• Önceleri, cemaatler arasındaki farklılıklar çok istismar ediliyordu.
“Allah bir, Kur’ân bir, Peygamber aynı olduğu halde, cemaatlerin hatta mezheplerin çok ve farklı oluşu bölücülüktür, yanlıştır” anlamında cümleler bile söylenebiliyordu.
Halkımız bilinçlendikçe, bu tür kafa bulandırıcı sözlere itibar edilmez oldu.
Ancak fitne çıkarıcılar bu günlerde de, yine doludizgin ve yalınkılıç ortaya çıktılar.
Bu hassas konuda, genç nesillerin kafalarını bulandırmaya çalışıyorlar.
Bu konuda boş bulunmamak ve fitnecilere hiçbir koz bırakmamak zorundayız.
***
• ‘Cumhurbaşkanı bir, genelkurmay başkanı bir, ülke bir ve anayasa aynı olan ülkemizde, birçok ordu komutanlıklarının, kuvvet komutanlıklarının (deniz, kara, hava, jandarma vs. gibi) pek çok” oluşları çok normal karşılanıyor. Bunlara hiç itiraz edilmiyor.
Her birinin ayrı ayrı giyim kuşamlarını, kendilerine has ayrı ayrı kurallarını ve farklı farklı eğitimlerinin olmasını da hiç yadırgamıyoruz ve yanlış bulmuyoruz.
Hattâ, böyle olması gerektiğini de gayet iyi biliyoruz. Bu biir…
Birkaç örnek daha hatırlayalım ki, cemaatler hakkında yukarıda arz ettiğim o yanıltıcı cümleler ve düşünceler, bir daha akla ve gündeme hiç gelmesin.
• 2.) Hastanelerde farklı ünitelerin olması; bölücülük, ayrılık ve de yanlış değildir.
“Önceden tek bir HEKİMLİK vardı. Hekime yani doktora gittin mi, her türlü hastalığına bakar ve tedavi ederdi. Bu gün ise dahiliye, hariciye, cildiye, göz, KBB., üroloji, nöroloji, nöşroloji (yani beyin cerrahisi), gastroenteroloji, ortopedi, psikiyatri vs. gibi yüze yakın ayrı bölüm var, her biri ayrı havadan çalıyor” denilebilir mi?...
Bu neviden kısımlara ve bölümlere ayrılmaya, hiç itiraz edilebilir mi?
Bu farklılıkları da hiç kimse yadırgamıyor, hatta gerekli görüyor…
• 3.) Eğitim sistemimizde ise; anaokulu, ilköğretim, lise, meslek lisesi, imam hatip lisesi, üniversiteler, (askeri, sağlık, edebiyat, tarih, ticaret, ekonomi, makine, elektrik, elektronik, bilgisayar vs.) gibi farklılıklara hiç itiraz edilebilir mi?
Yani, “..Şunlara bak yâ, bizler üniversite talebeleri yetiştirirken, onlar 3-5 yaşındaki çocuklarla oyalanıyorlar. Onların tutum ve davranışları yanlıştır” vs. denilebilir mi?...
*******
• Hal böyle olduğu halde; 1400 küsur yıldan bu yana, özellikle çeşitli asırlara, çeşitli ırklara, çeşitli kavimlere, çeşitli yörelere ve çeşitli iklimlere hitap eden yüce dinimizdeki farklı mezhepleri, tarikatları ve cemaatleri tenkit etmek, hangi akla ve vicdana sığar?
Yukarıda ‘üç ayrı örnekte’ arz ettiğim farklılık gerekçeleri, bu konuda daha da elzemdir.
Çünkü mazi ve müstakbeli, sınırsız ilmiyle bilen yüce Yaratıcımız, kıyamete kadar tüm insanlığa yol gösterecek potansiyelde bir kitap olan Kur-ân’ı Kerimi göndermiş.
Açılımını yapması için de, en seçkin insan olan Hz. Muhammedi s.a.v. görevlendirmiş. Aynı asırda, farklı kıta ve bölgelerde, farklı ilkim şartlarında yaşayan insanlara da doğru yolu göstermesi için de kutup imamları göndermiş.
Farklı asırlarda da Kur’ân-ı kerîmin, asrın ihtiyacına, bilim ve teknolojinin gelişmesine göre tefsir edilmesi için de, büyük İslâm âlimleri ve Bediüzzaman’lar takdir etmiştir.
İslam literatüründe bu vasıflandırmaya ‘edille-i şer’iyye’ denir.
Edille-i şer’iyyenin 3 ve 4. maddelerdeki farklı uygulamalarla musamaha etme yetkisi de bir nevi zarurettir. ‘Edille-i Şer’iyye= 1.)Kur’ân, 2.)Hadîs, 3.)İcmâ, 4.)Kıyâs-ı fukaha.’
Mezhep ve cemaatler de, işte bu zaruretten doğan uygulamalardır. Aynen yukarıdaki ordu, eğitim ve sağlık konularındaki, kısımlara ayrılma örneklerinde olduğu gibi…
Konumuz olan ‘cemaatlerin’ çok iyi anlaşılması için, birkaç somut örnek arz edeceğim:
Süleyman Efendi cemaati: Öncelikli olarak; Kur’ân-ı Kerimi Arabî ifadeleriyle, yüzünden okutmak ve öğretmek, Arapça dil bilgisiyle meallerini tahsil ve son yıllarda da hafızlık konusunda ihtisas sahibi olmuşlar. O konuda kabiliyetli ve istekli olanları yetiştirmeyi öncelikli gaye edinmişler. Özellikle bu istikamette, diğer cemaatlerden farklı hizmet vermeleri asla bölünme değil, bir ihtisaslaşmadır ve takdire şâyândır.
Hatta gaflete düşerek, onlara destek ve yardımcı olmadığımız için o müesseseler kapanmış olsa, tüm bölge Müslümanları sorumluluk ve vebal altına girer…
Risale-i Nur talebeleri (Nur cemaatleri): Kur’ân-ı Kerimin, Bediüzzaman Hz. tarafından vehbî bir ilimle, özellikle çağdaş asra bakan âyetleri seçilerek tefsir edilen hakikatleri, yüksek düzeyde ve bilimsel açıdan, en ikna edici ve mantıklı bir şekilde, tüm insanlık âlemine ulaştırmayı prensip ve gaye edinmişler. Amaç ve hedef ma’rifetüllah ve i’lâyı Kelimetullahtır. Bu nedenle de, Kurân-ı Kerimden süzülen ve kaynak eser olan Risale-i Nur’lar, 32 dilde neşriyat yapmakta ve yabancı ülkelerin üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır. Yabancı ülkelerdeki Türk okulları da, dershaneler de bu gayenin bir nevi tezahürleridir. On binleri aşan büyük topluluklara hitap eden, ‘uluslar arası sempozyumlar’ da bu ulvî gayeye matuftur...
• Bu günkü konu başlığımıza göre toparlayacak olursak, bu farklılıklar asla bölünme değil, ihtiyaca göre ihtisaslaşmadır ve insanlık adına gereklidir…
Mahmud efendi cemaati, İskender paşa cemaati, Adıyaman cemaati, Sami efendi cemaati; gibi birçok cemaat ve tarikatlar da, mübrem ihtiyaçtan dolayı, Kur’ân ışığında Sünnet-i seniyyeyi ihyâ makamında, geniş halk kitlelerine hitap etmede ihtisaslaşmış cemaatlerdir. “Âhir zamandaki sünneti seniyyeye tam ittibanın, yüz şehid sevabı kazandıracağı”, Peygamberî bir müjdedir.
Yukarıdaki ordu, milli eğitim ve sağlık sektöründeki farklılıklar gibi, gereklilikten ve ihtiyaçtan kaynaklanan farklı kültürel, uhrevî ve sosyal zenginliklerdir.
Bu itibarla, kılık ve kıyafet farklılıkları da asla yadırganmamalıdır…
ÖNEMLİ NOT: Ali Kalkancı, aczmendi, everenesoğlu ve öngüt vs. gibi, Ergenekon ve derin devlet mahsulü olan cemaatler veya ‘mevsimlik kurgu tarikatlar’, konumuzdan hariçtir.
Moral Haber