Üstada ve Risale-i Nur’a ait çok yönlü denklemleri anlamak çoğu zaman kolay olmuyor. Zahir kavramlarda saklı mücerret manaları ve o manaların geri planındaki vahyi perspektifi anlaşılabilir kılmak bazen çok zorlaşıyor.
Manaların anlaşılır kılınmasında bilgi çoğu zaman yeterli olmuyor. Marifetin ve ilahi ihsanın devrede olması gerekiyor.
Kendimize ait bir kurgusal pencereden denklemlere anlam vermeye çalışıyoruz. Hâlbuki zihin haritamızı ve tefekkür ufkumuzu besleyen “dünyevi” bağlamlar kurgusal penceremizin sınırlarını belirlemekte ve “semavi” olanı keşfetmeye engel teşkil etmektedir.
Oysa Üstadın bakışı hep semavi olmuştur. Arzi olan şeyler onun dünyasına girmeye yol bulamamışlardır. Şahsına ve hizmetine ait her “kesret” onun “vahdet” kalıbına göre şekil almıştır.
On Dördüncü Lem’a’da söylenen “insani arş”a çıkmak böyle olmaktadır. Üstadın âleminde hayatın bütün sayfaları nurani satırlarla doludur ve yaşanılan her kare ehadiyetin izlerini taşımaktadır.
Kazançlar ve kayıpların ölçüsü Üstada göre değişebilmektedir. Mağlubiyetler ve muzafferiyetler de öyledir. Risale-i Nur’da “zahirler” ölçü olarak verilmemektedir.
Mesela bilinen en net “zahir” veya “muvaffakiyet” Risale-i Nur’un telifidir. Oysa Üstadımız buradaki muvaffakiyet ile kendisi arasında bir bağ kurmamıştır.
Üstadımız muvaffakiyeti Kur’an hizmetinin acil bir mükâfatı olarak görür. Bu ikram-ı ilahi “mazharitet” ile izah edilir (28. Mektup, 7. Risale, 7. Mesele, 6-7. Sebepler).
Üstadımız burada önemli bir şeye dikkat çeker: verilen ikram, “ihtiyarsız ve habersiz” dir. Yani şahsi tercihler ve “bilgiçlik” yoktur. Onun için gurura gerek yok. Tek vazife hamd ve şükürdür.
Zahir negatiflerde de hüküm değişmemiştir. Her zaman, görünen sebep-sonuç ilişkilerinden başka bağlamlar aranmıştır.
Hoca Sabri Risale-i Nur’un hocalarındandır. Onun bu sorgulaması “itiraz”dan öte “hikmet”e yöneliktir fakat tamamen “safi” değildir. Endişe hizmettir lakin, “zahir”e ait bir endişe “görünmeyen bir sebep” olarak manada gizli kalabilmektedir.
Bizim etrafımızda dolaşmayan “hizmet endişesi”nin, Hoca Sabri mertebesinde (Üstada nisbeten) “safiyet” kategorisinde olmaması başta ifade etmeye çalıştığım “kurgusal pencere” “zihinsel harita” ve “tefekkür ufuklarının” kişiye göre nasıl farklılık arzettiğinin göstergesidir.
Üstadın bu soruya cevabı pozitif yöne verdiği cevapla aynıdır, aynen alıyorum: “Sabri mektubunda, “iki üç senedir Risale-i Nur, telif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor” diye hikmetini soruyor. Bunun cevabı uzundur. Hem telif ihtiyarımız dairesinde değil. Hem Risale-i Nur şakirtlerinin teliften hisseleri kalmak için, bazı ehemmiyetli esbap ve arızalar mani oldu.” (Kastamonu Lahikası).
Burada teliften ve neşirden hissedar olmak birinci önemli noktadır. Vurgu fert yönü ile “tercih” cemaat yönü ile “iştirak”tir. Üstadımız diyor ki: “Fert olarak benden üç sene boyunca “telif etme tercihi” alındı. Hikmeti ise, cemaat fertleri olarak sizlerin bu teliften hissesiz kalmamasıdır”.
Peki bu ne demektir?
Kastamonu Lahikası’ndaki bu mektuptan dört beş mektup önce Üstadımız bu sefer “muhtelif tabakalardaki talebelerin (eş zamanlı) tevakkuf devresinden” bahsetmektedir. “Hayret ediyorum” dediği bu “tevakkuf”un düzeyi” ise ferdi değil “nevi”dir.
Peki bu ne demektir? Üstadımız bu durumun hikmetini aynı mektupta kısmen izah etmekte ve cemaat düzeyindeki “şuur ve ihtiyar”ın hizmet hayatına ait yansımalarını dile getirmektedir.
Lahikalar satırlarda kalmayan canlı ve hayattar metinlerdir. Risale-i Nur’a mensup fertler ve onların teşekkül ettirdiği cemaat de öyledir. O zaman yaşanılan her durumun “üst perde”de gerçek bir tanımı olmalıdır. Bize düşen bu gerçeğin doğru tanımını bulmak ve doğru yerde durmak olmalıdır.
Hoca Sabri Ağabey ile başladık onunla bitirelim. Risale-i Nur’un bu keskin nazarlı hocası kendine ait “kabz-u bast” halini Üstada sormuş olmalı ki şu cevabı almıştır: “Bu haller celal ve cemalin tecellisi”dir. Hikmeti “intibah”tır. Sabra ve mücahadeye alıştırmak için Rabbani kamçıdır.
Yani “emn ve “ye’sin” vartasına düşmemek, “havf ve reca” muvazenesinde kalmak.
Üstadın Hoca Sabri’nin “kabz-u bast haline” yüklediği anlam ile kendisinin “telifle ilgili tevakkuf”una yüklediği anlam arasında bir fark yoktur.
İşarat’ül-İ’caz’da Cenab-ı Hakkın sıfat-ı ezeliye âlemindeki celali ve cemali tecellilerini anlatan Üstadımız bu tecellilerin kelam, irşad ve vicdana ait yansımalarına dikkat çeker (İşarat’ül-İ’caz, Bakara 6. ayetin girişi). Burada “havf-reca” dengesi “vicdana” ait bir yansıma olarak dile getirilir.
Yıllar önce yazılan bu satırlar sadece ilim olarak satırlarda kalmamıştır. Kastamonu Lahikası’ndaki ifadelerden anlıyoruz ki bu ilim, hayat/hizmet okulunda pratiğe yansıtılmıştır.
Üstadımızın nazarında kevni hiçbir olay “tesadüfi” olmadığı gibi şahs-ı manevi dairesindeki ferdi ve nevi hiçbir olay da tesadüfi değildir. Herşey çok hayattardır.
Öyle ise nefis ve şeytanımıza bu hayattar ve şuurlu dairede “adaba muhalif kurnazlık yapma” şansı vermemeliyiz.