Cümlenin aslı “Cemaatin şahs-ı manevisi daha metindir” şeklinde olacak.
Bediüzzaman Said Nursi Milli Mücadele yıllarında İstanbul’da bulunuyor. İngiliz işgali altındaki İstanbul’da “Hutuvat-ı Sitte” adlı eseriyle İngiliz siyasetinin desise ve planlarını bozuyor.
O zaman Anadolu’da başlatılan kurtuluş hareketinin merkezi olan Ankara Hükümeti tarafından müteaddit defa davet ediliyor. Hatırlı eşhasın daveti ile Ankara’ya gelir. Resmi hoşamedi ile karşılanır.
Kurtuluş Savaşının muzafferiyetinin verdiği moral mebusların dini hayatta özellikle namazlarındaki ihmali üzerine bir beyanname yayınlar.
İşte o beyannamede geçer bu “cemaatin şahs-ı manevisi daha metindir” ifadesi.
Burada cemaatten maksat umum Müslüman milletin şahs-ı manevisi kastedilmektedir. Yani klasik tabirle cami cemaatinin şahsı manevisi.
“Cemaat” adı ve kavramı üzerinde o kadar çok şey söylendi yazıldı ki, kelimenin ne anlam ifade ettiği mânâ araya gitti.
Kelimeler masumdur. Kullanıldığı maksada matuf anlam kazanır.
Cemaat kavramını suiistimal edenler yüzünden bu mübarek cemaat kavramı çok saldırıya maruz kaldı. Sakıncalı hale geldi…
İnsanlar cemaat kelimesini ağzına almaya korkar oldu.
Cemaat insanın fıtratının gereği olarak toplu yaşama mecburiyetinden gelen bir gerçekliktir.
Cemaat denildiğinde dini cemaatler akla gelmektedir. Tekke ve zaviyeler kapatılmasıyla yasal olarak illegal konuma düştü.
Laikliğin dinsizlik şeklinde pratiğe yansıtıldığı, Kur’an öğrenmenin ve öğretmenin suç sayıldığı dönemlerde de dine ihtiyaç vardı. Tabir hoş değil ama tarif için yer altına çekilmişler içe kapanmışlardır.
Risale-i Nur gibi 6 bin sayfalık külliyat o dönemin çetin şartlarında elle 600 bin nüsha yazılıp çoğaltıldı, okundu.
Risale okuyanlar imanlarını kurtardılar, her bir okuyan bir başkasına vesile oldu. Geometrik çoğalma ile küresel ölçekte yayıldı.
Elbette sayısal çoğalma çok güçlü bir cemaat ve cemaatlerin ortaya çıkışını da netice vermiştir. Tarikatlar de perde altında bir şekilde varlıklarını sürdürmüşledir.
Mevcut yasa ve mevzuata göre hukuki tüzel kişilik kazanmak adına meşru zeminde faaliyet gösterebilmek için sivil toplum kuruluşu (vakıf, dernek vb.) statüde faaliyet gösterme yoluna gitmişlerdir.
Geçmişteki hakim resmi ideolojinin kabul kriteri laiklik adına dine lakayt veya karşı olanları kabul eden, dindar insanları dışlayan, ötekileştiren uygulamaları 90 küsür yıl sürmüştür.
İşte böyle bir ayrımı takiyye ile fırsata dönüştüren küresel bir fitne hareketi mevzi kazanmış. Milletin ulvi duygularını kullanarak destek alıyor, güç devşiriyordu.
Takiyye ile imtiyazlı Kemalist jargonla hakim mekanizmanın bariyerlerini aşıyordu. Dönüyor elde ettiği silahı yine destek aldığı millete karşı kullanıyordu.
Böyle büyük bir fitneyi samimi, ihlaslı cami cemaatinin şahs-ı manevisi savuşturuyor. Altını çizerek tekrar etmek istiyorum. 15 Temmuz felaketini Cenab-ı Hakkın inayetiyle cami cemaatinin şahs-ı manevisi önlemiştir.
Şimdi cemaat kelimesi ile akla gelen dini cemaatler meselesine bakalım.
İnsanlardan teşekkül eden her yapıda insan tabiatından kaynaklanan, psiko-sosyal saiklere dayanan problemlerin zuhur etmesi kaçınılmaz bir realitedir.
Sahabeler insaniyet ve maneviyat makamında en büyük veliden daha yüksek makama sahip olmakla birlikte aralarında ihtilafların olduğu malum.
Günümüzde de cemaatleri meydana getiren farklı unsurların farklı bakış açıları vb. sebeplerle ihtilaflar, ayrışmalar olmuştur. Gelecekte de olacaktır.
İnsan tabiatı, nefis, şahsiyet, enaniyet, dahili ve harici unsurlar, cinni ve insi şeytanların etkileri ile beraberinde birtakım problemleri de getirmiştir.
Beşeri hatalar cemaatin ehemmiyetini azaltmaz. Bu ehemmiyeti herkes kabul eder. Cemaatin metin gücünden istifade edip durumdan fırsatlar, kazanımlar elde etmeye çalışanların olması da sosyolojik bir gerçekliktir
Cemaatlerin gücünden siyasi yapılar da istifade etmeye çalışmıştır. Siyasette başarının göstergesi, dayanağı sayı ve güçtür. Binlerce mensubu olan grubu veya grupları arkasına almak siyasetçinin göz ardı edemeyeceği bir husustur.
İşte siyaset-cemaat münasebeti cemaatlerin siyasetle anılır olması gibi bir yanlışlığı beraberinde getirmiştir. Cemaatin safiyetini, ihlasını, samimiyetini kaybetmiştir.
Dini hizmetin icabı Allah için çalışmayı, maddi ve manevi hiçbir beklenti içinde olmamayı gerektirir. Siyaset matematiğe ve sayısal neticeye bakar. Başarı göstergesi somut sonuçlardır.
İhlasın icabı beklenti sadece uhrevi ve Allah rızasıdır. Sadece ve sadece rızay-ı ilahiyi esas tutan, ikinci üçüncü maksadı ve beklentisi olmayan cemaatler değişen ve gelişen dünyevi hadiselere karşı sebat ve metanet gösterebilir.
Cami cemaatine gelelim
Cami cemaatinin şahs-ı manevisine daha fazla önem vermek gerçeği ortaya çıkmıştır. Cami cemaati camiye sadece ve sadece Allah’ın emri olduğu ve sırf ibadet için gider.
Toplumun ortak paydasıdır. Her siyasi görüşten Müslüman rahatlıkla her beş vakit camiye gitmektedir. Cemaatle namazın ücretini bu dünyada değil ahirette göreceğini bilerek gitmektedir.
İşte bu samimi halis yapının ne kadar metin ve güçlü olduğunu 15 Temmuz 2016’da gördük. Zira ihlasın anlamı Allah için temeline dayanmaktadır. Netice olarak caminin şahsı mânevisine kuvvet vermek lazımdır.
Her grubun bir şahs-ı mânevisi vardır elbet. Başka grupları yok sayarak kendi mensup olduğu şahs-ı mâneviyi kutsayan çarpık yaklaşımın en güçlüsünü gördük.
Dini gruplarla, cemaatlerle Diyanet İşleri Yönetiminin yaptığı müşterek toplantıda alınan kararlar çok isabetli ve yerindedir.
Dini cemaatler dış dünyaya izole, içe kapanmaktan çıkıp camiye gitmeli camiye insan kazandırmaya gayret etmelidirler.