Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Kehf Sûresi 99-102. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
99-(Ye’cüc ve Me’cüc’ün ortaya çıkacakları) o gün (o âhir zaman fitnesinde) onları birbiri içinde dalgalanır bir hâlde bırakmışızdır; nihâyet (mühletleri bittiğinde) sûra üfürülmüş, böylece onları hep berâber (mahşerde) bir araya getirmişizdir. (*)
100-Ve o gün Cehennemi kâfirlere açıkça göstermişizdir.
101-Onlar ki, beni anmaktan (ve âyetlerimi görmekten) gözleri bir perde içinde idi ve (Kur’ân’ı) dinlemeye tahammül edemiyorlardı.
102-O inkâr edenler, beni bırakıp da kullarımı (kendilerine) dostlar edineceklerini mi sandı(lar)? Şüphesiz ki biz, Cehennemi kâfirler için (onlara münâsib) bir ağırlama yeri olarak hazırladık!
(*)“Kur’ân-ı Hakîm, münâsebât-ı kelâmiye (bir sözün başka şeylerle irtibâtı) cihetinde bir hâdiseden uzak bir hâdiseye intikāl eder (geçer). Bu münâsebeti düşünmeyen zanneder ki, iki hâdisenin zamanları birbirine yakındır. İşte seddin harâbiyetini (yıkılmasını) ve kıyâmetin kopmasını Kur’ân’ın haber vermesi, kurbiyet-i zaman (vaktin yakınlığı) cihetiyle değildir. Belki münâsebât-ı kelâmiye cihetinde iki nükte içindir: Yani bu sed nasıl harâb olacak, öyle de dünya harâb olacaktır. Hem nasıl ki fıtrî ve İlâhî sedler olan dağlar metîndir (çok sağlamdır), ancak kıyâmetin kopmasıyla harâb olurlar; öyle de bu sed dahi dağ gibi metîndir, ancak dünyanın harâb olmasıyla hâk ile yeksân (yerle bir) olur (demektir).” (Lem‘alar, 16. Lem‘a, 111)