Mümkün olsa kalacaktım/Bir ömür boyu Barla'da.
Hilmi Doğan abimizin tefekkür, tezekkür ve tahassür dolu bu çok içli şiiri eşliğinde, bir Barla seyahatimiz oldu. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı'nın düzenlediği, Ağustos ayının son pazarında, bu sene ikincisi yapılan bu güzel buluşmaya, Rize'den gönül ve hizmet insanı, çok değerli dostum Numan Toprak vesile oldu.
Rize'den yine hizmet insanı Ömer Kayıkçı kardeş, yine kadim dostunuz Ali Yıldız abi ile birlikte dört kişi, 27 Ağustos sabahı Trabzon'dan hareket ettik. Karadeniz yoluyla ilk durağımız Emirdağ ilçesi oldu. Çok önceden gelmiştik bu ilçeye, fakat bu son halini bilmiyorduk. Üstad burada ilk olarak, Denizli hapsinden çıktıktan sonra, Afyon hapsine kadar ikâmete mecbur ediliyor. (1944-1948) Fakat mevcut idare, ona ızdıraplı ve işkenceli bir hayat yaşatıyor. "Burada bana bir günde çektirdiklerini, Denizli'de bir ayda çekmedim" ifadesi üstada ait. İkinci olarak da Afyon hapsinden sonra, bir müddet, bazen de aralıklarla uğradığı oluyor.
Emirdağ Lahikası'ndaki iki önemli mektuptan, Emirdağ'da ilk dönem kaldığında, mevcut idarenin üstada, dayalı döşeli, istediği gibi bir ev tahsisi ve bir de maaş teklifinde bulunduğunu anlıyoruz. Hatta bu teklifi Üstad, istişare için talebelerine de bildiriyor. Fakat fikirlerine müracaat için yazılan mektupta "Ben kabul etmedim" kaydı da mevcut. Emirdağ'da üstadın kiralayıp kaldığı, merkezdeki ev, zamanla satılıyor ve yeni sahiplerince de yıkılıyor. Ve şimdilerde, onun yerinde çok katlı bir iş yeri mevcut. Öyle de olsa, bir mevkini görmek ve o evin yakınındaki, üstadın zaman zaman namaz kıldığı camide, ikindi namazını eda için arayıp sorarken, bir caddenin başında, "Bediüzzaman Said Nursi'nin Evine Gider" levhasını gördük. Gösterilen tarafa yöneldik ve peş peşe aynı levhayı takip edince, yol bizi Emirdağ'ının yüksek bir tepesinde bir noktaya, "Yorgun Dede Türbesinin" de olduğu yere götürdü. Üstad bu tepeye, bu türbeyi vesile ederek de uğrar ve burada evrad, ezkâr ve Risale-i Nurlarla meşgul olurmuş. Emirdağ Belediyesi de bu hatıraya binâen, aynı yerde, üstadın kaldığı evi iki kat şeklinde tıpatıp yapmış ve ziyarete açmış. Alt kat daha çok risaleler ve mahallî ürünlerin teşhir yeri olarak kullanılıyor. Burada vakıf olarak kalan, Ünyeli Sezgin kardeş bina ve hizmetlerle ilgili geniş bilgiler verdi. Bu temsilî olarak yapılan üstadın evini ziyaret ettik. Yazılar ve resimler eşliğinde o dönem aynen resmedilmiş. Ayrı bir heyecan ve ibret nazarıyla gezdik ve ikindi namazımızı kıldık, dualar ettik.
Emirdağ'dan Barla'ya bizi kestirmeden ulaştıracak istikameti tespit edip yola koyulduk. Akşam namazını bir köyde kıldık ve yatsıdan önce Barla'da konaklayacağımız İstanbul İlim Kültür Vakfı'nın "Merhum Mehmet Fırıncı Âbinin Adına" açılışı daha yeni yapılmış mekânına ulaştık. Derse katıldık, eskimez dostlarla kucaklaştık. Başta, vakfın başkanı Said Yüce kardeş, çoktan beri görüşemediğimiz İlyas Karademir, Avukat Orhan Gülgün gibi kardeşlerle hasret giderdik.
Vakfın bizim için ayrılan dairesine girince gerçekten çok şaşırdık. Bir daire şeklinde hazırlanan bu mekânda yok yok. Bir ailenin a'dan z'ye ihtiyaç duyabileceği her şey hazırlanmış ve yerli yerine tertiplice konulmuş. Sadece nevalini alıp götürmek yeterli. Banyo havlularından, çatal kaşığına ve diğer levazımatına kadar her şey mükemmel ve yerli yerinde. Hazırlayanları, maddî ve mânevi destek olanları tebrik ediyoruz.
Ertesi gün, Çam Dağına çıktık. Çam Dağı hoparlörle donatılmış, Sungur Âbi'nin 20. Mektubu okuduğu kaset her tarafa çınlatıyor. Gerçekten görülmeye, şahit olunmaya değer an ve saatler yaşıyoruz. Vakfın yöneticilerinden daha yeni tanıdığımız Rizeli Muhammed Çerman kardeş ise, apayrı bir heyecanla gelenlerle, özellikle hemşerisi olan bizlerle ilgileniyor ve herkese, her ihtiyaca yetişmeye çalışıyor. Beylikdüzü'nde Katık Lokantası ve fırının sahibi olan Muhammed kardeşi gerçekten tebrik ediyorum.
Kahvaltıdan sonra, program saat 11'de başladı. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı'nın Başkanı Said Yüce kardeş, gerçekten çok güzel bir giriş konuşması yaptı. Üstadın "Hayatımın en mesut günlerinin Barla'da geçti" dediğini, ayrıca bu mekânların feyizli derslerin de mekânları olduğunu anlattı. Ağustos ayının son pazar günü yaptıkları bu "Barla Buluşmalarının" ikincisini yapmanın heyecanını yaşadıklarını belirterek, teşekkür konuşmasını bitirdi. Buluşmada, kadim vakıf âbimiz, örnek insan Feyzi Allahverdi, yine İstanbul'dan fedakâr insan Doktor Ali İhsan kardeş, Eskişehir'den Sait Çalışkan kardeş, Isparta esnaf ve vakıfları, yine İstanbul'dan Şekercihan yönetiminden Selamet ve Faik kardeşler ve uzaktan yakından epeyce bir kardeşimiz vardı. Programa saat 11'de Kur'an-ı Kerim okunarak başlandı. Münacat Risalesi çağrılan kardeşler tarafından okundu. Sonunda ise, yol arkadaşımız Rize'den Ömer Kayıkçı Hocamız uzun süren ve çok güzel bir dua yaptı. Dua, gerçekten kısa bir ders niteliğinde ve ayrı bir güzellikteydi. Ömer kardeşe de ayrıca çok beğenilen bu güzel duası için teşekkür ediyorum. Devamında, öğle namazı, kısa bir ders ve yemek ikramından sonra, tanışma, kaynaşma, sohbet, akd-i uhuvvet ve muhabbet sahneleri görülmeye değerdi.
Üstad 12. Şua'da çok ehemmiyetli bir mektubunda, bu tür toplanma ve ders birlikteliklerinin icrasının zaruretine o yıllarda işaret ediyor.
".... her insanın kâinatta gördüğü ve tek başına mukabele edemediği, medar-ı zarar ve hayret ve insanî ve İslamî vazifelerin ifasına mani, maddi ve manevi esbabın tehacümatına karşı bir nokta-i istinat ve medar-ı teselli olan dostluk ve kardeşâne cemaat ve toplanmak ve samimâne uhrevî cemiyet ve uhuvvet hem siyasî cephesi olmadığı halde....Risale-i Nur şakirdlerinin pek çok takdir ve tahsine şayan ders-i imanide toplanmalarına 'siyasi cemiyet' verenler..." şekilde devam ediyor.
Demek, bu tür toplanmalar, ders-i imanî ve müzakereler, ferdî veya içtimâî birtakım hücumlara karşı da bir nokta-i istinad oluyor. Daha önce katıldığımız Çam Dağı buluşmaları, Çamlık ve Sungur Âbi mevlidleri ve bu manadaki buluşmalar böyle bir istinat noktasını temin ediyor ve en çok ihtiyacımız olan o uhuvvet ve muhabbeti ziyadeleştiriyor.
Son günde Eğirdir'e, oradan Hoca Sabri Âbimizin köyü Bedre'ye uğradık. Akşam namazını, köyün imamı, Urfalı, nur dostu İbrahim Halil Hoca, Sabri abinin yıllarca imamlık yaptığı camide kıldırdı. Köylüler ve Halil Hoca bizi çok büyük teveccühle karşıladılar ve alaka gösterdiler. Bu köye ziyaret çok seyrek yapılıyormuş. Halbuki Hoca Sabri abi nurların yazılması, etrafa ve ihtiyaç yerlerine ulaştırılmasında santrallik görevini mükemmelce yerine getirmiş. 1955'te bir trafik kazasında vefat etmiş ve cenazesini de bizzat üstad kıldırmış. Kendisinin, oğlunun ve hanımının mezarlarına gittik. Dualarımızı ve fatihalarımızı gönderdik, çok mutlu olduk.
Üç gün kaldığımız İstanbul İlim Kültür Vakfı'nın bu nezih konağında, bolca okumalar ve mütalaalar yaptık. Barla mezarlığına uğrayarak başta Bayram Yüksel abi Ali Uçar abileri ve diğer saff-ı evvel abilerin kabirlerini ziyaret ettik. Fatiha ve Yasin'ler hediye ettik. Duadan başka neyimiz var ki zaten?
Dönüş yolumuzda ise Ankara'ya uğradık. İskitlerdeki Hamiyet Vakfı'nın geniş ve çok katlı dershanesine uğradık. Orada kalan Yunus abi ile 1976'dan başlayan birçok hatıralarımız var. Onları tekrar yad ettik. Yunus abi, yaşlandıkça artan enerjisiyle bizlere yol gösteriyor. Nurlara olan sadakatini hüsn-ü misal hayatıyla ortaya koyuyor. Kadim dostumuz ve vakfımız Ankara'da sağlık alanında ticaretle meşgul Yasin Uzun kardeşimizin mûnis alakadarlığı ve ikrâmları için de teşekkür ediyoruz.
Evet dostlar, düzgün ve etkili yazmak, hele gezi yazmak hiç haddimize değil. Fakat bu küçük seyahatimizde, aklımızda kalan, ruhumuza yazılan, kalbimize takılan manaları yani hissiyatımızı kısaca notlara dökmüş olduk. Vücuden çok sıkıntılı da olsa, ruhen, aklen, kalben teneffüs ve ferahlığa medar olan bu seyahatimize vesile olan başta Numan Toprak dostumuza ve birlikte seyahat ettiğimiz diğer kardeşlerimize teşekkür ediyoruz.
Selam ve dua ile.