Dini cemaatlerin ve özellikle Risale-i Nur hizmetinin siyasallaştığı seslendiriliyor. Cemaatlerin siyasallaştığı iddiası, her şeye rağmen ciddidir ve titizlikle irdelenmeye muhtaçtır. Zira, “cemaat” kavramının kutsi ve manevi anlam derinliği, ona mensup olanlara büyük sorumluluk ve vebal yükler. “Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir kılı kaldırama”dığı gibi, “cemaat” kavramındaki manevi boyut, maddi ve arzi ithamlardan özenle korunmak gerekir.
Nur cemaatinin siyasallaştığı iddiası görmezden gelinemez. Bu algının uyanmasına, belki bazı beyan ve tutumlar kuvvet veriyor olabilir. Geçmişte ve halen Nur talebelerinin siyasetle ilgisi, genelde bir seçimde hangi partinin destekleneceği ile sınırlıdır. Seçim dönemlerine bağlı olarak siyasete duyulan ilginin amacı ise, demokratik özgürlükçü ortamı muhafazadır. Yoksa, “size oy veririz ama, şu kadar öğretmen, şu kadar polis vs. tayini isteriz” veya “bazı kamu kaynaklarından ve ihalelerden pay isteriz” tarzında bir beklenti, Risale-i Nur hizmetinde, siyasete ilginin sebebi ve saiki hiç olmadı. Seçim bitince tartışma büyük ölçüde biter. Siyasetle ilgide korunması gereken çizgi budur.
Siyasetin “menfaat üzerine döndüğüne” inananlar, Nur hizmetinin, siyasete hamiyetle hasbi yaklaşan apolitik tavrını pek anlayamazlar ve anlayamıyorlar. Siyasete, karşılık beklemeden, pazarlık etmeden destek vermeyi belki enayilik olarak görüyorlar. Fakat ülkede özgürlük olsun, insanların din ve vicdan hürriyetleri başta olmak üzere temel hakları güvencede olsun düşüncesi, bir ideali ve davası olanların öncelikli gündemidir.
İtalyan’ın, önce sosyalist, sonra faşist olmuş lideri Musolini’nin “halkım benden hürriyet değil, ekmek istedi. Ekmek verdim, hürriyet istemediler, vermedim” dediği söylenir. Liderlerinden hürriyet istemeyen İtalyan’lar, istedikleri ekmeğin bedelini, 2. Dünya Savaşı hezimetiyle fahiş bir fiyatla ödediler. Halbuki, Bediüzzaman gibi, “ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyebilselerdi, bu ağır bedeli belki ödemezlerdi. Her vesile ile ifade etmeye çalışırım: Said Nursi’nin Risale-i Nur hizmeti, 20.asır Türkiye’sinde, aynı zamanda insan haklarını savunma ve hayata taşıma mücadelesidir. “Ben hak ve hürriyetimi, hiçbir keyfi kanunla tahdit ettirmem” sözü, onun hürriyetçi kişiliğinin tartışılamayacak göstergesidir. Hak bildiği bu konuda, padişahların da cumhurbaşkanlarının da hatırını gütmemiştir. Dar ağaçlarının kol gezdiği, herkesin toz olduğu zamanlarda, insan haklarını savunmada her bedeli ödemeyi göze alabilmiş ve bütün telkinlere rağmen meydanı terk etmemiştir. Profesyonel siyasetle ilgiyi, toplumun temel hak ve hürriyetlerini güvenceye almakla sınırlı tutmak, Said Nursi’nin vazgeçilmez önceliği idi. Bu tavır, iktidarlara yaslanarak, haram helal demeden, dünyalık edinme zaafıyla malul olanlara, belki enayilik gelebilir. Fakat, “terakkinin zembereği” olarak gördüğü hürriyetlerin güven içinde kullanıldığı bir toplum düzeni, Bediüzzaman’da en büyük zenginlik, izzet ve iktidar ölçüsü idi.
Bugün soluduğumuz hürriyet havasının temelinde, Bediüzzaman ve talebelerinin, tek ve çok partili dönemlerdeki hissesini görmezsek, nankörlük etmiş oluruz. Eğer bu mücadele verilmemiş olsaydı, bugün bol kepçeden kolayca siyasallaşma ahkamı kesenler, bu sözü söyleyecekleri güvenli bir özgürlük zemini bulamazlardı. Son elli yılda yapılmış seçimlere bakınız, halka hürriyeti çok gören nice güç sahiplerinin, uğradıkları seçim hezimetleri karşısında, “bizi nurcular yıktı” feryatlarını duyacaksınız. Buna inanamayanlar varsa, 1965, 1969, 1973 seçimlerini takip eden ilk birkaç günlük gazete haberlerine bakmaları yeterlidir.
Bediüzzaman, her alanda olduğu gibi, siyasette de son derece şeffaf ve meşruiyetçi idi. Yani siyasi mücadelenin hukuk içinde meşru vasıtalarla yapılmasını savundu. Siyasetin ayak oyunlarını, karanlık operasyon yöntemlerini kullanarak sonuç almayı hiçbir zaman düşünmedi, tenezzül ve tevessül de etmedi. Bediüzzaman’ın siyaset karşısında öngördüğü bu tutum, eğer benimsenebilirse, hem demokrasi güçlenir, hem de yönetimleri siyaseten etkin denetlemek mümkün hale gelir.
Cemaatlerin, adlarına yakışır şekilde sivil konumda durmayı bilmesi ve içine sindirmesi gerekir. Yok, ben daha ötesine talibim diyen varsa, şahsi tercihi olarak siyasete atılır veya çıkar partisini kurar.
“Nurcular siyasallaştı” diyenlerin, yukarıda arz etmeye çalıştığım hususları bir daha gözden geçirmelerinde fayda var. Belki yanılıyor olabilirler, belki de ifrat ediyorlar. Seçimle işleyen bir demokrasiye geçişte, ağır bedeller ödemiş bir toplumuz. İktidarların seçimle değiştiği hürriyetçi demokrasinin korunması için olduğu kadar, ülkenin asırlık sorunlarını çözüp, toplumsal barışı temin yolunda gösterilen çabalara karşı görüş açıklamak, herkesin vatandaşlık görevidir ve kaçamayacağı sorumluluktur. Bu manada makro değişim ve dönüşümleri hangi partinin hükümeti yaparsa yapsın, destekleyip yanında olmak gerekir. Bu tutum siyasallaşma göstergesi değildir ve olamaz.
Konuya, biraz da başka bir açıdan bakmazsak, gerçeğe ve tarihe haksızlık etmiş oluruz. Bazıları Nur cemaati siyasallaştı, diyerek hayırhah niyetle ikaz ediyorsa, teşekkür etmek gerekir. Fakat geçmişte beklediği siyasi desteği alamadığı için nur camiasına takıntısı olan çevreler, toptancı bir genellemeyle ve siyasi rekabet duygusuyla siyasallaşma algısını uyandırmaya çalışmamalıdır. Böylelerinin meslek ve meşrep rekabetinden kaynaklanan iddiaları, bir iç burukluğunun dışa vurumu olabilir. Nur camiası hakkında bu yönden üretilebilecek spekülasyonlar, temelsiz ve asılsızdır. Bundan daha büyük isnatları aşmış bir hizmet, ayağını bile ıslatamayacak siyasallaşma iddialarını kolayca aşacak direnç ve dirayete sahiptir. Her camiada kişisel ve mevzi ifrat ve tefritler olabilir. Bunlar genele teşmil edilemez. Bediüzzaman böyle bir genellemeyi, ayetin yasakladığı bir “zulüm” olarak görür. İnançlı ve izzetli insanlara da yakışmaz.
Risale-i Nur hizmeti, bu topraklarda kök salmış asırlık bir “şahs-ı manevi”dir. Nur hizmetinin asıl gündemi, iman ve Kur’an tefekkürünü, “manevi buhran” ile malül günümüz insanına ulaştırmaktır. Kimseyle itişip kakışmaya, niyeti olmadığı gibi ihtiyacı da yoktur. Gücünü de kimse test etmemelidir. Tenkis maksatlı itham sahipleriyle “meşgul olmamak”, sadece nurların tanıtımına çalışmak, Bediüzzman’ın vasiyetidir.
“Cemaatler”, toplumları yönetmekle değil, insanların inanç ve irfan dünyalarını zenginleştirmekle yükümlüdür. Risale-i Nur hizmeti, ülkenin kaderiyle ilgili konulara hakkaniyetli ve pozitif bir bakış açısıyla ilgilenmenin yanında, dünya ölçeğindeki yaygın ve etkin manevi hizmetleriyle ulvi bir misyonun önde gelen temsilcilerindendir. İnşaallah “inayet altında”dır.