Prof. Dr. Abdullah Yiğit hoca, bizim için Vahap Abi. Lise 1'deyken tanımıştık kendisini. İbrahim, Mustafa ile birlikte sanırım ilk Risale dersini kendisinden dinlemiştim. Asıl beni etkileyen o yaştaki birinin, bir üniversite hocasının lise talebesi olan bizimle arkadaş olabilmesiydi.
O zamanlar kimseye memleketi, ailesi, işi, gücü sorulmaz; nerede oturduğu, ne yiyip hangi arabaya bindiği merak edilmezdi. Biz de bilmezdik, merak etmezdik. Bir köşede sessizce oturan, ders anlatan, ders dinleyen pek çok kişinin hiç bir unvanı ortada konuşulmazdı. Onun için bizim bir Vahap abimiz vardı. Son ana kadar, her karşılamamızda aynı Vahap abimizle muhatap olduk. Karşısında hep o lisedeki gençler oluverdik. O da, Vahap abimiz olarak bizlere hâl hatırımızı sorar, takılırdı.
Mustafa, lisedeyken, dönercide çalışan esmer bir çocukla tanışmış. Biz de kendisiyle arkadaş olmuştuk. Çocuk çok çekingen biriydi. Hiç arkadaşı olmamış. Çünkü ailesi Aleviymiş. Biz durumu Vahap abiye anlattık. Çocuğa o kadar samimi davrandı ki, o arkadaşımız mutluluktan ne yapacağını şaşırdı. Defalarca çalıştığı yere gittik. Tabii, Vahap abinin oraya gelmesi onun için büyük gurur oldu.
Vahap Abi, o zamanlar Yeşil semtinde oturuyordu. Yatsı namazına gittiği camiye bir lise öğrencisi çocuk da geliyormuş. Kendisiyle önce bizim tanışmamızı istedi. Abdullah Abiyle camiye gittik, çıkışta tanıştık, konuştuk. Çocuk, pek bilgisi olmasa da, meraklı; namaza yeni başlamış. Ailesi namaz kılan insanlar değilmiş. Vahap Abi, o çocukla daha sonra da çok alakadar olmuş. O çocuk doktor olmuş, üniversiteden sonra da bağlantısını sürdürmüş.
Okuldan ya da çevremizden pek çok arkadaşımızı daha aynı şekilde kendisiyle tanıştırdık. Hiç usanmadan, büyük bir sabırla hepsiyle ilgilendi. Gününün büyük kısmını bize ayırdı. Onların çoğu şimdi de Risaleleri okuyan, bilen insanlar...
Mustafa ve İbrahim’le birlikte hafta içi okuldan sonra aramızda müzâkereli Risale dersi yapıyorduk. Bazı günler Vahap Abi de gelirdi. Ancak yanımızda durmazdı. Başka odada beklerdi. Hatta, biz dersi bitirmeye yakın odanın kapısının kenarına bir tepsi içinde demlediği çayı koyardı. Biz fark etmezdik bile. Sonra ders bitince Onu da çağırırdık. Biz bazen o kadar dalardık ki, saatlerce konuşur, tartışırdık. Bir cümleye takılır, sırayla, kendimizce yorumlar yapardık. Vahap Abi hiç müdahale etmez. Sabırla bekler, dersimiz hakkında hiç konuşmazdı. Risale-i Nurla ilgili çoğu yaklaşımlarımı şahsen bu müzakerelere borçluyum diyebilirim.
Vahap abimiz, iyi kötü zamanlarımızda bizimle birlikte olmaktan hiç geri durmadı. Biz gitmesek de O geldi. Ne zaman toplansak, davetlerimize icabet etti. Bilginin, davanın yüksekliğinden çok insanın ve ihlâsın değerinin kişileri cezbettiğini gösterdi. Böyle bizim gibi belki yüzlerce insana, hayatlarının en belirleyici dönemlerinde rehber oldu. Hiç sarsılmayacak bir saygınlık kurdu. İnsan kalitesinin ölçülerini yaşayışıyla, lisan-i haliyle anlattı. Risalelerin ilmi yönüyle birlikte, cemaat olmanın; dost, kardeş ve talebe olmanın gereklerini gösterdi.
Güzel insandı vesselâm.
Vahap abimiz.
Güzel düşündü, güzel yaşadı. Dünyanın imtihanlarından güzelce geçti. Bir insan dünyada daha ne kadar güzel yaşayabilir ki…
Cennete lâyık bir ömür yaşadı, inşallah. Rahmâna vesile olduğu hayırlarla birlikte gitti.