Cemaat ve siyaset ilişkisi

Safa MÜRSEL

Bir Hak ve Halk Bilgesi: Mehmet Fırıncı-5

(Katre Uluslararası İnsan Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanan yazı)

Asıl maksadı tebliğ hizmeti olan Risale-i Nur öğretisi, cemaatlerin bir ayağı dini hizmette, diğer ayağı siyasette olmasını kesinlikle kabul etmez. Hatta din ile fiili (profesyonel) siyaset arasında çok kesin bir çizgi çeker.   Çünkü Risale metinleri, siyasi bir amacı hayata geçirme projesinin manifestosu değildir. Risaleler, öncelikle bireysel ve toplumsal hayatı Kur’an’ın öngördüğü tahkikî imanı tanıma ve o imanı gereği gibi yaşamaya davet metinleridir.

Din ve siyaset ilişkisi söz konusu olduğunda, merhum Mehmet Fırıncı’nın risalelerden aldığı dersle konu hakkında çok net ve kategorik bir anlatımı vardı. Derdi ki, “Risale-i Nur siyasetçiye, ‘sen oradan kalk, oraya ben oturacağım’ demez. ‘Sen orada otur, fakat milletin şu ihtiyaç ve taleplerinin icabını yap’ diye tavsiyede bulunur.” Dikkat edilirse merhum Fırıncı’nın bu ifadelerinde, dinin toplumdaki saygın ve kutsi yerini muhafaza etmesi asıldır. Zira cemaatler, siyasi hayatın dışında kalarak dini hayatın takviye ve tebliği ile sorumlu sivil yapılardır.

Bediüzzaman’ın, ifadesiyle “dinin himayetiyle dünyanın saydına (avcılığına) giden” cemaat algısının, İslam’da karşılığı yoktur. Bu sözün günümüzde daha da önem kazandığı açıktır. Cemaat kimliğiyle maddi maksatlı çabaların içinde olma anlayışının cemaat yapılarına olan güveni sarsması kaçınılmazdır. Halbuki bu yapılar toplumun manevi ihtiyacı için vardır. Tebliğ ve irşat faaliyetleriyle bütün toplum kesimlerini kapsayıcı bir konumu seçmeleri gerekir.

Cemaat ve hizmet topluluklarının siyasi iktidar alternatifi ve ortağı olmak gibi bir tercihi olamaz. Onun içindir ki, Bediüzzaman, “Risale-i Nur'un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men etmiş” şeklindeki mükerrer ifadeleriyle iman hizmetinde iktidar amaçlı ve hedefli siyaset kapısını kapatmıştır. Onun, “Ben bütün mesaimi iman üzerine teksif ettim” sözü, topluma iman şuuru kazandırmaya münhasır ve apolitik tercihin ifadesidir. Risale-i Nur hizmeti, siyasete alternatif bir aktör olarak katılma hareketi değildir. Hele din adına silahla iktidar aramanın, bu hizmette hiçbir yeri ve meşruiyeti yoktur.

Dini değer ve yapılar, toplumların ortak paydasıdır. Bu yapıların fiili siyasetin dışında kalmaları, varoluş sebeplerinden kaynaklanan bir mecburiyettir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle bu yapılar, “umumun malıdır. Tahdit ve tahsis kabul etmez.” Cemaat ve tarikatların bu yapısal özellikleri sebebiyle durmaları gereken yer, sivil alandır.

Bediüzzaman, bu düşünceyle siyaset dışı kalmayı seçmiştir. Tebliğ odaklı iman hizmetini siyasete geçiş vesilesi yapmamıştır. Bu konudaki kararlılığını göstermek için, “şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” diyebilmiştir. Fakat siyaset kurumundan insaniyete yakışır bir hayatın şartlarını istemekten hiç geri kalmamıştır. Başta insan hakları ile hürriyetlere saygılı olunmasını, Kur’an’da müteaddit ayetlerle vurgulanan “kişisel sorumluluk” ilkesine bağlı kalınmasını, yargının tarafsızlık ve bağımsızlığına saygılı olunmasını, İslam tarihinden örnekler vererek, hem seslendirmiş hem de talep etmiştir. “Ben hürriyet ve serbestiyetimi hiçbir keyfi kanunla tahdit ettirmem” diyerek meşru hukuk düzeni içinde haklarını sahiplenmek ve savunmaktan geri kalmamıştır. Siyasete iktidar odaklı bir talebi yoktur, fakat ferdin iradesinin hukuka bağlı yönetimin tesisinde belirleyici ve denetleyici olması gereğine bilhassa dikkat çekmiştir.

Vatandaşlık statüsü, herkes için hukuk önünde eşitliği gerektirir. Dini bir cemaat veya tarikatın mensubu olmak kamusal alanın dışında kalmayı elbette gerektirmez. Devlete vergi vermek nasıl bir vatandaşlık görevi ise, seçimde oy kullanıp yöneticiyi seçmek, aynı şekilde vatandaşlık hakkı ve görevidir. Bir kimsenin fikri ve siyasi aidiyeti ne olursa olsun, maharet ve liyakatiyle kamuda pekâlâ görev alabilir ve almalıdır. Hatta ihtiyaç duyan bir kimse “şahsı adına” siyasete de katılabilir. Topluma yararlı veya zararlı gördüğü konularda görüş açıklamak, sorumluluk üstlenmek herkes için özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı hukuk devletinin en doğal gereğidir.

”Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehli hamiyeti de müstebit eder.” Mehmet Fırıncı bu söz ve dersin ilhamıyla hak ve sorumluluklarının hep farkında bir hayat yaşadı.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.