Bediüzzaman Said Nursi hazretleri İhlâs Risalesinde “Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzr manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hadimleri ile çok uğraşır” demektedir. İhlâsı bir manada Allah rızasını esas alan topluma faydalı olacak hizmetler olarak ele alacak olursak, milleti hizmeti esas alan, adalet ve hakkaniyeti sağlamayı amaç edinen siyasetin de çok muzır manileri olacağı düşünülebilir.
Demokrasi yanlış uygulamalarla demode edilmek, halkın gözünden düşürülmek istenmektedir. Demokrasi her olumsuzluğun sebebi olarak gösterilecektir ki istibdat kendisin ibka edebilsin. Her şey su-i tevil ile su-i istimale uğrayabilir. Kötü amaç taşıyan insanlar her güzel şeyi istismar edebilirler. Bu durumda yapılacak olan iyiden ve güzelden vazgeçmek değildir. İşin doğrusunu yapmaktır. Doğrusu nedir? Siyasette doğru olan demokrasiyi hürriyet ve adalet ölçüleri içinde yerli yerine oturtmaktır.
İdareden ve idareciden istenen şey nedir? Adaletin sağlanması ve bireysel hak ve hürriyetlerin korunmasıdır. Bu nasıl sağlanacaktır? Demokrasi bunu sağlayan en uygun sistemdir. Günümüzde adil ve hür idarenin adı iyi işletildiği zaman “Demokrasi”dir. Bediüzzaman “tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez” buyurur. Asıl olan isim değil, müsemmadır. Önemli olan kalıp değil, içeriktir. Bir insanın adının “Jack” olması küfrüne, “Ali” olması da imanına delil değildir. Önemli olan kalpteki iman ve bunu gösteren dil ile ikrar, erkânı ile ameldir.
Demokrasi doğru uygulanırsa millete sorulur ve milletin istekleri doğrultusunda idare edilir. Bunda da “hâkimiyet-i millet” adı verilir. Milletin istediği şekilde yönetim demek, milletin gayr-i meşru arzularına, haksız isteklerine göre yönetim demek değildir. Hürriyetler hakkı korumak ve hakkaniyeti sağlamak içindir; yanlış yapmak ve zulüm işlemek için değildir. Demokraside idareciler ağa değil, millete hizmet şuuru içinde mütevaziyane halkı idare eden halk adamıdır. Bu peygamberimizin (sav) “kavmin efendisi ona hizmet edendir” hadisine uygun bir idaredir. Bu sebeple Bediüzzaman “Demokratlık ve hürriyet-i vicdan islâmiyetin bu kanun-u esasisine dayanabilir” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s.747, 760-761) buyurarak demokrasinin millete hizmet etme mesleği olduğunu belirterek din adına sahip çıkar.
Bediüzzaman halkın efendi idarecilerin hizmetçi olduğunu vurgular. Ama bunu hadis-i şerifin istediği şekilde uygulama imkânı ancak meşrutiyet/demokrasi idaresinde mümkündür. “Evet, meşrutiyet hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvâmın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvâk ve hissiyât-ı âliyeyi uyandırır. Uyku bes! Siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. İslâmiyetin bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır. Size müjde. Bizim devleti ömr-ü ebedîye mazhar eder” (Eski Said Dönemi Eserleri, 2009, Münazarat, s.209, 225)
Günümüz insanı dinden uzaklaşmış, kalbinde ve vicdanında Allah korkusu ve ahiret duygusu yerine dünyevî kaygılar ve sevgiler yerleşmiştir. İslâmî hassasiyet azalmıştır. Bunun için Bediüzzaman “Milletin hastalığı zaf-ı diyanettir” buyurur.
Dine hizmet imana ve kur’âna hizmet etmektir. Dinin hâkimiyeti ise imanın ve ahlakın hâkimiyetidir.
“Elhasıl: İnkılâb-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi, beytü’l-ankebut (örümcek ağı) gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur; taklittir, onu telâşa düşürttürür. Zira itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükümetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükümetin kesesinden tahayyül eder, korkar.” (ESDE, Münazarat, s. 229)
Tabii bu ifadeler bize siyasi inkılâpların dine zarar veremeyeceğini, dine zarar olur diye korku içine olanlar dini bilmeyen, taklitçi ve kulaktan duyma bilgilere sahip olanlar olduğunu ifade etmektedir. Kendine güveni olmayan, özgüvenini geliştirmek için dini öğrenme gayreti içinde bulunmayan ve saadetini yalnız devletin kesesinden zannedenler elbette bir korku ve telaş içinde olacaklardır. Ama bu onun cehaletinin eseridir. Zamanımız bireysel tenevvür zamanıdır; aksi taktirde mukallit her zaman aldanmaya devam edecektir. Aldanmamanın ve korkmamanın tek bir yolu vardır. Bilgi sahibi olmak. Bilgi sahibi olmanın tek bir yolu vardır, dedikoduyu bırakıp bizzat kitaptan ilim öğrenmektir. Kitabî olmalıyız. Sadırdan değil satırdan konuşmalıyız. O zaman ne aldanırız ve ne de aldatırız…