Cemaatler sorunu sahiplenmeli

Gaziantep Dostluk İçin Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Burhanettin Aşiroğlu Risale Haber’e konuştu

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

 

Değerli okurlar,

 

Demokratik açılım ile ilgili olarak yapılan çalışmalara Risale Haber’in de katkısı olsun, bu çorbada tuzumuz olsun diye, bizzat yöre insanının yani Güneydoğu halkının görüşlerini yerinden, onlarla konuşarak kamuoyuna duyurmak istedik.

 

Bunun için önce Güneydoğu’nun bir incisi olan ve her yönüyle bir yıldız gibi parlayan Gaziantep’ten başladık.

 

Halkın görüşlerine başvurduk,

 

Kanaat önderleri ile görüştük,

 

Sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri ile röportajlar yaptık.

 

Orada problemi birebir yaşayan ve acıyı sinesinde çeken insanlarla mülakat yaptık.

 

Soruna çözüm üretmek ve biran evvel bu meselenin kapanmasını sağlamak amacıyla fikir üreten insanlarla tartıştık, konuştuk ve bu görüşmeleri sizlerle paylaşmak için kaydettik.

 

Öncelikle şunu gördük; Yörede bulunan herkes, her aklı selim insan bu açılımdan memnun. Problemin konuşulması şeklinde de olsa ele alınmasından gayet minnettar.

 

Daha önce yapılan yanlışlardan dolayı temkinli olsalar da değil mi ki, bu mesele ele alınmış, değilmi ki, konuşuluyor… Öyleyse niyet iyi ise mutlaka sonuca da varılır kanaatindeler.

 

Bu arada önemli bir noktayı da tespit etmiş olduk. Yöre halkı, Başbakanın “iki önemli hatasını” hazmedemiyor. Ama bu açılımın o hataları da bertaraf edeceği ümidini de kaybetmek istemiyorlar.

 

“Ya sev, ya terk et” sözü hayli incitmiş. Ayırımcılık olarak algıladıkları bu sözden fazlasıyla muzdaripler. “Bu sözü başbakanlık makamını işgal eden biri söylememeliydi” diyorlar.

 

İnsanın sevgisini tartışmak, ölçmek ve ona göre “bendensin, benden değilsin” gibi kanaat sergilemek doğru bir davranış olmasa gerek. Sevgi gibi ölçülmesi mümkün olmayan soyut bir hakikati böyle önemli bir meselede ölçü olarak ele almak ne kadar doğrudur.

 

Başbakanın, kendisinin bu gibi meselelerde ne kadar sıkıntı çektiği ve bizzat o sıkıntıları yaşadığı halde aynı ithamı başkalarına yapması ibretli bir vakıa olarak algılanıyor.

 

Onları inciten diğer bir hata ise seçim öncesi “bölge illerini istiyorum”, “Diyarbakır’ı istiyorum” sözü olmuş. Bu ifade de maksadını aşan bir ifade olmuş ve farklı algılanmış. Bu illerin yerel yönetimleri kazanılırsa problem çözülürmüş gibi bir hava verilmiş. Bu da  yöre halkını derinden etkilemiş.

 

Olayın bu kadar basite alınmasını hazmedememişler. “Demokratik hakların Belediye Başkanlığı ile alakalı olmadığı başbakan tarafından bilinmeliydi. “Kürt sorunu” Belediye başkanlığını kazanmak veya kaybetmekle mi ilgilidir ki, böyle bir yola girildi” diyorlar.

 

Bir çeşit bölücülük kokan bu tarz ifadelerin de bir daha kullanılmaması gerektiği üzerinde herkes hemfikir.

 

Ayrıca, birkaç hususta öncelikli olarak adım atılmasını bekliyorlar. Bunları özetle şöyle sıralayabiliriz.

 

1-Köy ve ilçe isimlerinin biran evvel düzeltilmesi, isteyenlerin eski isimlerine dönebilmesi.

2-İsteyene ana dilde eğitim yapma fırsatının verilmesi.

3-Bölge insanının dini hislerinin kuvvetli olduğu nedeniyle dini eğitimin doğru olarak ama mutlaka verilmesi hususunda tedbir alınması.

4-Din kardeşliğinin ön plana çıkarılması.

5-Özel Televizyon kanallarına da yöresel dilde yayın yapma imkanının sağlanması.

6-İşsizliğin batıya göre biraz daha fazla olduğu doğu vilayetlerine yatırımın arttırılması.

7-Dini eğitimi yapan okullara fırsat verilmesi.

8-Farklı mezhep mensuplarına eşit davranılması, Diyanet Teşkilatının sadece Hanefi mezhebinden olanlara değil Şafii ve Alevilere de ihtiyaçlarını giderme hususunda çaba sarf etmesi.

9-Herkesin dinini inancını rahat yaşayacağı bir ortamın oluşturulması, bu nedenle laikliğin yeniden ve doğru tanımlanması.

10-Artık Anayasal Vatandaşlığa geçilmesi.

 

Gaziantep’e geldiğim ilk gün görüştüğüm kişilerden ilk edindiğim intibalar ve istekler bunlardı. Elbette istekler bu saydıklarımla sınırlı değil. Daha bir çok düzeltilmesi gereken hususlar var.

 

Bundan sonraki durağım Birceik, Şanlıurfa ve nasip olursa Diyarbakır olacak. Oralardaki insanları da konuşturacak ve onların da bu meselede görüşlerini sizlerle paylaşacağım inşallah…

 

Gayret bizden tevfik Allah’tan…

 

Gaziantep’e gidince ilk aklımıza gelen Risale Haber yazarı Mehmet Aslan hocamız ile görüşmek oldu. Görüştüğümde bir gün sonra Umre ziyaretine gideceğini öğrendim o nedenle hayli yoğun idi. Buna rağmen zaman ayırdı ve bize mihmandarlık etti.

 

İlk röportajımızı, ilde popüler olan ve bir çok üyesi olan DİDER’in (Dostluk İçin Dayanışma ve Yardımlaşma Derneğinin) Yönetim Kurulu Başkanı Burhanettin Aşiroğlu ile yaptık….

 

 

Sizi tanıyabilir miyiz?

 

Yirmi yıldır Gaziantep’te ikamet etmekteyiz, ticaret, siyaset, memuriyet, sivil toplum kuruluşlarının değişik kademeleri gibi bir çok alanda faaliyet gösterdik ve göstermeye de devam ediyoruz. Aslen Mardinliyim, Mardin’de doğdum büyüdüm ve şu anda da DİDER’in (Dostluk İçin Dayanışma ve Yardımlaşma Derneğinin) de başkanıyım.

 

Hükümet “Demokratik Açılım” adı altında bir “süreç” başlamış bulunuyor. Hükümetin bu konuda herhangi bir önerisi bulunmamaktadır. “Yapılacak konuşmalardan ve önerilerden hareketle bir “sonuç” bildirgesi yayınlanacak. Ve bir nevi yol haritası çizilmiş olacak. Bu gerçekleşir mi bilemiyoruz. En azından hükümetin amacı bu. Sizce bu “süreç” doğru bir zamanda mı başlatıldı, bugünkü şartlara bakıldığında istenen seviyede bir netice alınır mı? Veya Türkiye’nin önemli sorunlarından biri olan “Kürt Sorununa” çözüm getirir mi?

 

Son iki gündür bu açılımın adı “demokratik açılım” olarak telaffuz edilmeye başlandı. Oysa ilk açıldığında “Kürt Açılımı” olarak başlamıştı. Bana göre bu açılımın doğru noktaya geldiği kanaatindeyim.

 

Bugün Türkiye’de sistemden kaynaklanan, sistemin uygulamalarından kaynaklanan baskı ve bu baskının doğurduğu zarar, yani eğitim eksikliği, sosyal yapıdaki kültürel eksiklikler sadece bir kesimle/etnisite ile sınırlı değildir.

 

Türkiye’de uygulanan sistem ile 75 yıldır belli kesimler yok kabul edilmiştir. Zaman zaman dindarlar yok sayılmıştır, zaman zaman Kürt kardeşlerimiz yok sayılmıştır, bir çok zaman Alevi kesimi yok kabul edilmiştir.

 

Yani sistem yerine ve zamanına göre devreye soktuğu bir takım argümanlarla, bu toplumun büyük kesimine sürekli sıkıntı yaşatmıştır. Bugün bunu inkar etmek mümkün değildir. Ve öyle bir noktaya gelinmiştir ki, sitem kendisi de artık bunun çözülmesi gerektiğini kabul etmektedir, yoksa daha büyük sıkıntılar doğurmaya başladığını fark etmeye başlamıştır.

 

Bu açıdan baktığımızda ve ben de doğu kökenli bir insan olarak, doğunun havasını teneffüs etmiş, doğunun şartlarını bilen, doğudaki eğitimin kalitesini, kültürel ve sosyal faaliyetlerin yetersizliğini, işsizlik oranının yüksekliğini çok iyi bilen biri olarak… Batıda da işsizlik var ama doğuda bu biraz daha fazladır, çünkü doğuya yeterli yatırım alınamamaktadır. Bazı muarızlar bu konu gündeme geldiğinde belden aşağı şu ifadeleri kullanıyorlar “niçin doğulu işadamları doğuya, kendi illerine yatırım yapmıyor” diyorlar.

 

 

Bunu söylerken bana göre şunu göz ardı ediyorlar. “Aklın yolu birdir” yatırım demek ticaret demektir, ticaret demek kar etmek demektir, para kar ettiği yöne doğru akar veya akmalıdır. Ve bugün para batıya akmıştır. Buna en güzel örnek Gaziantep’tir. Belki Antepli bunun farkında değildir ama gerçek şuki, Gaziantep’in bu gün bu kadar gelişmesini sağlayan ve sanayiye geçişine neden olan en önemli husus göç almasıdır. Bugün Gaziantep’i oluşturan nüfusun yüzde 60’ı doğudan gelmiştir.

 

İnanın bu gelen, göçen insanlar, köylerini, köylerinin sokaklarını ve köyde ayaklarının değdiği taşı bile özlüyorlardır. Hiçkimse doğduğu ve bir müddet yaşadığı, ama ekonomik sebeplerden veya terörden, aşiret kavgasından dolayı terk ettiği topraklarını isteyerek terk etmez. Ama gidin, Türkiye’nin hangi iline giderseniz gidin mutlaka doğudan gelmiş insanları görürsünüz. En ücra köşelerde bile mutlaka bir doğulu insan vardır. Yani bu nedenle toplumumuz iç içe girmiştir.

 

Mesela benim aslım Arap’tır, annem Türk’tür, yeğenlerim Kürt’tür. Böyle bir durumda iken böyle bir çatışmayı hayal bile etmek istemiyorum. Kim kiminle çatışacak, hangimiz hangimizi vuracak… bu olacak iş değildir.

 

Öncelikle şunu ifade edeyim bunu çözmek empoze veya dayatma ile olmamalıdır. Eğer bu “açılım” dedikleri ve soruna çözüm aradıkları şey iyi niyetli yapılmışsa çok geç kalınmıştır.

 

Türkiye’deki islami hareketler, ister Nur Cemaatleri olsun, ister, Milli Görüş hareketi olsun… İster Süleyman Hilmi Hocaefendinin hareketi olsun vs. vs…Cemaat derken bunların tümünü kastediyorum, bunların hiçbiri üstüne düşen görevi ciddi manada yapmamıştır. Özellikle doğu meselesini ciddi manada sahiplenmemiştir veya sahiplenememiştir.

 

Neden sahiplenmemiştir? İhmal etmiştir, çekinmiştir, sistemin baskısından korkmuştur, engellenme, kapatılma mahkumiyet korkusu yaşamıştır. Yani sistem sahip çıkmamış, sivil toplum kuruluşları sahiplenmemiş ve bu mesele adeta kronikleşmiş ve bugün çözülemez hale gelmiştir.

 

İşte böyle bir durumda birdenbire bir açılımın gündeme getirilmesi ve fosilleşmiş iki partinin de bu açılıma karşı çıkmış olması iyi niyetle olduğu konusunda şüphe uyandırıyor.

 

Bu noktada sevindirici bir durum. Hükümet dışında toplumun büyük bir kesimi böyle bir şeyin yapılmasını beklenmekteydi. Ancak, gönül ister ki, bu çözümü kendi içimizde, kendi değer yargılarımızla ve herhangi bir dayatma olmadan, dışarıdan bir yönlendirme olmadan, yarın bununla ilgili bir bedel ödeme zorunda olunmadan yapabilmektir.

 

Ben zaman zaman şahit olmuşumdur. HADEP, DTP toplantıları devam ederken bir bakmışım ki, biri dışarı fırlamış ve kasketini ters çevirerek çimenler üzerinde namaz kılmaya başlamıştır. Aslında bu insan benim yitik insanımdır. Bu insan benim din kardeşimdir. Ben buna sahip çıkabilseydim o orada olmayabilirdi.

 

Gerek Kürt kesiminden olsun gerekse Türk kesiminden olsun bir takım uç hareketler taraftar bulmuşsa ben bunu cemaatlerin eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Şayet tarif ettiğim tüm cemaatler kendilerine düşen görevi hakkıyla yapsalardı bu uç hareketler kendilerine bu kadar taraftar bulamayacaklardı.

 

Bu kanaatimi belirttikten sonra ortaya konan bu açılım için şunları söylemek istiyorum. Bu açılım sürerken birleştirici unsurun veya kaynaştıracak çimentonun hiçbir “izm”de aranmamasıdır. Bizim olmayan hiçbir rejimde aranmamasıdır.

 

Bugün uzun senelerdir yapılanlara rağmen bu toplumlar biribiri ile kavga etmiyorsa, biribirine düşürülememişse bunun en büyük etkeni din kardeşliğidir. Şayet İslami Uhuvveti esas alarak bir açılım sağlayabilirsek, hiçbir güç, hiçbir oyunla bu birliği engelleyemeyecek ve bozamayacaktır.

 

Ama hangisi olursa olsun herhangi bir izm ön plana alınırsa bunun akamete uğraması, başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır.

 

Bu kardeşliğin geliştirilmesi için neler yapılmalıdır?

 

Bu gün bakıyoruz, sistem kurulduğundan buyana olmazsa olmazlarını ön plana çıkarmıştır. Bu argümanların içinde de İslam’ın hiçbir argümanından bahsedememek, sadece Diyanet ile sınırlı bir çalışmaya izin vermek gibi… O da; İşte camilere müdahale eden, hutbelerini kendisi belirleyen, vatandaşın namaz vakitlerini tespit etmek gibi işlerle uğraşan ve Kızılay, Yeşilay günlerini ilan etmeden öteye gidememiştir.

 

Bugün bu toplumu birbirine kaynaştıran bir maya varsa ve bu maya oluşmuşsa bunu toplum kendisi yapmıştır, kendi gayretleri ile bu mayayı oluşturmuştur.

 

Bu sistem bu gün bu açılımda ikileme düşer, nasıl ikileme düşer? Şöyle: Bu meselede İslimi argumanları kullanmaya kalkışırsa, uygulaya geldiği kendi laiklik ilkesi ile ters düşecektir. Eğer kullanmazsa bu defa başaramayacaktır.

 

 

Öncelikle bu ikilemi çözmelidir. Bu toplumun her ferdi İslam’ı istediği gibi yaşayabilmelidir. Sahildeki bir bayanın mayolu haline bir müdahale söz konusu olamıyorsa, benim başörtülü kızımın başörtülü olarak eğitim almasına da müdahale etmemelidir. Benim dört kızım var dördü de takdirnameliktir. Ama dördü de Anadolu İmam Hatip mezunu olduklarından hiçbir okulu kazanmamışlardır.

 

Yani dindar olmayana ne kadar özgürlük varsa dindar olana da o kadar özgürlük olmalıdır. Bunu sağladıktan sonra bu meseleyi çözebilir. Yani, fikre kısıtlama gelmemelidir. Uygulamaya kısıtlama gelsin. Sistem buna göre düzenlenmelidir. Yani herkese eşit mesafede bir sistem olursa herhangi bir çatışma olmayacağı kanaatini taşıyorum.

 

Bugün gelinen noktada yapılanlara bakıldığında, gerek hükümetin tutumuna bakarak gerekse muhalefetin karşı çıkmasına dikkat edildiğinde bu açılım istenen neticeye ulaşmada işe yarayacak mı? İfade ettiğiniz anlamda bir çözüm olabilecek mi? Mevcut durum ümit veriyor mu?

 

“Umut fakirin ekmeğidir” diye bir tabir var. Bu açılım sonunda istenen netice alınmasa bile Türkiye’de artık bazı konuların konuşuluyor olması bir aşamadır. Norşin kelimesine  karşı çıkanlar bile aslında yaptığının doğru olduğuna inanmamaktadır. Kendisine sorulsa nerelisin? diye.. “Tillo’lu olduğunu” söyleyecektir. “Ben Aydınlar köyündenim” demeyecektir. Ama politika bu. İnsanlara çifte standart davranmalarına neden oluyor.

 

Biz bir sivil toplum kuruluşu olarak Gaziantep’te bu anlamdaki çalışmalara katkıda bulunmak ve çimento görevi görmek istiyoruz. Zaten çalışmalarımız çoğu da bu kardeşliği nasıl sağlayabiliriz üzerine devam ediyor.

 

Seminer, konferans vererek ve televizyon sohbetlerinde canlı olarak bulunmak suretiyle katkıda bulunmak istiyoruz. Biz bu konuda hükümetin samimi niyet taşıdığını varsayarak başarılı olmasını diliyoruz. Dışarıdan herhangi bir etki ile değil halkın kendi istediği ile çözüm üretmesi gerektiğine inanıyoruz. O nedenle bu işin aceleye getirilmeden biraz daha tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Çokça aceleye getirilirse dışarıdan empoze edilerek yapıldığı kanaatini taşıyacağız.

 

Çünkü bu meselede çok büyük değerler kaybettik, onbinlerce insan kaybının dışında bir de 300 milyar dolar değerinde bir ekonomik kayıp meydana gelmiştir. Şayet bu kaybedilen miktar doğuya yatırım olarak kaydırılmış olsaydı, sanırım o zaman batıdan doğuya göç olurdu.

 

Bu millet devleti baba olarak görmüştür. Dolayisiyle devlet babadır ve babalığını yapmalıdır. Evlatları arasında ayırım yapmamalıdır. Türk, Kürt neyse Arap, Laz, Çerkez aynıdır. Türkiye gibi birçok unsuru içinde barındırdığı halde başarı ile götüren çok az ülke vardır. Devlet babalığını yapmalı ve cemaatler de üzerine düşeni yaparak iki taraf arasındaki sivriliklerin giderilmesi hususunda çaba göstermelidir. Bu iş ancak böyle çözülür diye düşünüyorum.

 

Özet olarak İslam kardeşliğinin kuvvetlendirilmesi ile laikliğin düzeltilmesi gibi iki madde gerçekleştirilirse ancak bu meselede mesafe alınabilir diyorsunuz? Bu iki meselede görünen o ki, hayli zaman istiyor. Şu aşamada somut olarak ne önerebilirsiniz?

 

Şöyle diyebiliriz. Geçmişte Kürt dilinin öğretilmesi için özel dershanelere müsaade edilmişti. Müsaade etmeden önce bu konuda çok fazla istek var zannediliyorken görüldü ki, beklenildiği gibi değil istenen seviyede de talep olmadı, herkes bu eğitim kurslarına katılıp “Kürtçeyi bir an evvel öğreneyim” demedi.

 

Burada aslında en önemli husus inançlara ve fikirlere özgürlüklerin sağlanmasındadır. Ben öyle inanıyorum ki, fikirlere ve inançlara özgürlük verilirse arkası gelecektir. Ana dilde eğitim de çözülecektir, yörenin diğer talepleri de hiçbir sorun olmadan çözülecektir.

 

Kürt toplumunun kahir ekseriyetinde Türkiye’den ayrılmak ve kopmak gibi düşüncesi yoktur ve olamaz. Çünkü, bir birine giren akrabalık bağı, yüzyıllardan beri olen inanç bağı bunu kesinlikle engellemektedir. Sistemin yanlış dayatmaları veya dışarıdan özel müdahaleler ve empozeler olmazsa, bizi bize bırakırlarsa ben bu halklar arasında herhangi bir bölünmenin ve ayrışmanın olacağına kesinlikle inanmıyorum.

Röportaj Haberleri