Bu üç kelimeyi birlikte ifade ettiğinizde, daha düz bir ifade ile “cemaat önderleri diktatördür” demeniz halinde dinleyenler sizi gayet nezaketsiz ve kaba bulacaktır. Hatta terbiye sınırlarını aştığınız için sizi belki de azarlayacaktır.
Hele cemaat önderlerini “komitacılıkla” ifade etmeniz ise daha vahim bir durumdur. O zaman belki de dokuz köyden kovulursunuz. Söylediğiniz doğru da olsa, bu şekilde bir ifade karşısında her bir cemaat ferdi dayanamayacak “yüce” gördüğü önderine hakaret sayacaktır. Hayli sıkıntı çekmeniz mümkün.
O nedenle ben bu sözü doğru da olsa söylemiyorum. Fakat, Münazarat’ta bir sual ve bir cevap var. Benim hep dikkatimi çekmiştir. Sizlerle onu paylaşmak istiyorum. Gelin birlikte anlamaya çalışalım isterseniz.
“Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.” (Münazarat sh. 59)
Bu bir sual, bunun cevabı da var onu sonra aktaracağım.
Bu cümleden anladığım kadarıyla belli ki, bundan önceki soru cevap faslında bir telkin söz konusu. Üstad onlara hür olmanın faziletlerini anlatmış ve hür olmalarını istemiş. Onlar da ilk akıllarına gelen bu soruyu sormuşlar. Soru soranların Şark aşiretlerindeki insanlar olduğunu dikkate alırsak bunlar büyük ihtimalle medrese talebeleridir. Ve soru şeklinden bu insanların tahakkümü kabullendiklerini anlıyoruz. Yani faziletli insanların tahakküm etmesini gayet normal bir yaşam biçimi olarak görmekteler.
Bu anlayışa göre bir insan “faziletli” ise, cümledeki ifadelerle söyler isek; “şeyh” ise veya “büyük bir alim” ise veya “veli bir zat” ise tahakküm etmek hakkını otomatik olarak kazanmış oluyor. Benim şu düşünceme katılır mısınız Bilemiyorum. “Bu durum o günü ifade ediyor. Bugün için bunu söyleyemeyiz. Yani günümüzde cemaat fertleri büyüklerine karşı gayet hür ve gayet rahatlar. “Büyükler” de faziletli oldukları için hiç de öyle bir davranışları yok.”
Öyle mi? Yani, bu söylediğim doğru mudur?
Sizi duymasam da biliyorum ki, bir çok insan böyle düşünmüyor, bir çok okuyucu bunun tam aksini düşünüyor. Bugünün büyüklerinin de eskiler gibi tahakküm ettiklerini savunuyordur. Hatta bir kısım cemaat fertlerinin de o günün aşiret mensuplarından farklı olmadıklarını savunuyordur.
Sorunun cevabına bakalım…
“Cevap: Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe'ni tevazu ve mahviyettir, tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.” (Münazarat sh. 59)
Gayet net ve açık…
Münazarat’tan aldığım bu sualin cevabına dikkat ettiğimizde “sorunun” itaat edilenlerden çok edenlerde olduğunu görüyoruz. Yani büyükler sanki daha kabahatli gibi. Tabii onların büyüklüğü karşısında sessiz kalarak bu durumu hoş görenleri de yabana atmamak lazım.
Burada “tekebbür ve tahakküm” kelimeleri benim başlığa koyduğum “diktatörlük” ile aynı anlama geliyor. Tahakküm etmek, yani birilerine hükmetmek, birilerini emirle veya başka şekillerde sevk ve idare etmek anlamına geldiğine göre “diktatörlük” ile aynı anlama geldiğini düşünüyorum.
Demek ki, bu gibi durumlarda ilk adımı atacak olan “veli” veya “şeyh” veya “büyük” olandır. O atmaz ise daha sonra ona tabi olanlar bir adım atacaktır/atmalıdır. Yani, öncelikle büyük haddini bilecek, faziletli diye tahakküm etmeyecek, ama farz edelim ki, etti, böyle bir durumda da tahakküme maruz kalan kişi onu “büyük” tanımayacaktır.
Bu konuda mükemmel bir misal olarak verilen ve defaatle zikredilen yaşanmış en güzel meşveret Peygamberimizin Uhud Savaşı öncesi yapmış olduğu meşverettir. “Faziletini”, “yüceliğini” ve “büyüklüğünü” kullanmamıştır. Buna rağmen sahabeler nezaket kuralları içinde haklarını korumayı bilmiştir. Fikirlerinde ısrarlı olmuşlardır.
Bir cemaatin önderi olmak, büyüğü olmak ne demektir? Buna neden gerek duyuluyor? Büyük kabul edilen bu insanlar şahs-ı maneviden daha mı yücedirler ki, vazgeçilmez oluyorlar? Cemaat diyoruz, meşveret diyoruz, şahs-ı manevi daha metindir, daha dayanıklıdır diyoruz ama bir kişiyi öne sürmekten de geri duramıyoruz.
Bu çelişki neden?
Bu çelişkinin altındaki tek neden bana göre fertlerin yüzde 80’inin ehl-i taklit oluşundan kaynaklanıyor. Araştırma, okuma, doğruyu bularak kendi iradesi ile yaşama zahmetine bir çok insan katlanmıyor. “Hazır bir örnek var, onu taklit edip her türlü manevi tehlikeden kurtuldum” diye düşündüğündendir.
Taklitçilik, şahısçılığı doğuruyor, şahısçılık da meşveretsizliği… Sonuçta olmaması gereken bir yönetim biçimi ortaya çıkmış oluyor. Gönüllü yönetilmek istenenlerle gönüllü tahakküm etmek isteyenlerin oluşturduğu bir cemaat şekli ortaya çıkmış oluyor.
Bugün maalesef bu şekle bürünmüş bulunanlar var. Cemaat fertlerinden biri kazara bu durumu hazmetmez ise bir şekilde (ya ona da boyun eğdiriliyor veya çoğunlukla) dışlanıyor.