Mardin'de insanlık dışı bir katliam yaşandı. 44 kişi, akrabaları tarafından acımasızca katledildi. Bu olayın sebep ve sonuçları üzerinde yazılıp çiziliyor günlerdir.
Terörden koruculuk sistemine, töreden bölgedeki toplumsal yapıya kadar bir sürü problemin varlığından söz ediliyor yapılan yorumlarda.
Fakat ortada, problemin kaynağını gösteren ne ciddi bir teşhis var ne de tedavi yöntemi.
Yani...
İnsan faktörü ihmal ediliyor bir kez daha.
Sanırım bu konuda en isabetli yorumu Ahmet Selim Bey yaptı dün Zaman'da yayınlanan "Nedir bu hâl?" başlıklı yazısında. Diyor ki Ahmet Bey:
-Savaşta bile olmayacak bir şey, bir ailenin içinde oluyor.
-Bu olay bireysel, bölgesel, töresel bir hâl değil.
-Bu olayda, toplumsal beşerî yapımızla ilgili çok vahim ve çok kahredici bir alarm sesi var.
Ahmet Bey'in dikkat çektiği husus önemli. Karşı karşıya bulunduğumuz durum 'anormal' bir keyfiyete sahip çünkü...
O da bu hakikati harikulade vurguluyor zaten:
-Anormallikte ölçü olmaz.
İşin doğrusu son iki yüzyıl, çok şahit oldu insanoğlunun ölçüyü sık sık kaçırdığına.
Otuz yıl savaşları, yüzyıl harpleri...
Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı...
Mezhep kavgaları, işgaller, darbeler vs...
Bu açıdan bakıldığında insanlık, uzun zamandır 'anormal' bir hayat yaşıyor aslında.
Hem de normal olmayanı kabullenip içselleştirerek...
Bu anomaliyi ortaya çıkaran önemli hakikat ise şu:
-İnsanoğlu kâinatı ve dünyadaki varlık sebebini yanlış zemin üzerine bina ediyor.
Hâl böyle olunca da sorunları çözmekte aciz kalıyor.
Hataları yeni hatalarla izale etme çabası problemlerin çözümüne katkıda bulunmuyor. Üstelik onları daha karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Peki çözümü nerede aramak lazım?
Şüphesiz bu konuda en önemli tespitleri yapan isimlerden biridir Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri.
Bundan yaklaşık 100 yıl önce Şam'daki Emeviye Camii'nde irad ettiği hutbede insanlığın karşı karşıya kaldığı problemleri dile getirmiş ve çözüm yollarını da göstermiştir. Ne zaman?
Birinci Dünya Savaşı başlamadan ve Osmanlı Devleti dağılmadan altı yıl önce.
Ona göre Müslümanların önündeki en büyük düşmanlar şunlardır:
-Cehalet, fakirlik ve iftirak.
Bunlara ancak sanat, marifet ve ittifak silahıyla karşılık verilebilir.
Burada sorulması gereken, "Kim karşılık verebilir?" sorusudur herhalde. Aslında sorunun cevabı belli:
-Hastalığın bu olduğuna karar verenler tabii ki...
Kabul edelim ki...
Fakr u zaruret, cehalet ve ihtilafın bugün de insanlığın en başta tedavi etmesi gerektiği hastalıkların başında geliyor.
Mardin'deki elim vakayı konuşurken ya da Filistin meselesi nasıl çözülür üzerinde imal-i fikir yaparken şunu düşünmemiz lazım herhalde:
-Dünyayı kan ve revan içinde bırakan kavgalar, savaşlar onlarca, yüzlerce insan kafa kafaya verdiği ve devletlerin gücünü arkasına aldığı halde niye çözülemiyor acaba?
Çözülemiyor.
Çünkü...
Bu iradeyi gösterecek olanların önce varlığın anlam ve önemini kavraması, ardından da insan ve insanî değerler odaklı çözüm önerileri geliştirmesi gerekiyor.
Yani...
Kaynaklar sınırlıdır.
İnsanların ihtiyaçları ise sonsuzdur.
O halde...
"Sınırlı kaynakları ele geçirmek için her türlü melaneti işlemek mubahtır." söylemi yerine, "Sınırlı kaynakları israf etmeden kullanmak insanlara yakışan bir davranıştır." ahlâkını benimsetecek bir anlayışı nasıl ikame edebiliriz diye düşünmek gerekiyor.
İşte o zaman insan, tıpkı Mardin'de olduğu gibi kendini insanlıktan çıkaracak davranışlar sergilemeyecektir.
Zaman