Risale-i Nur enfüsî alemimi tenvir ettiği gibi içtimaî hayatı da tenvir edebilir ve etmeli. Bu konudaki gabavetime gerçekten hayret ediyorum. Nurların dünyamı ve ahiretimi tenvir edebileceğinden hiç şüphe duymuyorum ama nedense içtimaî reçetelerinin toplumu da tenvir edeceği gerçeğinden uzak düşmüşüm.
Nurlar nasıl ki aklımı, kalbimi, ruhumu tenvir ediyor yani nurlandırıyor. Küçük haneciğimi de öyle nurlandırıyor. Ve mahallemi, şehrimi, ülkemi ve küre-i arzı dahi tenvir etmeli. Nurun şe’ni sirayet etmektir. Eğer hayatıma hâkim oluyorsa inikas ile haneme dahi hâkim olmalı, mahalleme şehrime, ülkeme ve tüm dünyaya da hakim olmalı.
Eve bir dönem dolapların içinde ve ışık sızmasın diye yorganlarla kapatılmış pencerelerin ardında yazıldı ama karanlıklarda dile getirmekten korkulan hakikatler artık kürsülerden söylenebiliyor. O dönemde kendisi okumak ve bulabildiği bir iki kişiyi istifade ettirmek büyük muvaffakiyet idi ama bu dönem artık Nurların toplumsal hayata dahi sirayet edip nurlandıracağı bir dönem.
Açıkçası bu söylediklerim benim için de yeni. Dar dairede Nurların okunması yeterli görünüyordu bana; ama insanda bu kadar azim değişikliğe sebep olan nurlar neden içtimai hayatta da bu dönüşümü yapmasın. Madem Nurlar (Risale-i Nur) Kur’an ile bağlı ve Kur’an dahi arş-ı azam ile bağlı bu kadar muhkem hakikatler elbette içtimai hayatı dönüştürmeye muktedirdir. Nurları okuyan herkes kendi âleminde yaşadığı inkılabları düşünse, bu Nurların dünyayı değiştirip dönüştürmeye muktedir olduğunu anlar.
Evet bunu fark etmemiş olmamı yadırgıyorum şimdi, adeta şöyle bir algı yerleşmiş: “Nurlar ahirete bakar, neticesi uhrevidir. Okumanın tesiri de ahirette görünür dünyada pek etkisini göremeyiz. Hele ki geniş dairelerde hükmetmesi beklenmez ve beklenmemeli.”
Hâlbuki madem nurdur, sirayet etmek onun şe’nidir. Benim iç âlemime yerleşen nurun evvela haneme, oradan mahalleme oradan şehrime ve ülkeme ve nihayet insanlığın hanesi olan dünyaya sirayet etmesi lazım değil mi? Eğer bu olmuyorsa dönüp kendime sormalıyım: “neden Nurların neşrine çalışmıyorum?” acaba Nurları kendime içtimai hayatta görünmek için bir vasıta olarak mı kullanıyorum, elimde Nurları tutup “bakın ben ne kadar kıymetli oldum” demeye mi çalışıyorum.
Evet, eğer Nurlar haneme, mahalleme, şehrime, ülkeme sirayet etmedi ve içtimai hayatı tanzim etmedi ise bunun sebebi benim bunun olmayacağına inanmış olmamdır. Eğer bir şeyi imkansız görürseniz o şey için çalışmazsınız. Nurların geniş dairede hükmedeceği beklentiniz yok ise bunun için çaba harcamak beyhude gelir. Önceden ben de böyle düşünüyor ve sadece dar dairede Nurların neşri için çalışılmasını yeterli görüyordum. Fakat bir süredir faaliyetlerini izlediğim Risale Akademi yeni bir ufuk açtı önüme. Hayatın her alanında Nurların tatbik edilebileceği ve edilmesi de gerektiği fikri beni çok heyecanlandırdı.
‘Kitabımızı okuruz, dersimize gideriz, hayatımızda da ne kadar uygulasak kârdır ve o bize yeter’ demekteyken birden “bu Nurlar her yerde parlamalı ve her sahaya nüfuz edip hayatın her alanına hâkim olmalı” derken buldun kendimi. Gerçekten yapılan çalıştaylar, sempozyumlar çok heyecan verici. 13-15 Aralık tarihleri arasında Risale Akademi, Akademik Araştırmalar Vakfı, Dicle Üniversitesi ve Diyarbakır Valiliği tarafından düzenlenen ‘Sosyal Kalkınma Sempozyumu’ da sosyal hayatta Nurların uygulanması gerektiğini ve sosyal hayatın da ancak Nurlar ile nefes alınacak bir alan olabileceğini açıkça ortaya koyuyor.
Hep Nurlar diyorum çünkü şunu herkesin bildiğini varsayıyorum: “Risale-i Nur Kur’anın bu asra bakan hakikatli bir tefsiridir ve Nurların hayata hâkim olması demek Kur’an hakikatlerinin hâkim olması demektir. Kur’an’ın hakikatleri mecmuasıdır Nurlar.” Dolayısıyla hayata bunları hâkim kılmamız, Allah’ın hükmünü hayata hâkim kılmak manasına geliyor. Elbette yaratan yarattığını herkesten iyi bilir ve yarattığı insanların nasıl rahat yaşayabileceklerini de en iyi O bilir.
Elbette Nurları hayatımızın her alanında tatbik etmek için evvela çok önemli ve titiz bir çalışma yapmamız gerekiyor. Pirincin taşını ayıklamak çok kolay kalır bunun yanında. Çok daha titiz bir çalışma ve ince eleyip sık dokuma babında şahsî ve içtimaî hayatımıza karabasan gibi çullanmış olan muzır felsefenin öğretilerini bir bir ayıklamamız lazım. Bize uymadığı halde yıllarca ısrarla giymeye uğraştığımız, orasını burasını kesip biçerek ille bu elbiseyi giyeceğiz diye uğraştığımız batıda dikilen ve doğunun zerafet ve nezaketinden uzak bu kaba elbiseyi çıkarmamız lazım. Zira o elbisenin üstüne Nurların dokuduğu elbiseyi giyemeyiz çünkü Nur tezgahında dokunan bu libas tam üstümüze göre. Bizim her türlü hassasiyet ve özelliklerimiz göz önünde bulundurularak dikilmiş. Ve bize kafi gelecek, üstünden de batıda dokunan bir yelek giymemize ihtiyaç yok tam ihtiyacımızı karşılayacak.
Öyle ise haydi hep beraber çalışalım. Herkes kendi alanında Nurların nüfuz eden hakikatlerini hâkim kılmak için kolları sıvasın. İktisatçılar bir yeni iktisat teorisi kursun İktisat Risalesi ile, tıpçılar bir yeni tedavi keşfetsin Hastalar Risalesi ile, huzur evi idarecileri bir neş’e getirsin soğuk binalarına İhtiyarlar Risalesi ile, fizikçiler artık esir maddesinin teorisini yazsın İsm-i Kayyum ve Miraç Risalesi ile, psikologlar bir başka bakış açsı getirsin danışanlarına İkinci Söz ile mesela.
Evet, bunları konuşabilmek ne büyük nimet değil mi? Kitapları okumanın bile kelleyi koltuğa almakla mümkün olduğu zamanlardan bu zamanlara çıkmak ne büyük ihsan. Allah hepsinden razı olsun. Üstadımızdan, saff-ı evvel ağabey ve ablalarımızdan, kitapların bu gün elimize ulaşmasına katkısı bulunan herkesten. Ve okuyan, okutan, muhafazasına çalışan herkesten.
Demek şimdi daha büyük bir vazife var daha kuvvetli himmet lazım, herkesin kendi alanında çok çalışması ama Nurların verdiği nazarla çalışması ve bu asrın kendisine giydirdiği libastan soyunarak Kur’an tezgahında dokunan libası giyinerek Nuh’un (Aleyhisselam) gemisine binmesi lazım. Zira sel gidiyor. Bir sel de değil çok seller var; enaniyet seli, dünyevileşme seli, kavmiyetçiliği aratmayan cemaat taassubu seli, şan şöhret seli, israf seli ila ahir say say bitmez. Bu yüzden Ümmet-i Muhammed’i Aleyhissalatü Vesselam sahil-i selamete çıkaracak sefineye binmeli ve kral dairesine değil amele barakasına talip olmalıyız vesselam.