Diyanet İşleri Başkanlığının devlet yapısı içindeki konumu ve işleyişi de gözden geçirilmelidir.
7. Demokrasinin sağlıklı işleyişinde iktidar kadar muhalefet de önemlidir. Muhalefet, demokratik yöntemlerle yapılmalıdır. Hak arama yöntemi olarak şiddet, hangi mülâhazalarla olursa olsun hiçbir şekilde tasvip edilmemelidir.
8. Ülkede yaşayan herkese herhangi bir ayrımcılık yapılmaksızın, anayasal vatandaşlık çerçevesinde bireysel hak ve özgürlüklerin tanınması gerekmektedir.
9. Türkiye’nin siyasî ve sosyal alanda yaşadığı problemleri çözebilmek için Türkiye toplumunun bütün farklılıklarıyla ve çeşitlilikleriyle barış içerisinde kardeşçe, birlikte yaşayabilmelerinin siyasî çerçevesini çizecek toplumsal mutabakat zeminine dayalı yeni bir demokratik anayasa hazırlanmalıdır.
III. MASA
Kürt Sorunu
1. Türkiye’nin her türlü farklılıkları tanıyan, çoğulculuğu bir zenginlik olarak gören, resmî ideolojiden arındırılmış, anayasal vatandaşlığı esas alan yeni, demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı vardır.
2. Devlet, başta Kürtler olmak üzere mağdur edilmiş bütün toplumsal kesimlerden özür dilemeli; mağduriyetlerini giderici hukukî düzenlemeler yapılmalıdır.
3. Eğitim demokratik hale getirilmeli; eğitim müfredatı her türlü ayrımcı ifadeden temizlenmeli ve bu bağlamda “andımız” türü metin ve ritüeller eğitim sisteminden tamamen çıkarılmalıdır. Bütün olarak eğitim ve öğretim sistemi Türkiye’nin çok kimlikli toplumsal yapısını yansıtmalıdır.
4. Anadilde eğitim tercihi temel bir haktır; bu hakkın önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
5. Eğitimde ve toplumsal pratiklerde köktenci sekülerist yaklaşımlar gözden geçirilmeli ve toplumun dinî duyarlılıkları ve talepleri dikkate alınmalıdır.
6. Bediüzzamanın bir akademya projesi olan Medresetüzzehra, hayata geçirilmelidir.
7. Zorunlu göç uygulamasına tabi tutulmuş insanların zararları tazmin edilmeli ve geri dönmek isteyenler için kolaylaştırıcı tedbirler alınmalıdır.
8. Toplumsal barışı sağlamak için silâhsızlandırmayı kapsayan bir demokratikleşme programı yürürlüğe konulmalı ve bir toplumsal uzlaşma yasası ile örgüt mensuplarının dağdan inmesi sağlanmalıdır. Bölgede toplumsal çatışmalara sebep olan ve şiddeti arttıran koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.
9. Tarihî ve kültürel dokuyu bozan coğrafî birimlerin isimlerinin değiştirilmesi uygulamasına son verilmeli, halkın benimsediği isimler iade edilmeli ve bu konudaki yasaklar kaldırılmalıdır.
10. Kürtlerin bilgelik hafızasını oluşturan, Faqeye Teyran, Ahmede Xani, Ahmede Ciziri gibi müelliflerin eserleri Kültür bakanlığı gibi resmî kurumlarca yayınlanmalı ve millî eğitim müfredatına girmelidir. İslâm düşüncesinin çağımızdaki en önemli düşünürlerinden olan Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin okullarda okutulması ve yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.
IV. MASA
Dünya Barışı
1- Hayır ve şerre istidatlı olarak yaratılmış olan insanlardan meydana gelen toplumların birbirlerine zarar vermesi muhtemeldir. Ancak fıtratta hayır esas, şer ise arızidir. Aynı şekilde uluslar arası ilişkilerde de asıl olan sulh ve barıştır; savaş hali ise arızi bir durumdur.
2- Günümüz güçlü devletlerinin diğer devletleri işgal etmesi, sömürmesi ve asimilasyona tabi tutması gibi zulüm ve haksızlıklar sadece çıkar düşüncesinden değil bu düşüncenin arkasındaki medeniyet algısından kaynaklanmaktadır. Bediüzzaman’a göre bu tür düşüncelerin sosyal hayattaki dayanak noktası kuvvet; gayesi menfaat; hayat kanunu mücadele; toplumları birbirine bağlayan rabıtası ırkçılık ve menfi milliyetçilik fikri; meyvesi ve neticesi ise nefsî arzuların tatmini ve ihtiyaçların giderek arttırılmasıdır. Halbuki kuvvetin neticesi tecavüz; mücadelenin sonu çarpışmak; ırkçılığın ve unsurîyetçiliğin sonucu ise başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, başkasına tecavüzdür. Diğer taraftan; İslâm medeniyetinin dayandığı esas nokta kuvvete bedel hak; gayesi menfaate bedel fazilet ve rıza-i İlâhiyi elde etmek; hayat kanunu mücadeleye bedel yardımlaşma; toplumları birbirine bağlayan rabıtası ırkçılık ve menfi milliyetçilik fikri yerine din kardeşliği, akrabalık ve vatandaşlık bağları; hedefi ve maksadı ise insanı nefsi arzularından kaynaklanan kötü fiilleri işlemekten vazgeçirmek, ruhu derin ve yüksek düşüncelerle donatıp ulvî hisleri tatmin etmek, kısacası insanı insan-ı kâmil haline getirmek, insanı insan yapmaktır. Hakkın gereği ittifak; faziletin gereği dayanışma; dayanışmanın gereği birbirinin yardımına koşmak; Müslüman olmanın gereği İslâm kardeşliği ve birbirini manen desteklemek; nefsi gemleyip helâl dairede kalmanın ve ruhu ahlâkî faziletlerle donatmanın neticesi ise dünya ve ahirette huzur ve saadettir.
3- Günümüzde uluslar arası münasebetlerin temellerinden birisi çıkar ilişkisidir. İnsanlar arasındaki münasebetlerin insan hakları temeline dayanması zorunlu olduğu gibi, uluslar arası münasebetlerin de insan hak ve hürriyetleri temeline dayanması zorunludur. Dünyada sulh-u umumînin temini için hakkın temel alınması bir zarurettir.
4- Uluslar arası ilişkilerin bir diğer önemli esası mütekabiliyettir. Ancak mütekabiliyet esasının mutlak olarak uygulanması doğru olmayıp, bu hususta da hak ve adalet esaslarına riayet edilmesi sulh-u umumî adına bir gerekliliktir.
5- Gerek insanlar arasındaki gerekse toplumlar ve devletler arasındaki ilişkiler kin ve adavet üzerine değil, muhabbet ve merhamet üzerine kurulmalıdır. Kişi ve toplumlara haklarının verilmesi ancak bu düşüncenin yaygınlaştırılması ile mümkün olacaktır. Uluslar arası bir gücün başka toplumlar üzerinde yapmış olduğu zulüm ve haksızlıklara karşı diğer toplum ve devletlerin sessiz kalması dahi hakikatte bir zulümdür.
6- İttihad-ı İslâm, Bediüzzaman’ın önemli hedeflerinden biridir. Ancak onun ittihad-ı İslâm anlayışı siyasî bir birliği değil, merkezden muhite gittikçe genişleyen, ferdi ve bütün dünya toplumlarını içine alan bir barış projesidir. Bu münasebetle Bediüzzaman, önce ferdin iman, amel noktasındaki birliğini; sonra aynı toplumda yaşayan sınıflar arasındaki birliği; daha sonra ise Müslümanlar arasındaki birliği ve en sonunda da Müslümanlar ile gayri Müslimler arasındaki birliği hedef edinmiştir. Bu birliğin temin edilebilmesi için Bediüzzaman, genellikle her toplum ve medeniyette müsbet ve menfi olmak üzere farklı özelliklerin bulunduğu gerçeğini göz önüne alarak, o toplumlar ve medeniyetlerde birleşmeye zemin teşkil edecek cihetlere dikkati çeker.
7- Cihadın gayesi i’lay-ı kelimetullahtır. İnsanların medenileştiği bu zamanda aslolan maddî cihad değil manevî cihaddır. Bu cihadın en önemli vasıtası ilim ve irfandır. Bediüzzaman bu durumu, “Cihad-ı hariciyi, Şeriat-ı Garra’nın berahin-i katıasının elmas kılıçlarına havale edeceğiz. Zira medenilere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” ifadesiyle ortaya koymuştur.
8- Müslümanların arasında çıkacak olan anlaşmazlıkların giderilmesi, öncelikle Müslümanların görevidir. Bediüzzaman’a göre ittihad-ı İslâm önemli bir hedef olduğundan, İslâm ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkileri sağlamlaştırmak için kurdukları her türlü birliğin muhafazasına çalışılmalı, bunların işlerlik kazanması için çaba sarf edilmeli ve Müslüman ülkelerin gayri Müslim ülkelerle yapacakları birlik anlaşmalarında Müslüman ülkelerle irtibatını koparacak hususlara karşı hassasiyet gösterilmelidir.
9- Diyalog, sulh-u umumînin temini için önemli bir araçtır. Ancak bu yöndeki teşebbüs ve çalışmalarda Bediüzzaman’ın “zarurat-ı diniye” olarak tabir ettiği İslâm’ın temel esaslarından taviz verilmemeli ve bu vesileyle görev yapan kişilerin gerek inanç gerekse bilgi bakımından yeterli donanıma sahip olmaları zarurîdir.
10- İslâm tarihi geçmişte diğer medeniyetlerle bir arada barış içinde yaşanabileceğinin en zengin örnekleriyle doludur. Ancak Batı medeniyeti içerisinde Müslümanların bugün dahi çok rahat yaşayabildikleri söylenemez. Müslümanları rahatsız etmek için zaman zaman Batıda bazı provokatif eylem ve söylemler ortaya çıkmaktadır. Müslümanların bunlara karşı uyanık olması ve bu tür provokasyonlara alet olmaması gerekir.
11- İçinde bulunduğumuz bölge ve tarihî sorumluluklarımızdan hareketle, tarihte yapılmış hatalardan ders alınarak, geleceğe perspektif oluşturabilecek hak ve adalet esasına dayalı ilkeli münasebetler tesis edilmelidir.
12- Çağın şartları ne olursa olsun her konuda ümitvar olmak gerekir. Herkesin himmeti kendi milletini kurtarmaya yönelik olur ve herkes müsbet hareketi prensip edinirse kısa zamanda büyük başarıların sağlanması mümkündür.
13- Hem insanî düzeyde, hem de toplumsal düzeyde Kur’ân medeniyetinin dayanmış olduğu temel ilkelerin, çağın problemlerine reel olarak nasıl çözüm bulabileceğine dair projeler ve bilimsel araştırmaların yapılması, somut tekliflerin ortaya konulması gerekmektedir.
V. MASA
Kadın ve Aile
1- Dünyanın bir çok ülkesinde komünizm, sosyalizm, kapitalizm ve hedonizmin çarkları arasında kalan aile, gittikçe yozlaşmakta, aile kavramı yerini başka kavramlara bırakmaktadır. Dinî değerlerin kıymetini kaybettiği, inançların etkisini bir hayli yitirdiği, ahlâkın hedonist ahlâka dönüştüğü toplumlarda böyle bir sonuçla karşılaşılması hiç de sürpriz sayılmamalıdır.
2- Ülkemizde ve dünyada boşanma oranlarının son on yılda hızlı bir şekilde artması, aile kurumunun gittikçe bozulmaya uğradığını göstermektedir. Boşanmaya sebep olan unsurlar ele alınınca aile kurumunun temellerinin ve amacının tekrar gözden geçirilmesi geremektedir.
3- Batılı bazı bilim adamları, devlet adamları bu çözülmeye çareler bulmaya çalışırken, Batıyı taklit etmekte bir yarış içinde olan bizim gibi ülkelerde de, ailede yozlaşmanın gittikçe arttığı bir realitedir. Hâlâ romantik aşkın evliliklerin ve mutlulukların tek sebebi olarak gösterildiği filimler, televizyon dizileri hem Batıdan ithal edilmekte, hem de bizdeki kanalların bir çoğu benzer şeyleri insanlara sunmaktadır.
4- Postmodern çağın kadın kimliği tüketim kültürünün her seferinde daha ağır dozlarla pompaladığı genç kalmak, sağlıklı olmak, iyi görünmek temalarıyla şekillenmektedir. Bu tür duyguların uzun süre yaşanması da, kadınlarda kaygı bozuklukları ve depresyon gibi tabloların artışını netice vermektedir. Tüketim toplumu ve kadının çalışma hayatının içinde yoğun olarak bulunması, anne ve eş rolünün ikinci plana düşmesine sebep olmuştur.
5- Aile ile ilgili bütün bu sorunların çözümü ise, sadece eğitim sisteminde değildir; bu sorun ancak genelde aile kurumunun, özelde de anne-çocuk ilişkisinin yeniden diriltilmesinde yatmaktadır. Bu ilişkinin sağlıklı zeminlere çekilmesi İslami terbiyenin esas alınmasına bağlıdır.
6- Çağımızın sorunlarını geçen asrın başlarından itibaren itinayla okuyan Bediüzzaman Said Nursi ailenin gittikçe artan yozlaştırılmasına karşın İslâm dininin inanç ve ahlak ilkeleri doğrultusunda çözüm önerileri sunmuştur. Nursinin ortaya koyduğu aile modelinin temelinde, tahkikî iman, Allah için sevmek, özellikle de ahirete iman bulunmaktadır. Allah rızasının esas alındığı bu modelde evlilikler menfaat, güzellik ve soy sop üzerine kurulmaz. Ahlâk güzelliğini de içine alan dini terbiye üzerine kurulur.
O’na göre evlilik insanın kalbine mukabil bir kalp bulmasının, sevgi, lezzet, gam ve kederlerinin yanında hayret ve tefekkür paylaşımının da yapıldığı en doğru adresdir. Esasen bunlar bir ailenin mutlu olması için de gerekli olan alt yapıyı oluşturur.
7- Bediüzzamanın tespitlerine göre, aile kurmada İslâmiyetin sunduğu esaslar, ebedî bir hayat arkadaşı olmak, dünya hayatında mutluluğu kazanmak ve günahlardan korunmak gibi hususlardır. . Allah için olan bu sevgi, hataları birlikte düzeltmeyi, affededici olmayı, sorun odaklı değil, çözüm odaklı olmayı gerektirir. Ahiret arkadaşlığını hedefleyen eşlerin yaşın ilerlemesiyle, fiziksel özelliklerinin kaybolması nefret ve ayrılığı değil, ebedi arkadaşlık inancıyla güzel muameleyi doğurur.
Ona göre ailede tesettür de, eşler arasında samimi sevgi, güven, sadakat ve gerçek şefkatin teminatıdır.
8- Said Nursinin önerdiği bu modelde, eşler birbirini Allah için sevdiği gibi, çocuklarnı da Allah için severler, çocuklarıyla masumane sohbet etmeyi, bütün eğlence vasıtalarına tercih ederler. Bediüzzamana göre kadınlar fedakar ve kahramanane olan şefkatlerini suistimal etmemeli, çocuklarının ebedi hayatlarını kurtarmak için ciddi çaba göstermelidir.
9- Kâinat kitabını yaratıcı hesabına okuyan anne babalar çocuklarını da birer kitap gibi okuyarak yaratılış gayelerini keşfetmelidirler. Böylece çocuklarına da İslamın öngördüğü şekilde iyi birer model olabilirler. Bu modelin yaygınlaşması, çocukların fıtratlarına uygun eserlerin çocuksu duyarlılıkla hazırlanması ve çocukça tabiratın kullanılmasıyla mümkündür.
Bu çerçevede Risale-i Nur Enstitüsü’nün bir alt kuruluşu olarak ya da bağımsız bir Çocuk Enstitüsü kurulması, çocukları önemseyen Said Nursinin misyonuyla paralellik arzetmektedir.
10- İman, sevgi, şefkat ve ahlak üzerine kurulmuş olan ailelerde sıkıntılar asgariye iner. Bugün insanlık Nursinin Kur’an ve sünnet referanslarıyla ortaya koyduğu bu iman, ahlak, sevgi ve şefkat temelli aile modeline ihtiyaç duyulmaktadır. Bu model üzerinde ciddi çalışmalar yapılması ve insanlığa bir reçete olarak sunulması, İslami olduğu kadar insani bir borçtur.
VI. MASA
İnsan, İman ve Ahlâk
1. İnsan Allah’ın en harika sanatı, en kıymetli misafiridir. Sözlerini en iyi anlayan muhatabıdır. Güzel isimlerinin en güzel yansıtıcısıdır. En faal memuru, en sorumlu âmiri, en dikkatli müfettişi ve seyircisidir. Varlığın işleyişinin merkezi ve mevcudatın sultanı, yeryüzünün halifesidir. Bu dünyaya imtihan olmak ve her iki dünya mutluluğunu kazanmak için gönderilmiştir.
2. İman bir intisaptır. İman Kâinat Sultanına bağlanıp hizmetkâr olmaktır. İmanın şehameti başkasının tahakküm ve baskısı altına girmeye engel olduğu gibi, imandan kaynaklanan şefkat de başkasının hürriyet ve hukukuna saldırmaya engeldir.
3. İnsanın “ahsen-i takvim”de (en güzel surette) yaratılmış olması fıtraten ahlaklı olduğunu gösterir. İradesini yanlış kullanması ise ahlak dışı davranışları ortaya çıkarır.
4. İman güzel düşünce ve güzel ahlakın kaynağıdır. Güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzellikleri görür. Fena ahlâklı ise fena düşündüğünden, fena şeyleri görür.
5. Bediüzzaman’a göre günümüz insanının en önemli problemi imansızlık ve iman zafiyetidir. Bu problem imanı kazanmak ve kuvvetlendirmekle çözülür.
6. Çağımızın en önemli özelliği dünya hayatını ahiret hayatına bilerek tercih ettirmesidir. Bunun anlamı ebedi mutluluğa bedel, nazarların sadece fani dünya mutluluğuna yönelmesidir.
7. Milletlerin hayatının devamı bakımından da ahlakın önemi büyüktür. Geçmişte ve günümüzde birçok toplumun geçirdiği bunalım ve huzursuzluğun temelinde ahlaki çöküş vardır.
8. Allah’a ve ahirete iman ahlakı yüceltir. Güzel ahlakın zirvesi ihlâstır. İhlâs yalnız Allah emrettiği için yapmak ve neticesinde sadece O’nun rızasını istemektir. İhlâsı kazanan biri, Cennetin eşsiz nimetlerini bile imanının ve ibadetinin karşılığı olarak görmez.
9. İdeal insan ve doğru davranışlar, akıl, kalp ve diğer duyguların imanla aydınlanmasıyla mümkündür.
10. Varlıkların ve ilimlerin hakikati Esma-i Hüsna’ya dayanır. Esma-i Hüsna ile “fıtri şeriat” ve güzel ahlak arasında sıkı bir bağ vardır.
11. İnsan ruh ve bedenden oluşmuştur. Asıl olan ruhtur. Ruhun bedende yaşayabilmesi için insana üç temel kuvve verilmiştir. Bunlar “şehevi”, “gadabi” ve “akli” kuvvelerdir. Kuvve-i şeheviye faydaları çekme, kuvve-i gadabiye zararları uzaklaştırma ve savunma mekanizmaları ve kuvve-i akliye de doğru ile yanlışı ayırma melekesidir. İnsanın kuvvelerini vasat çizgide tutacak temel duygu tahkiki imandır. Bu insanın “fıtri şeriat” ile uyum halidir.
12. Kur’ân’ın % 90’ı iman hakikatleri, % 10’u ahkâm ayetleridir. Bediüzzaman başta İslam âlemi olmak üzere dünyanın gündemine Kur’ân’ın temel mesajı olan imanı tekrar taşımayı başarmıştır.
13. Güzel ahlâk edeptir. Bu noktada yegâne model Hz. Muhammed’dir (asm).
VII. MASA
Eğitim, Kültür ve Sanat
1. Eğitim müfredatları, kişinin akıl dünyasını geliştirmenin yanında, duygu, düşünce ve kalp dünyasını da geliştirebilmelidir.
2. Allah’ın isimlerinin (Esma’ül Hüsna) her kişide farklı şekillerde tecelli ettiği gerçeğini dikkate alarak, sanat/güzellik/estetik gibi temaları, eğitim uygulamalarında daha çok kullanmaya ve geliştirmeye ihtiyaç vardır.
3. Eğitimde, bireyin kişisel özelliklerinin farklı olduğunu dikkate alan modeller uygulanmalı, söz konusu bu modellerin düşünce dünyamızı geliştireceği gözden kaçırılmamalıdır.
4. Eğitim, kişinin bilgiye ulaşmasını kolaylaştıracak iletişim kanallarını açık tutacak şekilde yapılandırılmalı ve her kademede ispata dayalı eğitim metotları uygulanmalıdır.
5. Geliştirilen eğitim modellerinin güzel ve etkileyici ifadeyi teşvik etmesi sağlanmalıdır.
6. Eğitimde, insanın iç dünyasının zenginleşmesi için, dış dünyayı gözlemleme, idrak etme ve hayata olumlu bakma yeteneğinin geliştirilmesi gerekmektedir.
7. Eğitim modelleri; kişileri okul öncesi dönemden itibaren, merak duygusunu geliştirerek okuma, araştırma ve incelemeye yöneltmelidir.
8. Eğitimde, örgün öğretimin yaygınlaştırılmasının yanında, yaygın eğitim ve uzaktan öğretim modellerinin geniş halk kitlelerine ulaştırılması gerekmektedir.
9. Eğitimde etkileme yerine, kültürel ve sosyal etkileşimi sağlayacak yeni modellerin uygulanmasına ihtiyaç vardır.
10. Özgür bireylerin yetiştirilmesinin, eğitimin demokratikleştirilmesi ve çeşitlendirilip zenginleştirilmesi ile sağlanacağı bilinmelidir.
VIII. MASA
Gençlik
1. Gençlik; kimlik oluşturma ve varlık sorgulamasının yaşandığı, akıldan ziyade hislerin hakim olduğu fırtınalı bir dönemdir. Bu dönemde, genç ve ebeveynin bilgi donanımına ihtiyaç vardır.
2. Günümüz gençliğinin önünde duran en büyük tehlike, amaçsızlık / anlamsızlık ve bunun doğurduğu / beslediği sefahat halleridir. Bu sorunlar, ancak doğru bir varlık algısıyla aşılabilir.
3. Bediüzzaman Said Nursi, gençleri, iman ve marifetullah gibi, iki dünyada mesut edecek yüksek bir hedef göstererek, amaçsızlık ve anlamsızlık anaforundan kurtarmayı amaçlamıştır.
4. Gençlere sahip oldukları vücudun ve gençliğin kendilerine ait olmayıp, Yaratıcının bir emaneti ve nimeti olduğunu hatırlatıp, bu emaneti Mülk Sahibinin istediği doğrultuda kullanmaları gerektiğini izah etmiştir. Bu, aynı zamanda onlara, “sorumlu bir özgürlük” alanını da açmaktadır.
5. Bediüzzaman, gençlerde akıldan ziyade hislerin ön planda olduğunu dikkate alarak, akıbeti görmeyen kör hissiyatlarını, o hislerle yapmak istediklerinin bu dünyadaki sonuçlarını göstererek, mağlup etmeye çalışmıştır.
6. Risale-i Nur, bu dünyada dahi, iman ve hidayette manevi cennet lezzetlerinin, küfür ve dalalette ise manevi cehennem azabının olduğunu göstermek metodunu benimsemiştir.
7. Bediüzzaman duyguları (sevgi, aşk, düşmanlık vs.) da görmezden gelmemiş, bunların Allah namına olması gerektiğine dikkat çekerek, müspete kanalize edilmesini sağlamıştır. Nitekim, hislerin bir kısmının tatmin edilmesini (evlilik gibi); bir kısmının yönünün değiştirilmesini, (inat, hırs gibi) bir kısmının da dünyadaki vahim neticelerinin gösterilerek mağlup edilmesini (kör hissiyat gibi) amaçlamıştır.
8. Bediüzzaman, anne ve babaların, çocuklarını, üzerlerinde her türlü tasarruf ve tahakküm hakkına sahip birer mülk olarak değil, kendilerine emanet edilmiş birer sevimli varlık olarak görmeleri ve çocuklarına karşı şefkat hislerini doğru ve yerinde kullanmaları gerektiğini söyleyerek “gençlik hakları”na da dikkat çekmiştir.
9. Gençler hürmetle mükellef iken, anne baba da şefkat ile mükelleftir. ‘O büyüktür yapar’ anlayışına dinimizde yer yoktur.
10. Gençlere, rol model olan Hz. Peygamberin yaptığı gibi, sorumluluk vermek, güvenmek, sevmek, her şeyi onlarla konuşmak; yanlış tavrı ve tutumu için dışlamamak ve onlara dua etmek gerekir. Çünkü beddua etmek, dışlamak, yadırgamak, yalnızlığa terk etmek; onun şeytanının işini kolaylaştıracaktır.