Cemaat olmanın gereklerini izah ve ispat etmek mâlumu ilân etmektir.
İnsanlık tarihi kadar derinlere dayanan toplumun dinamikleri, aile ile başlayan kademeleri olarak devletler grubuna kadar uzanan kategoride cemaat kavramının ortak karakterini taşımaktadır.
Türkiye’de Gayr-i Müslim azınlıklar hariç cemaat denilince akla gelen dini gruplardır.
Osmanlı’nın cihan devleti oluşunun mayasında mânevi dinamik olarak tekke ve zaviyelerin payı büyüktür.
Cumhuriyet döneminde Hilafetin ilgası, “Tekke ve Zaviyelerin” kaldırılması gibi kanunlar toplumun önemli mânevi destek kanallarının kapanmasını netice vermiştir.
Aynı dönemde isyan mı provokasyon mu olduğu tarihin gizili sırları arasında üstü kapanan olaylar bahane edilerek yargısız infazların yapıldığı “İstiklâl Mahkemeleri” ile âlim, fazıl ve nüfuzlu insanlar bir şekilde tasfiye edilmiştir. Din eğitiminin de yasaklanması ile bir bakıma yarı fetret dönemi yaşanmıştır.
Aynı dönemde Bediüzzaman da Barla’ya sürülüyor. Haberleşme imkânları yok ama o haber alıyor. Nasıl haber aldığı ayrı merak konusu neyse…
Ahiret akidesine dil uzatılıyor. “Kimler tarafından?” “Devletin en üst erkânı tarafından.” Ders kitaplarına derkenar düşülüyor; “Ahiret yoktur. Gidip gelen var mı?” gibi zehirli fikirlerin tohumlarının atıldığı haberi ona malum oluyor.
Rum suresinin 50. Ayetini (Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kâdirdir) 40 defa okuduktan sonra “Yaz Şamlııı!!!” diye kâinat kitabından okuduklarını söylüyor Şamlı Hafız Tevfik yazmaya başlıyor. Elle yazılan Risale-i Nurlar bir şekilde Ankara’ya ulaşıyor. Küfrün tılsımı, kimyası bozuluyor.
Kısa zamanda üç beş kişiden Sav köyünde bin kaleme çıkıyor günülü kâtiplerin sayısı. Neşir tarihinde ulaşılamayan bir rekor kırılıyor. Elle yazılıp çoğaltılan risale sayısı 500 bini geçiyor. İmanın tekniğe meydan okuması deniliyor.
İnsanı insan eden, İslâm’ın terü taze, orijinal sahabe saflığında bir cemaat ortaya çıkıyor.
Bugün dünyanın dört bir köşesinde milyonlarca insan Risale-i Nur ile imanlarını kurtarıyor, kuvvetlendiriyor, imanın hayata hayat olması şerefini yaşıyor.
Nerede başlıyor bu hareket? Kuş uçmaz kervan geçmez bir köyden.
Sahabe-i kiram, İslâm’ın insanlığın beşte birinin dini, bu dine mensup olan Müslümanların büyük imparatorluklar kurulacağını, büyük insanlar ortaya çıkaracağını göremeden iman ettiler ve hayatı hiçe saydılar. Bu nedenlerle sahabeye yetişilemez.
Barla dönemi Risaleden ders alanlar için de bir bakıma aynı şey geçerli.
Bir nevi fetret devri. Sebepler noktasında her şeyin bittiği ceberrut bir dönem.
İlk dönem nur talebeleri, iman ve Kur’an davasının bu zamanın sahabe versiyonudur.
Onlar günümüzde insaniyetin ve İslâmiyetin Müslümanlık olarak zirvesindedirler.
Çok çetin sınavlardan geçmişlerdir.
Bugüne gelirsek. Biz de onlarla iftihar ediyoruz. Hapis, işkence, itilme, kakılma, sürgün, görevden alınma hiç biri yok. Bir zamanların acılarının şiir ve şarkı olmuş müziklerinden zevk alan ehli keyiflerin hayatını benzer hayat yaşıyoruz. “Kara tren gecikir belki gelmez” sözünü söyleten visal hasretinin terennümü eğlencelerin mezesi oluyor. “Aman ormancı canım ormancı…” türküsünü söyleten acıyı bilmeden dinleyerek eğlenmek gibi bir şey.
Aynen öyle de, dünün acılarını hatıra olarak okumaktan dinlemekten zevk alıyoruz sanki. Halbuki bu gün de Risale-i Nur öğretisine muhtaç milyonlar var.
Acaba geçmişteki nur talebelerinin fedâkârlıklarının ne kadarına denk gelebilecek hizmetin içinde olabiliyoruz?
Evet dünyanın dört bir köşesinde Risale-i Nur hizmetleri var. Saff-ı evvel ilk nur talebelerinin halet-i ruhiyesinde hizmet eden serden geçtiler var. Anadolu’nun da her bir köşesinde bilinen bilinmeyen, duyulan duyulmayan kişilerin hizmetleri devam ediyor.
Bu arada dikkate değer bir husus, Risale-i Nur türevli bir çok gruplar var.
Keza tasavvuf ve tarikat geleneğinden gelen cemaat ve gruplar var ayrıca. Kendi hizmet anlayışlarına göre faaliyetlerini devam ettiriyorlar.
Cemaatin hizmet gayesi ve esasları, yazılı olan veya olmayan prensipleri bakımından hiç birine diyecek bir şey yok.
Allah için İman, İslâm ve Kur’an için çalışıyorlar. Allah cümlesinden razı olsun…
Dindarlık ve muhafazakârlık artıyormuş deniliyor. O kadar çok yönlü, sayısı bilinmeyen cemaat ve grupların hizmetlerinin bir tezahürü olacaktır elbet.
Bu gelişmelerde tüm cemaatlerin payı vardır. Risale-i Nur ise fen ve felsefeden gelen küfür fikrine karşı duruşta tüm dini gruplar için istinatgâh olmuştur.
Cemaat fertlerden meydana geliyor. Her insan bireysel olarak imtihana tabi olduğu gibi toplum içinde sosyal davranışları ile de imtihan oluyor.
Şahıs olarak insanın imtihanı olur da şahıslardan meydana gelen şahs-ı mânevinin imtihanı olmaz mı? Olur elbette. İşte burada görüş ve düşünceler yeni bir boyut kazanıyor.
Risale-i Nur camiasında meşruti sistem esas alındığı, meslek ve meşrebin prensipleri gereği, kararların istişare ile alınması esasına dayanmaktadır.
Teori ile pratikler, söylemlerle eylemler her zaman aynı olmadığı gibi cemaatlerin iç dinamikleri ve dışa yansıyan beyan ve davranışlarında bilinen teoriyle örtüşmeyen durumlar ortaya çıkmaktadır. Müslümanların fiili durumu her yönüyle Müslümanlıkla örtüşmediği gibi…
Nedir bu beklenmeyen ve söylemlerle örtüşmeyen eylemler?
Cemaat gururu olarak algılanabilecek tutum ve davranışlar, bir başka deyimle, cemaat gururu denilebilir.
Cemaat ortamı bireyler için güvenli bir ortamdır, bir nevi sığınak ve istinatgâhtır.
“Bedevi Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki bir kabile reisinin ismini alsın…”
Bireyin dayandığı bir cemaat için de aynı duyguyu kazandırır.
Mensubiyet, aidiyet güven vesilesi olduğu psikolojik bir gerçektir.
Cemaatlerin bugünkü mensupları, geçmişteki fedâkârlıkların, çilelerin, bin bir türlü zahmetle hizmetlerin bugünkü seviyeye gelmesine vesile olanların mirasını harcıyorlar
Özellikle siyasi iktidarla olan münasebetleri, direk dolaylı bağlantılar, cemaatlerin dışında kalanların en azından gıpta damarını tahrik etmektedir.
Bir de siyaseten farklı düşünenler penceresinden bakıldığında; gıpta, haset, düşmanlık damarlarının da depreşmesine neden olma riski vardır…
Buradan korkmak ve çekinmek çıkarılmamalı. Güç gösterisi, büyüklük taslama, kibir, gurur havası algılanmamalı.
Halbuki, sırf Allah rızası için hizmet etmek maksadiyle birliktelik oluşturmuş cemaate yeni bir insan hangi düşüncelerle dahil olmak isteyebilir?
Siyasi etkinlikten dolayı yaklaşsa “menfaat için geldi” diyecekler diye bir vesvese hasıl olabilir.
Samimi düşüncelerle davet edilenler ve hiçbir menfaat beklentisi olmayanlarla, menfaat hesabı yaparak gelenleri ayırt etmek mümkün olmayabilir. Ama cemaatin safiyetine halel getirebilir.
Cenneti dahi maksadına vasıta yapmayan halis bir ruh hali ile bu dünyada peşin ücret mülahazasının duygu olarak uyanması bile risktir.
Cemaatler nasıl izzetini muhafaza etmeli?
Ne zaman tevazu, şefkat, merhamet duyguları ile kamuoyuna, insanlara muhatap olmalı?
Üzerinde çok düşülmesi gereken önemli bir konudur.
Cemaate mensup olmak, cemaate dayanmakla iftihar etmek ayrı, dayanağın gücüne güvenerek dayılanmak anlamına gelen kibir, gurur ihsas eden davranışlar ayrı husus.
Arada ince bir çizgi vardır.
Büyüklü küçüklü adacıklar halindeki cemaatler birbirlerine ve toplumun diğer kesimlerine karşı kibirli, gururlu bir imaj algısına sebep olabileceklerinin farkına varmalıdırlar.
Gerçek böyle olmasa da algının böyle olmasından da cemaatlerin sorumluluk konumunda olanlar sorumludur.
Muhafazakâr, dindar insanların, toplumun alt gruplarının da içinde yer aldığı mahalleden lüks sitelere taşınması, büyük tekerlekli jeeplere binmelerinin hukuki hiçbir yanlışı yoktur. Her kim olursa olsun, -ister dindar, ister olmasın- gıpta damarını tahrik etmek, imrendirmek, kıskandırmak mensup olduğu dava, konusunda hangi düşüncelere sahip olacakları tahmin edilebilmeli.
“Bu zamanda İlây-ı kelimatullahın bir sebebi de maddeten terakki etmek” maksadı ile çelişmeden, güçle tevazuu bir araya getirebilmek zor bir iştir. Ama, güçlünün imtihan gücü nispetinde daha güç olduğu da bilinmeli…
Bürokraside falan cemaatin feşmekan tarikatın etkinliğinden söz edilmesi “şüyuu vukuundan beter” denilen vaki olmasa da algının dikkate alınması lazımdır. Mukabele-i bilmisil anlaşılmadan liyakat hususunda taviz verilmeden uygulanması gereken başka zorlu bir süreç…
Şartlara göre gürültüye pabuç bırakılmayacak durumlar da olacaktır. Muktezay-ı hâl meselesi…
Müsbet hareket, olumlu algıyı dikkate almak önemlidir.
İman ve Kur’an’a hizmetin tesiri şüphesiz ihlas, sebat, metanet ve feragatten geçer.
Başkasına ihlası dikte etmek de ihlas sırrına aykırı bir husus.
“İhlasa niyetin ihlası ref eder” sırrınca buradan okuyucuya ihlas dikte etmek ihlasın ruhuna aykırı olacaktır.
Şahsi kibir ve gurur bir insanı nasıl küçültüyor, zarar veriyor mesajının tesirini azaltıyorsa, kolektif kibir de cemaatlerin safiyetini aşındıran bir konudur.
Cemaatler arası ihtilafın sebepleri ve çareleri, Risale-i Nur’un Uhuvvet ve İhlas risalelerinde gayet güzel izah ediliyor.
Risale-i Nur mesleğinin esasları Hizmet Rehberinde derlenmiş.
Peki teori ile pratik ne kadar örtüşüyor? Önce nefsimizden sonra en yakınımızdan muhasebesi yapılmalı. Yani geribildirim mekanizması iyi işletilmeli.
Uygulanabildiği ölçüde netice alınmış, evrensel boyut kazanmış, bütün sosyal hadiselerin dinamiklerine referans olmuştur. Evveliyatında destansı, efsanevi kahramanlıklar vardır. Bugün de halen vardır.
Seleflerin sayesinde, vesilesiyle bugünlerin mutluluğunu yaşıyoruz
“Bizler acele ettik kışta geldik sizler cennetâsâ baharda geleceksiniz…” müjdesi yüz yıl önce verilmiş.
İşte “Vizyon” budur…