Bediüzzaman Said Nursi, öfkeyle beslenen bir siyasi taraftarlığın, nasıl muhalif tarafın hukukunu kişisel ve kitlesel anlamda tezyif edebildiğini bizzat şahit olduğu bir hadise üzerinden değerlendirir: Garazkarane bir taraftarlığın neticesi olarak, âlim bir zat, sırf kendi siyasi görüşüne uymadığı için salih bir adamı küfre düşmekle itham ederek o adama hakaret etmiştir! Bediüzzaman bu dehşetli hali gördükten sonra “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” diyerek siyaseti bıraktığını söyler. Zira Bediüzzaman’a göre öfkenin beslediği taraftarlıkla insan, kendi siyasi görüşüne destek vermek için şeytan bile gelse, rahmet okuyacak; muhalif tarafta melek de olsa “lanet” okuyacak basiretsizce bir bakış açısına sahip olur…[1]
Savunulan düşüncenin “haklılığı”, o düşünceye olan aidiyetimizin en hayati gerekçesidir. Lakin bu gerekçe, davranışlarımızı “hakikat üzerinde inşa etmek” için muharrik bir unsur olmadır. Düşünce ve eylemi hakikat zemini dışında konumlandıran ve tesis etmeye çalışan her gerekçe, hak postuna bürünmüş batıl bir kurttur. Gövdenin içindeki bu kurt, tüm insani ve İslamî ilke ve dinamikleri içten içe kemirir ve nihayetinde öfke üzerinden kendini açığa çıkarır. Öfke ise hissiyatı fikir, enaniyeti vakar, yalanı iyi niyet ve nefsin kavgasını hakkın mücadelesi suretinde gösteren şeytani bir iksirdir.
Öfke analitik düşünmez. “Topluluğun iyiliği için bile olsa, bireyin sahip olduğu hak ve hukuku çiğneyemezsiniz!” olan Kur’anî hukuk sistemi ilkesini, “bireyin hukuksuzluğunu ortaya koymak için bütün bir toplumun hukukunu bile çiğnemekten çekinmem!” körlüğüyle çiğner; sonra da bunu basiret ve feraset tezahürü olarak sunmaya kalkar:
“Onlara: 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' denildiğinde: 'Biz sadece ıslah edicileriz' derler.”[2]
Bugün, iyi niyetlerle ortaya çıkmış bir cemaatin içindeki bir fesat şebekesinin, algı yönetimi üzerinden, birçok safdil mensubunu, “haksızlık ve yolsuzluk mücadelesi” üzerinden, nasıl Siyonist küresel siyasetin bu topraklardaki sesi yapmaya çalıştığını ve kısmen de başarılı olduğunu hayret ve esefle izledik ve izliyoruz. Bu öylesine içler acısı bir hal aldık ki, dün doğru İslam’ın küresel temsilciği misyonuyla kendini tanımlayan bir cemaat, bugün tüm İslam dünyasını karşısına alan ve meşruiyetini her geçen gün kaybeden “tehlikeli bir oluşum” olarak zihinlerde yer etmeye başladı. Bunu hem bu toprakların kahhar ekseriyeti hem de Arap dünyasındaki başta “Dünya Müslüman Alimler Birliği” olarak, tüm masum ve mazlum halkların açıklamaları ve kendilerini Türkiye’deki meşru hükümet yanında konumlandırmalarına bakarak görmek mümkün.
Fakat bu oyuna alet olan kardeşlerimize anlatmak ne mümkün!
Onlar hala “yukarı”dan gelen “gündem”lerin sarhoşluğuyla, tüm ümmet-i muhammed’in nasıl olur da gerçeği görmedikleri taaccübüyle hayretlerine hayret katmaktalar!
Ehl-i iman belki de son 150 yıldır Müslümanlar arasındaki birlikteliğin bu denli tezahür etmediği bir birlik halini hamd ve şükür makamında müşahede ededursun; -sözüm ona- yolsuzluk mücadelesi algısı altında, yerel ve küresel küfür ve fesat şebekeleriyle aynı safta durduklarının farkında olmayan kardeşlerimiz, menfaati zararının zekatı etmeyen bir duruşu toplumsal fayda adına sergilemekten hamaset üretiyorlar!
Bu arada, “Bir yolsuzluk var, üzerine gitmeyelim mi?” savunusuna sığınıp 100 milyar doların üzerinde maddi zararla birlikte, rakamlara sığmaz manevi tahribat ve kayba sebep olan Donkişotlara bir hatırlatma: Kurtlar sürüye dalarken, kümesteki yumurtanın akıbetini araştıran ahmaktır!
Bu bir cinnet hali… Her tavsiyeyi fesat, her ikazı fitne, her eleştiriyi saldırganlık olarak görmek, bir mümin için ancak bir cinnetle açıklanabilir…
Bu noktada ehl-i imana “Müminler ancak kardeştirler” ilahi ikazı gereği, iki hayati vazife düşüyor:
1.Öfkenin bizi kontrol etmesine fırsat vermeksizin, cemaatin çok büyük çoğunluğunu oluşturan masum ve mahzun gönüllü hizmet erlerine bir anne şefkatiyle sahip çıkmak ve ötekileştirilmelerine asla müsaade etmemek.
2.Bu cemaat içindeki çok az fakat sesleri çok çıkan fesat şebekesinin şimdiki ve muhtemel yeni oyun ve senaryolarına karşı “saf”ları sıkı tutmak!
Cemaatteki fedakarane ve cansiperane hizmet eden kardeşlerimizin de diğer ehl-i iman kardeşleriyle omuz omuza vererek, şahs-ı manevilerini helake götüren içlerindeki kendini bilmezleri tasfiye etmek için bir an önce harekete geçmeleri, her bir hizmet eri için farz-ı ayn hükmündedir diye düşünüyorum.
2014’ün ittihad-ı İslam’ın neşv-ü nema bulacağı bir yıl olması duasıyla…
[1] Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, 22. Mektup.
[2] Bakara Suresi, 11. Ayet, Ali Bulaç Meali. (Osman)