Cemaat bir kurumsal yapıdır. Bediüzzaman hazretleri “Zaman cemaat zamanıdır” ifadesini kurumsal bir yapı olan “Büyük Millet Meclisinde” söylemiştir. Ondan sonra da bunu her defasında tekrar etmiştir. Yoksa cemaat demek “liderlere ve belli şahıslara bağlı küçük guruplar” demek değildir. Bu yine Bediüzzaman’ın TBMM’de söylediği gibi “Kurumsal bir yapı etrafında birleşilmezse o zaman isim ve resimden ibaret olan başka isimlerde ortaya çıkan küçük gruplar “İnşikak-ı asaya” sebebiyet verir. Bu da “Allah’ın ipine hep beraber sarılın. Bölünüp parçalanmayın” ayetine zıttır” buyurur. (Tarihçe-i Hayat, 2006, s. 224-225)
Kurum, kurulu bir sistem ile çalışır. Sistem prensipler mecmuasıdır. Konulmuş olan prensipler “Taksimu’l-Â’mal ve Teşrik-i Mesai”yi hayata geçirir. Bununla beraber kurumda çalışanlar kurumun yazılı normlarında bulunmayan hususlarda yapacakları işleri istişare ile karar altına alırlar ve uyum içinde çalışarak kurumun başarısını artırırlar. Kurumun yapısına ve amacına uygun olarak sistem içinde çalışanlar kendisine bir iş, çalışma ve hizmet imkânı bulabilir. Kurumlar yapacakları işe ve hizmete göre farklı sistemler kurarlar. Sistemi işletecek olan o işi bilen kişilerdir. Hedeflerimi, prensiplerini belirler ve çalışma esaslarını ortaya koyarak iş bölümü yaparlar.
Kurumlar hizmet ve iş odaklı olarak kurulur ve yapılandırılırlar. Kurumların işleyişi teknik bir konudur. Yapılan hataların yüzde sekseni teknik sistemi kuruma uygun bir şekilde kuramamaktan kaynaklanır. İnsan hatası olan yanlışlar genellikle yüzde yirmiyi geçmez. Kurum içinde insanlar kabiliyetlerine göre görevlendirildikleri ve liyakate göre terfi ettikleri sürece işler düzgün şekilde yürür. O kurumda terakki ve tekâmül eder.
Bediüzzaman’ın ifadesi ile “zaman cemaat zamanıdır.” Yani işler ve hizmetler kurumsallaşmalı, kurumsal yapılar içinde bireyler kabiliyetlerine göre hizmet etmeli ve kurumun amacını gerçekleştirmeye çalışmalıdırlar. STK’lar ve Vakıflar hizmet amaçlı oluşturulmuş kurumlardır. Gücünü şahıslardan değil, temsil ettikleri fikirlerden ve yaptıkları hizmetlerden alırlar. Bireyler bu sistem içerisinden değer ve statü kazanırlar. Bireylerin tek başına hizmeti yoktur, ancak vakfın ve kurumun temsilcisi, üyesi ve yönetiminde olmakla belli bir gücü temsil etmiş olurlar. Güçleri şahıslarından kaynaklanmaz; kurumlarından kaynaklanır. Kurumun yönetiminde ve hizmetinde olmakla kazandığı temsil rolünü ve kurumun hizmetini kendi şahsına mal ederse, o zaman kurumu kendi çıkarlarına kullanmış ve şahsi emellerine alet etmiş olur. Bediüzzaman’ın ifadesi ile “bir cemaatin sa’yleri ile hasıl olan bir neticeyi veya cemaatin haseneleri ile terettüp eden bir şerefi ve fazileti o cemaatin reisine ve üstadına vermek hem cemaate, hem o üstat ve reise zulümdür. Çünkü enaniyeti okşar ve zulme sevk eder.” (Lem’alar, 2005, s.327) “Şerefler, müspet hayırlar, maddi-manevi ganimetler orduya, cemaate verilir; tevzi edilir; kusurlar, menfî icraatlar başa, reise verilir.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 487) Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu bu kurallar geneldir ve herkesi bağlar.
**
Bu zamanda hizmet şahısların gücü ile değil, kurumların gücü ile yapılabilir. Avrupa ve ehl-i dalalet kurumsal yapıların bu gücünü keşfettikleri için maddi-manevi hizmetlerini de tahribatlarını da kurumsal yapılarla, cemaat suretinde yapmaktadırlar. Bediüzzaman bu hususa dikkatleri çekerek “İhlâs Risalesi”nde “Ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüt sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmenin” (Lem’alar, 375) ihlâsın ve şartların gereği, başarının da şartı olarak ortaya koymuştur.
Ehl-i dalaletin cemaat yapılanması “Tarikat” tarzında olmadığı, kurumsal olduğu herkesin malumudur. Bediüzzaman siz de şahıslara bağlı tarikat benzeri bir cemaat oluşturun demediği de malumdur. O zaman kurumsal yapılara ağırlık vermek gerekecektir.
**
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Kastamonu hayatında talebelerine yazdığı mektuplarında zamanın ve şartların gereği olarak şahsa bağlı olmayan ve kurumsal bir yapı olarak cemaatten bahsetmiş ve talebelerini cemaate, şahs-ı manevilere ve kurumsal yapılara yönlendirmiştir. “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zayıf omuzuna binler batman ağırlığı yüklense, altında ezilir” (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 19, 197) ifadeleri ile şahsına değil, kurumsal yapılara yönlendirmiştir. “Şahs-ı mânevî” şahıslardan oluşan, şahsa bağlı olmayan şahıstan başka bir şeydir. Şahıslar bir bedenin azaları gibi bu kurum içinde kendine has özellikleri ile bağımsız; ama bedenin tamamına bakan yönleri ile bağımlıdır. Kendi işini yaparken beden içinde diğer işlere de yardımcı olur ve bütünlük içinde daha yüksek amaçlara hizmet eder.
Eski zaman kurumsal yapıların bu günkü kadar gelişmediği için cemaat kavramı “tarikat” şeklinde yapılanmıştı. Şahıs ön planda bulunuyordu ve bu şahsa bağlı yapılara “Tarikat” adı veriliyordu. Bediüzzaman hazretleri bu durumu şöyle izah eder. “Gavs-ı Âzam Şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabânî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve harika zatlar, kıymettar irşâdatlarıyla ve eserleriyle “Ümmetimin alimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir” hadisini fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise, aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı mânevî hükmünde bulunan Risaletü'n-Nur'u ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i ferid mânâsında olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var” (Kastamonu Lâhikası, 20) buyurarak bu zamanda cemaatî, yani kurumsal yapılarla ancak tesirli ve etkili hizmetlerin olabileceğini vurgular.
**
Her zamanın bir hükmünün olduğunu müteaddit yerlerde vurgulayan Bediüzzaman hazretleri “Şu zaman, bazı ihtiyarlanmış âdâtın mevtine ve neshine hükmediyor. Mazarratlarının menfaatlerine olan tereccuhu, idamına fetvâ veriyor” (Eski Said Dönemi Eserleri, 2009, Münazarat, 273) buyurarak zaman ve şartların neshettiği ve uygulama imkânının kalmadığı veya zararı faydasına galebe çaldığı hususların yeniden gözden geçirilmesini ister.
Sonuç olarak Bediüzzaman zaman ve şartları nazara alarak esastan taviz vermemek ve esasa ilişmemek şartıyla uygulamaya dönük, sosyal hayata bakan hususlarda zamanın şartları gereği kurumsal yapıların yeni şartlara göre şekillenmesi gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır. Bu yapılmadığı zaman başarısızlıkla sonuçlanacak ve başarısızlık esastan değil uygulamadan kaynaklandığını belirtmektedir.